Sevmek; Nedensiz, gözü kapalı, bir gülüşüne ömrünü vermektir... Sevmek; Yanında olmadığı halde sol yanında hissedebilmektir... Sevmek; Damarlarında akan kan gibi seni yaşattığını düşürmektir... Sevmek; Uğruna can vermek değil, onun için yaşamaktır... Sevmek; Dilin konuşması değil, yüreğin dile gelmesidir...
"Bak Ferhat, ben yürümeyi biliyorum. Ya ben yoruldum böyle durmaktan..." Hâlâ Ferhat'ın sırtında ilerlerken o beni dinlemiyordu bile!
"Geldik..." Diye mırıldanmasını duyduğumda derin bir nefes alarak sırtından Ferhat'ın yardımı ile indim. "Ay sonunda..." Deyip etrafıma bakmam ile kaşlarımı kaldırarak gülümsedim. "Burası... Müthiş!"
Gölün üzerinde ki sarı ve turuncu yapraklar süzülürken Ferhat'ın az önce girip battaniye aldığı kulübeye baktım. Ahşap ve iki katlı şirin bir kulübeydi... Omuzlarıma örttüğü battaniye ile hafifçe gülümsedim. "Soğuk hava... Üşümüşsündür." Dediğinde ona döndüm.
"Teşekkür ederim... Bu arada yol boyunca da çenemi çektin... Kusura bakma." Bakışlarımı kaçırıp ayağım ile yaprakları ezerken çıkardığı ses şuan ki sessizliği bozuyordu...
Kuvvetli bir rüzgar esip, saçlarımı savurarak yanaklarımı acıtırken Ferhat, "En iyisi içeriye geçelim..." Diyerek kolumdan nazik bir şekilde tuttu ve kapıyı açarak kulübeye girmem için yol verdi...
***
Bir süredir oturduğum yerden kalkıp elimdeki fincanı sehpanın üzerine koyarken raflardaki kitaplar dikkatimi çekmişti... Hepsini tek tek incelediğimde mükemmel kalemleri olan yazarların ismi ile karşılaştım.
"Okudun mu bunları?" Diye sordum ellerini şömine karşısında ısıtan Ferhat'a. Kafasını salladığında, "Hepsini mi?" Diye sordum tamamen ona dönerek. "Hepsini..." diye mırıldanırken ondaki durgunluğu farkettim.
"Ne oldu, neyin var?" Elimdeki kitabı rafa tekrar koyduktan sonra ilerleyip çarprazındaki kırmızı tekli koltuğa oturdum. "Yok... Yok birşey."
"Ama... Sen mutluydun ne oldu da birden bire mutsuz oldun?"
"Mutsuz değilim."
"Pardon, durgunsun." Diyerek düzelttim cümlemi. "Bir şey yok. Zamanı gelince belki öğrenirsin." Diyerek beni geçiştirdiğinde bir süre elalarına baktım. "Belki?" Elimde olmadan fısıldayınca dirseklerini dizlerine koyup öne doğru eğildi.
"Yani eğer söylemek istersem söylerim zamanı gelince. " Dediğinde iyice merak ettim. Ah, fazla merak iyi değil derler ama yinede merak ediyorum işte!
"Bana güvenmiyor musun?" Diye sordum içimdeki kırgınlığı gizlemeye çalışarak. "Hayır hayır! Güveniyorum sana. Ama... Hazır hissetmiyorum işte."
"Peki... Konu neyle alakalı bunu söylebilir misin?" Bende dirseğimi dizlerimin üzerine koymuştum. "Seninle ilgili..." Diye mırıldandı gözlerimin içine bakarken. Benimle ne gibi alakası olabilirdi ki? Selcan ile aramda ki konu muydu yoksa... Yoksa başka bir şey daha mı vardı?
İstemeden kırmışmıydım onu? Bir şey mi demiştim?
"Ya... Sadece şunları soracağım. Seni mi kırdım, kötü söz mü söyledim, istemeden bir şey mi yaptım?" Gözlerimi kıstım.
"Hayır... Öyle değil... Hattâ bu bana göre iyi bir şey." Deyip gözlerini kaçırdığında derin bir nefes aldım. "Pekâlâ..." Konuyu değiştirmem gerekiyordu...
"Beni buraya ceza olarak mı getirdin?" Yüzünde muzip bir gülümseme oluşmuştu. "Hayır... Bende tam olarak bilmiyorum. Getirmek istedim işte. "

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURŞUN (Tamamlandı!)
General FictionOmzunda ki sargı bezini tazelerken gözleri hâlâ yüzümdeydi. Gözlerinin içindeki o derinliğe bakarken korkuyordum. O ise inat ederek gözlerini yüzümden çekmiyordu. "Çok acıyor mu?" Diye mırıldandım kafamı kaldırmadan. "Kolum değil, kalbim acıyor hemş...