Karşımdaki bana boş gözlerle bakan ve az önce beni öpmeye çalışan adama bir sürü sorularım vardı ama bunları düşünmeyi bırakın sinirlenemiyordum bile. Sanki beynim boşaltılıyormuş gibiydi. Birşeyler sürekli eksiliyordu ama ne olduğunu bilmiyordum.
En son.. Brandon'la gemideydik değil mi? Peki niye işkenceden dolayı yaralı değildim?
Beynimi cevaplar için zorladığımda çok büyük bir acının bastırdığını hissettim. Sanki birisi bir çekiçle kafama ardarda vuruyordu. Kafamı ellerimin arasına aldım ve dişlerimi sıkarak büküldüm. Aynı birşeylerin eksilme hissi hala devam ediyordu.
"Prensesim. Şimdi beni dinlemelisiniz. Elimdeki bu şişedeki sıvı, başınızın ağrısını geçirecek. Bana bakın, beni tanıyorsunuz. Size yardım etmek istiyorum."
Hızlıca ama bir o kadar da yumuşak konuşan adama doğru kafamı kaldırdım. Daha önce görmediğimi hissettiğim halde tanıdık geliyordu. Başım o kadar acıyordu ki elindeki şişeyi alıp hemencecik dudaklarıma götürdüm.
İlk yudumu aldığımda sıvı boğazımı yakınca şişeyi bırakmak istedim ama adam beni engelledi. Bir eliyle çenemden tutarken bir eliyle de şişeyi tutarak içmeye devam etmem gerektiğini belirtti.
Şişeyi geri tuttuğumda beni bırakıp geri çekildi ve etrafımda olduğunu yeni farkettiğim kişilerle beni izlemeye başladı.
Şişedeki sıvıyı son damlasına kadar ağzıma doldurduktan sonra tek seferde yuttum. Acı sıvı boğazımı yakarken yüzümü buruşturdum ve birkaç defa hafifçe öksürdüm.
Başımın acısı hızla azalırken minnettar bir şekilde bana şişeyi veren adama baktım. Ona teşekkür edip kim olduğunu ve neler olduğunu soracaktım ki başım feci şekilde dönmeye başladı. Baş dönmemin etkisiyle sallanmaya başladığımı hissettim. Kolumun kontrolünü kaybederek elimdeki şişeyi düşürdüm. Şişenin düşüş sesi beynimde yankılanırken görüşümün kaydığını farkettim.
"Bana ne içirdin.. başım.. dönüyor.." diye mırıldandıktan sonra vücudumun yere çarptığını hissettim ve bilincim ellerimden kayıp gitti.
- Fernando'nun Ağzından -
Prensesin baygınlığının üzerinden iki saat geçmişti ama hala uyanmamıştı. Giselle, diğer kız ve ben burada onun uyanmasını beklerken Leon, arka odamı harabeye çeviriyordu. Alec denen herif ise onu yatıştırmaya gitmişti ama hala birşeylerin kırılıp dökülme ve bağırış sesleri gelmeye devam ediyordu.
Leon'u daha önce hiç bu kadar sinirli görmemiştim. Onu iyi tanırdım, çok güçlüydü ve herşeyin üstesinden gelebilirdi ama bu.. Bu çok farklı bir durumdu. Tamamen kendini kaybetmiş gibiydi. Gücüne teslim olmamasını ummaktan başka çaremiz yoktu. Eğer işler o raddeye gelirse buradan kimse canlı çıkamazdı. Hatta sadece burada değil, bütün dağda bir tek canlı varlık kalmazdı. Açığa çıkan o muhteşem güçten sonra ortada bir dağ kaldıysa tabii..
"Fernando, o iyi olacak mı?" diye ağlamaklı bir şekilde soran kıza baktım.
Prensesin elini sanki onu incitmek istemezmiş gibi yumuşakça tutuyordu ve şefkat ile endişe karışımı duygularla onu seyrederken cevabımı bekler gibi kafasını kaldırıp umutla bana baktı.
Ona umut verici bir şekilde gülümseyip kafamı sallamak isterdim ama işler şu anda hiç de iç acıcı halde değildi.
"Bekleyip görmekten başka çaremiz yok. Şu anda kendi kafasının içinde bir savaş veriyor. Uyanmak ya da uyanmamak tamamen onun güçlü olmasına bağlı ki burada güçten kastettiğim büyü gücü değil, ruhsal güçtür. O.." diye açıklarken duraksadım. Bunu söylerken yüzüne bakmak istemediğim için bakışlarımı Prensese çevirdim ve rahatsız bir nefes verdim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mühürlü Kalp
Historical FictionBir prenses düşünün. Olduğu şey yüzünden dışlanmış , kendi ailesi tarafından bile zarar görmüş. Yapayalnız. Ve o bir arayış içinde. O bir ev arıyor, ait olduğu yeri arıyor. Bir de bir kolyesi var , mühürlü. O mührü kırmalı.. ama bu kırılması gereke...