"Irina? Uyanık mısın?" diyen birinin sesini duydum. Brandon..
Son yirmi dört saatte olan herşey teker teker beynime dolmaya başladı.
Yerimde rahatsızca kıpırdayıp doğrulmaya çalıştım ama başaramadım. Sağlam gözümü yavaşça açıp gözümü loş ışığa alıştırmak için birkaç kere kırpıştırdım.
"Bunu içmelisin. Kaptan gemide bir şifacı olmadığını ve ülkeye ulaşana kadar ancak bunu içersen yaralarının kötüleşmeyip olduğu gibi kalacağını söyledi. Ayrıca acı hissini en aza indirecekmiş." diyen Brandon içinde toz pembe bir sıvı olan minik bir şişeyi bana gösterdi.
Gözlerinde şefkat ve endişeden başka birşey görünmeyen Brandon'a merakla baktım. Yoksa bu.. bir iksir miydi? Bunların hepsini Brandon nasıl ayarlamıştı? Yoksa Brandon'ın büyücülerle bir ilişkisi mi vardı..
"Bu.. bir ilaç mı?" diye hala hırıltılı çıkan sesimle konuştum.
"Hayır. Bu bir iksir. Şifacı büyücüler tarafından hazırlanıyormuş. Bugüne kadar hiç böyle birşeyden haberim olmamıştı.." diye açıklayan Brandon beni belimden dikkatlice tutarak doğrulttu sonra da iksiri içirdi.
Ben iksirin iğrenç tadından kurtulmaya çalışırken Brandon da elini kafasının arkasına götürüp kaşıdı ve suç üstü yakalanmış minik bir çocuk gibi gülümseyerek konuşmaya devam etti.
"Aslında sen büyücülük suçundan saraydan götürülene kadar büyücülerin ve büyünün küçük çocuklara anlatılan bir peri masalı olduğunu düşünüyordum. Üvey kardeşimin de boş yere öldürüldüğünü düşünüp kızardım hep.." dedikten sonra gözlerini kaçırdı.
Onun bu haline gülümsedikten sonra saçlarını karıştırıp onu sinir etmek istedim ama.. kolum yerinden kalkmadı.
Söylediği gibi iksir işe yaramıştı. Çok az bir sızı hissediyordum arada ama sonuçta yaralar orada duruyordu..
Bu düşünceyle gülümsemem silindi ve kafamı yukarı kaldırıp boş boş tavana bakmaya başladım.
"Bütün bunları nasıl ayarladın Brandon?" diye merakla sordum.
Brandon sanki sormamı bekliyormuş gibi derin bir iç çekti sonra da anlatmaya başladı.
"Aslında bunları ben ayarlamadım. Delirmiş bir şekilde seni kurtarmak için sarayı terketmemden hemen önce annen gelip bana bu gemiyi ayarladığını ve seni bindirmem gerektiğini söyledi. Zaten geldiğimizde de kaptan bizi bekliyordu. Annen herşeyle ilgilenmiş. Bir de sana bu mektubu vermemi söyledi. Bana mektubun özel olduğunu ve açmamamı söylediği için şimdi üstündeki pelerinin iç kısmına tutturacağım." dedi ve pelerinimin açıldığını hissettim ama hemen sonra durdu.
Ne olduğunu görmek için kafamı indirdiğimde pelerinimin altında sadece iç çamaşırlarım olduğunu gördüm. Yanaklarımın kızardığını hissettim. Brandon da aynı durumdaydı. Beni böyle görmesinden dolayı son derece utanmıştım ama durumu daha da garipleştirmemek için birkaç kere öksürdüm. Brandon da kendine gelip hızlıca mektubu tutturduktan sonra pelerini geri kapattı.
Bir süre kimse konuşmadı. Brandon'ı birşeyin rahatsız ettiğini hissettim.
"Ağzındaki baklayı çıkar Bran. Biliyorum seni rahatsız eden birşey var. Söyle hadi." diyip ona merakla baktım.
Brandon gözlerini kapatıp gene iç çekti. Bunu bu aralar çok sık yapıyordu.
"Aslında seninle gelmemem gerekiyordu. Annen özellikle belirtmişti. Sadece seni kurtarıp gemiye bindirecek ve saraya geri dönecektim. Annenin dediğine göre daha sonra limanda biri seni karşılayacaktı ama seni o şekilde gördüğümde.. seni o şekilde gördüğümde seni bırakamadım. Seni kim olduğunu bile bilmediğim birinin ellerine bırakamadım. Irina, annen bir görevin olduğunu söylemişti. Ne olduğunu umursamıyorum. Bana söylemezsen de anlayışla karşılarım. Sadece yanında bulunmak istiyorum." diyip umutla bana baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mühürlü Kalp
Historical FictionBir prenses düşünün. Olduğu şey yüzünden dışlanmış , kendi ailesi tarafından bile zarar görmüş. Yapayalnız. Ve o bir arayış içinde. O bir ev arıyor, ait olduğu yeri arıyor. Bir de bir kolyesi var , mühürlü. O mührü kırmalı.. ama bu kırılması gereke...