Saatlerdir durdurak bilmeden at sürüyorduk. Eninde sonunda atlar da yorulacağı için bir kasabada konaklamamız gerekeceğinin farkındaydım ama o zaman gelene kadar sürmeyi planlıyordum.
Gözüm önümdeki yoldan başka hiçbirşeyi görmüyordu. Kendimi dış dünyadan tamamen soyutlamıştım.
Usta bana gideceğim yolu ve geçeceğim yerleri anlattığı için bir haritaya ihtiyaç duymuyordum ama konsantrasyonum dağılırsa kafam karışıp yanlış yöne gitme ihtimalim de yok değildi.
Diğerlerinin acelemi anlamasını ummaktan başka çarem yoktu. Zaten usta onları büyük bir ihtimal üstü kapalı bir şekilde bilgiilendirmiştir diye düşünüyordum.
Yolculuk boyunca aklım düşüncelerle doluydu. Şu an bile düşünceler beynime doluşmaya devam ediyordu.
Kafam çok karışıktı. Herşeyden önce başarıp başaramayacağımızı düşünüyordum. Sonuçta bu on beş günün sonunda ya aklını yitirmiş bir hiç kimse ya da savaşa giden bir prenses olacaktım. Herşeyin belirsizlik içinde olması ve tek bir hatada herşeyin mahvolma ihtimali olması ise beni deli ediyordu.
Aklımdaki bir diğer soru ise , her ne kadar dile getirmek istemesem de, Leon'un niye gelmediğiydi.
Beni korumak için o kadar uğraşa girmiş, ben ondan habersiz her birşey yaptığımda olay çıkarmıştı ama şimdi.. şimdi burada değildi. En ihtiyacım olduğu zamanda.. Tanrım, Irina saçmalamayı kes ve yola odaklan! Kimseye ihtiyacın olduğu falan da yok, kendine gel!
Tam da bu sırada karşımda kocaman bir duvar belirdiğinde bunun nereden çıktığını anlayamaz bir şekilde dizginlere asılıp hızla giden atı durdurmaya çalıştım. Ani hareketim ve bir anda önünde beliren duvar karşısında şaha kalkan ata düşmemek için sıkıca tutundum ve onu kendine getirmeye çalıştım. Bunu başardığımda ise üçlü çoktan bana yetişmişti.
Tahmin etmeliydim.. Adelaide'in büyüsü.
"Anna.. bir an önce oraya varmak istediğini anlayabiliyoruz. Ben de delirmek üzere olsam aynı şekilde davranırdım ama-" diye konuşan Giselle'e tehlikeli bakışlarımı yollarken beline gelen Adelaide'in dirsek darbesiyle susan Giselle, kafasını başka yöne çevirdi.
"Giselle'in demek istediği, saatlerdir durdurak bilmeden sürüyoruz. Neredeyse on iki saat olmuş olacak. Sen ne durumdasın bilemiyorum ama ne atlar ne biz daha fazla dayanabiliriz. En yakındaki kasabada konaklamamızı öneriyorum. Bu şekilde herkes kafasını toparlayabilir ve sabah sakin kafayla yola devam edebiliriz." diye konuşan Adelaide'in son cümleyi özellikle söylediğinin farkına varmıştım.
Kafamı olumlu anlamda salladıktan sonra bu sefer daha normal bir hızda yolumuza devam ettik.
On iki saat demek.. Bu kadar süre.. yemeden ve içmeden devam etmiştim.. Şöyle bir düşündüğümde gerçekten hiç acıkmadığımı farkettim. Durmadan üç gün boyunca yoluma devam edebilecek durumdaydım ama atım aynı durumda değildi. Yorulduğuınu hissedebiliyordum.
Karşıda bir yol ayrımı görüğümde yavaşladım. Bir tanesi devam etmemiz gereken yolken diğeri bir kasabaya çıkan yoldu. Girişinde bir tabela olması anlamamı kolaylaştırmıştı.
"Burada gruplara ayrılıyoruz. Kimse yalnız hareket etmeyecek. Alec ve Giselle, siz bu kasaba çıkışının gitmemiz gereken yola bağlanıp bağlanmadığına bakacaksınız. Eğer bağlanmıyorsa tekrar yola çıkarken buraya geri dönüp buradan gideceğiz. Adelaide ve ben ise atlarımızın da dinelenebileceği bir han bulacağız sonra da bir tehlike var mı diye kasabayı kontrol edeceğiz. En geç iki saat içinde kasaba meydanında buluşalım. İki saat içinde birbirimizi bulamazsak kasaba içinde arayışa çıkacağız. Anlaşıldı mı?" diye kesin bir ses tonunda konuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mühürlü Kalp
Historical FictionBir prenses düşünün. Olduğu şey yüzünden dışlanmış , kendi ailesi tarafından bile zarar görmüş. Yapayalnız. Ve o bir arayış içinde. O bir ev arıyor, ait olduğu yeri arıyor. Bir de bir kolyesi var , mühürlü. O mührü kırmalı.. ama bu kırılması gereke...