Fernando bizi geldiğimden çok farklı bir yoldan geçirerek mağaradan çıkarttı.
Mağaradan çıktığımızda karşılaştığım manzara ise daha da şaşırtıcıydı. Benim girdiğim kısım kurak ve sisliyken bu giriş ferah, çimenli ve esintiliydi. Bir an, mağaranın ne kadar büyük bir alanı kaplıyor olduğunu farkettim. Eğer diğerleriyle karşılaşmamış olsaydım beni asla bulamayabilirlerdi. Böyle olmadığı için mutlu bir havaya büründükten sonra etrafı incelemeye devam ettim.
Sis, bulunduğumuz ortamın etrafını bir çember şeklinde çevrelemişti ama bu kısma hiç ulaşmıyordu. Fernando bu alanı büyüyle yaratmış olmalıydı. Gerçekten huzurluydu ve rüzgar, insanın bütün sıkıntılarını alıp götürmek istermişçesine esiyordu.
"Burası mağaraya yaptığımız girişe hiç benzemiyor." diyen Giselle'in sesiyle kendime geldim ve kafamı onaylarcasına salladım.
"Benim girdiğim de aynı şekilde. Siz mağaraya nasıl ulaşmıştınız?" diye merakla sordum.
"Uyandığımızda etrafta hiç kimse yoktu ve yerde öylece yatıyorduk. Bir anda şu bayılmamıza neden olan yaratıklar ortaya çıktı ve bize doğru gelmeye başladılar. Dövüşmeyi denedik ama sayıları giderek artıyordu. Biz de gördüğümüz ilk sığınağa girmeye karar verdik. O da şans eseri bu kocaman mağaranın girişlerinden bir tanesiymiş. Yaratıklar bizi orada da takip etti ama kurtulmayı başardık." diye açıklayan Alec'e kafamı salladım.
"Peki kurtulmayı nasıl başardınız? O kadar fazlalarsa en azından sizinle karşılaştığımda hala birkaçı peşinizde olmalıydı." diye sordum.
"Eh, biraz yardım da aldık tabii." diyen Adelaide'e şaşkınca baktım.
"Ne yardımından bahsediyorsun?" diye sorduğumda panikleyen Addy'e tek kaşım kalkmış bir şekilde şüpheyle baktım.
Ona cevap vermesi için baskı yapmayı planlıyordum ama bir anda yanımızda bitip kolunu omzuma atıp beni de beraberinde götürmeye başlayan Fernando beni engellemiş oldu.
Bu herif fazla yakın davranıyordu ama mührümü o kaldıracağı için onu tersleme isteğimi bastırmam gerekecekti. Utangaçlığım ve her türlü temasa karşı kızarma özelliğim olabilirdi ama herşey de bir yere kadardı.
Beni malzemelerini üstüne koyduğu taşın yanına gelene dek bırakmadı. Sonrasındaysa birkaç malzemeyi alıp birbirine karıştırmaya başladı. Birşey söyleyecekmiş gibiydi ama nedense söylemiyordu.
"Merak ettiyseniz burası benim büyüyle oluşturduğum bir alandır. Dışarıdan görülemez. Bu şekilde tehlikeleri de uzak tutar. Evime de en yakın giriş budur. Dağdan ayrılmam gereken zamanlar dışında hep burayı kullanırım. Sizce de çok huzurlu değil mi?" diye konuştu işine devam ederken.
Sormak istediğinin bu olmadığının farkındaydım o yüzden cevap vermedim.
"Daha önceden tanışmışız gibi hissetmemin nedenini biliyor musunuz? Babam hep bu anın geleceğini ve sizi tanıyacağımı söylerdi. Daha önceden hiç karşılaşmadığım birini görünce nasıl tanıyacağımı hep merak etmiştim ama bir çözüm bulamadım. Maalesef babam bana bunu açıklayamadan yakalandı. Bana büyücülüğü öğreten babamın hala yaşıyor olduğunu bilmek güzel." diye konuştuğunda kafasını kaldırmadan işini yapmaya devam ediyordu. Ailenin onun için hassas bir konu olduğunu anlayabiliyordum.
Sıkıntılı bir iç çektim. Anlatmakta tereddüt ediyordum ama bilmeye hakkı vardı.
"Annem sayesinde." dediğimde durdu ve anlamamış bir şekilde kafasını kaldırıp bana baktı.
"Ben de babanızı ve seni gördüğümde daha önceden tanışmışım gibi hissettim. Bunun nedeni bir görücü olan annem. Biliyorsun görücülerin özel yeteneklerinden biri, bir görüntüyü başka bir kişinin anılarına ekleyebilmektir. Annem kendini zorlayıp bütün gücünü topladı ve şu anki hallerimizi üçümüzün anılarına ekledi. Sanki hep oradaymış gibi. Ben daha bebekken bile sen benim şuanki halimi tanıyordun. Aynısı benim için de geçerli." diye açıkladığımda kafasını salladı. Şaşırmışa benzemiyordu ki bu ilginçti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mühürlü Kalp
Historical FictionBir prenses düşünün. Olduğu şey yüzünden dışlanmış , kendi ailesi tarafından bile zarar görmüş. Yapayalnız. Ve o bir arayış içinde. O bir ev arıyor, ait olduğu yeri arıyor. Bir de bir kolyesi var , mühürlü. O mührü kırmalı.. ama bu kırılması gereke...