Tanrım! Babam ciddi olamazdı! Bu manyakla evlenemezdim.
O , ilk tanıştığımız andan beri peşimdeydi ve ilk tanıştığımızda daha 12 yaşındaydım o ise benden üç yaş büyüktü.
Beni gördüğü anda ellerimi ellerinin içine almış ve evleneceğimizi söylemişti. İlk başta şaka sanıp gülsem de sonradan durumun ciddiyetinin farkına varmıştım.
Sarayımızda kaldıkları o beş gün boyunca hayatım cehenneme dönmüştü. Ona istemediğimi söylesem de bir sapık gibi peşime takılmış , her gün çiçekler vermiş ve şiirler yazmıştı. Saraydan ayrılacakları gün tekrar evleneceğimizi bir emir verir gibi söylemiş, ve bana çok pahalı olduğu her halinden belli olan bir yüzük vermişti. Sonra da yanağımdan öpüp gitmişti.
O gittikten sonra suratımı kaç kere ovalayarak yıkadım bilmiyorum ama o iğrenç dudakların bir daha yanıma yaklaşmaması için herşeyi yapardım. Yüzüğü de o tiksintiyle bir köşeye fırlatmıştım ve şu an nerede olduğuyla ilgili en ufak bir fikrim bile yoktu.
Vedalaştığımız andan beri bana her ay aşk mektupları yollayıp durmuştu, üç yıl boyunca! Ona bir kere bile cevap yazmamıştım çünkü eninde sonunda duracağını düşünmüştüm babamın beni onunla evlendirmeyi düşüneceğini değil..
Sonuçta o bir Moretti'ydi ve Morettilere hayır diyemezdiniz.
Dünyamız üç ana krallıktan oluşuyordu: Moretti, Griffiths ve Ferreira.
Bu ana krallıkların içinde de alt krallıklar bulunurdu ve bu alt krallıkların yönettiği ülkelerin insanları kendi krallarına , bu krallarsa ana krala hizmet ederdi.
Benim krallığımsa Moretti Ana Krallığı'nın alt krallıklarından biri olan Lukowskaia Krallığıydı.Moretti'nin alt krallıkları arasında en geniş ülke sınırlarına sahip olan krallıklar arasında üçüncü sıradaydık.
Babam Alexey ve annem Katyenka bu büyük krallığı yıllardır çok geliştirmiş oldukları için fazlasıyla zengin durumdaydık ve bu da benimle evlenen kişiye gidecek çeyizimin son derece yüklü miktarlar içereceğinin bir göstergesiydi.
Böyle bir durumda tabikide ana kral Adrian Moretti en büyük oğlunu benim gibi birisiyle evlendirmeyi kabul ederdi.
Tabikide kral babam da kendi soyundan bir kişiyi ana kraliçe yapma fırsatını kaçırmazdı. Bu durumu önceden farketmiş olmalıydım.
Öz kızının mutluluğu değil, krallığın çıkarları önemliydi tabiiki. Öncelik hep krallıktı ama şu an gelip prensi reddedersem de beni zaten krallığında istemediği için -en azından ben böyle düşünüyordum- bu durumu bahane ederek beni tahttan men edip ortanca kız kardeşim Jelena'yı varisi yapardı. O da zaten beni hiç sevmiyor gibi görünüyordu. Ne zaman onun bulunduğu bir ortama girsem neşesi kaçar, suratını ekşitir ve oradan ayrılırdı.
Tanrım, bu nasıl aile böyle..
Neyseki yaşama sevincim olan küçük kardeşim Anastasia vardı. En üzgün olduğum zamanlarda da beni güldürmeyi başarırdı.
Daha beş yaşındaydı ve sürekli etrafta koşturup durur, birşeyleri karıştırırdı.
Benim açık kumral saçlarım ve yeşil gözlerimin aksine o tamamen babamın bir replikası gibi altın sarısı saçlara ve masmavi gözlere sahipti.
Neşesi ve enerjisi hiçbir zaman bitmezdi. Onun kahkahası odadaki en mutsuz insana bile kahkaha atma hissi verirdi.
"Iri?" bir fısıltıyla düşüncelerimden sıyrıldım ve kendimi büyük yemek masasında misafirlerimiz ve ailemle beraber yemek yerken buldum. Bu dalıp gitmelerim son zamanlarda iyice artmıştı. Farkında olmadan herkese selam verip yerime oturup üstüne bir de yemeğimin yarısını yemiştim!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mühürlü Kalp
Historical FictionBir prenses düşünün. Olduğu şey yüzünden dışlanmış , kendi ailesi tarafından bile zarar görmüş. Yapayalnız. Ve o bir arayış içinde. O bir ev arıyor, ait olduğu yeri arıyor. Bir de bir kolyesi var , mühürlü. O mührü kırmalı.. ama bu kırılması gereke...