1.Sezon 1.Bölüm(düzenleniyor)

1.2K 34 4
                                    

İstanbul Yolculuğu


1514 Osmanlı;
Ayşe Hafsa sultan, eşi Sultan Selim'den izin alarak Manisa'dan İstanbul'a yola çıkmıştı.

Saraya oğlu, şehzade Süleyman için hususi bir cariye getirtmek için gelmişti. Sultan Selim o sıralar seferdeydi. Hafsa sultan eşine bu konu hakkında da bir mektup gönderdi. Kız kardeşi, Kabardey Çerkes hükümdarı İdar Mirza'nın zevcesi Nazcan Hatunun kızını saraya getirmek istiyordu.

Ayşe Hafsa sultan, Sultan Selim'den onay mektubu gelince kız kardeşine de bir mektup yazdı. Bu mektup, her şeyden habersiz uzaklardaki Çekres Prensesi Malhurub İdernova'nın hayatını tamamen değiştirecekti.

Mektup yerine ulaştı. Nazcan hatun eşiyle konuştu ve kararlaştırıldı. Malhurub Osmanlı'ya gönderilecekti. Ertesi sabah babaannesi durumu açıklamak için kızı yanına çağırdı. Genç kız neşeyle babanesinin yanına gitti ama üzgün döndü. Ailesinden ayrılmak, uzaklara gitmek istemiyordu. Çok üzülmüştü ama biliyordu bir gün evlenecekti. Babaannesi ona "Nasıl olsa evleneceksin yavrum. Git bahtın değişsin. Osmanlı'ya sultan ol ki bahtın güzel olsun." demişti.

Günler geçti ayrılık vakti geldi. O gün herkes hüzünlüydü. Malhurub'un eşyalarını at arabasına yerleştirdiler. Annesi ve babası hâlâ gelmemişti. Babaannesiyle sıkıca sarıldılar. Yaşlı kadın hüngür hüngür ağlıyordu. Malhurub'un da gözleri dolmuş, ufak ufak yaşlar dökülmeye başlamıştı gözlerinden.

Babaannesi elini öpen torunununa şefkatle baktı,
"Bahtın güzel olsun yavrum. Elmaslar, altınlar, ipekler içinde ihtişamlı bir yaşam sür. Saadetin daim olsun..." dedi.

Annesiyle babası da geldiler. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Ama annesinin karşıdan geldiğini görünce bir yaş süzüldü beyaz tenli yanağından. Annesi hızla ona sarılınca kendini daha fazla tutamayıp ağlamaya başladı. Anne kız hem birbirlerine sıkıca sarılıyorlar hem de hüngür hüngür ağlıyorlardı.

Zor da olsa ayırdılar onları. Kardeşleri ve babasıyla da vedalaştı. Arabaya giderken annesi tekrar sarıldı ona. Daha sonra arabaya bindi. Gitme deseler kalacaktı. El mecbur bindi arabaya. Geride bıraktığı, gözü yaşlı ailesine el salladı. Bir an vazgeçmek geldi aklına ama geç kalmıştı. Atların kişnemesiyle, araba hareket etti ve Malhurub'un Osmanlı'ya olan yolculuğu başladı.

Payitahta geldiler. Umutsuzca saraya girdi. Çok etkilenmişti saraydan. İhtişamı gözlerini kamaştırıyordu, etrafına büyülenmiş gibi bakıyordu. Yanına bir harem kalfasının gelmesiyle dikkati dağıldı. Kalfa, kendisini takip etmesini söyleyerek yürümeye başladı.
"Talihli kızsın. Buraya hususi gönderilmişsin."

Kalfa, Malhurub'u hamama götürdü. Bir havlu verip onu yalnız bıraktı. Genç kız yolda gelirken hayli terlemişti. Bu yüzden su iyi geldi. Suyu döktükçe gözyaşları suyla karıştı. Yalnız olmasını fırsat bilerek bıraktı kendini, hıçkıra hıçkıra ağladı. Taki kalfa gelesiye kadar. Kalfanın geldiğini görünce refleks olarak elleri gözlerine gitti. Göz yaşlarını silmeye çalışıyordu ki sudan dolayı ağladığının belli olmadığını farketti. Göz yaşları su damlalarıyla birbirine karışmıştı.

Kalfa onu hamamın kuru bir köşesine götürüp saçını kuruladı, temiz kıyafetler verdi. Kol ve ayak bileklerine kadar uzanan, beyaz, kalitesiz bir kumaştandı kıyafeti. Malhurub üstünü giydikten sonra kalfa onu bir dairenin önüne getirdi.
"Bu daire padişahın kadını, Ayşe Hatunun dairesi. Hafsa Sultan da içerde. İçeri girince dizlerini böyle kırıp selam vereceksin başın, eğik olacak. Emir gelmedikçe zinhar başını kaldırmayacak, sual edilmedikçe konuşmayacaksın."

Malhurub hafif heyecanlanmıştı. Hafsa sultan, yeğenini en son kardeşini ziyarete gittiğinde, Malhurub üç yaşındayken görmüştü. Malhurub küçük olduğundan teyzesini hatırlamıyordu. Bu yüzden çok merak etmişti onu.

İçeri girdiğinde kalfanın dediklerini hatırlayıp selam verdi. Ayşe hatun, "başını kaldır" dedi. Hafsa sultan, genç prensese hayranlıkla baktı. Karşında, hatırladığı üç yaşındaki bebekten eser kalmamıştı. On beş yasında, çok güzel bir kız olmuştu yeğeni.

Hafsa sultan, Malhurub'a yaklaşmasını söyledi. Malhurub çekinerekten bir iki adım attı. Hafsa sultan onu samimi bir şekilde kucakladı.
"Ne kadar da büyümüşsün. Çok güzel olmuşsun tıpkı annen gibi. Aynı Nazcan'ın gençliğine benziyorsun."

Malhurub'un gözleri dolmuştu. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Annesini özlemişti...
Hafsa sultan ve Ayşe hatun sedire oturdular, kıza da minderde yer gösterdiler. Sohbete daldılar, ikisi de çok neşeliydi. İran'daki ordudan iyi haberler gelmeye başlamıştı. İki kadın, Sultan Selim ve askerler yakında zaferle dönerler diye düşünüyordu.

Ayşe hatun Bosfor'u iyice süzdü, beğenmişti onu.
"Pek güzelmiş maaşallah. Bahtı da kendi gibi güzel olsun..."

"Amin."

Ayşe hatun, Şehzade Süleyman ve Hafsa sultanın kızlarını kendi çocukları gibi görüyor, seviyordu. Onlarda Ayşe hatunu ikinci anne bellemişler, saymışlardı. Aynısı Hafsa sultan ve Ayşe hatunun kızları içinde geçerliydi.

***

Malhurub'u taşlığa, cariyelerin yanına gönderdiler. Cariyeler, Malhurub'un hususi cariye olduğunu duymuşlardı, bu yüzden ona kinle bakıyorlardı. Malhurub anlam veremediği bakışlardan rahatsız olsa da ses etmeden demeden bir köşeye geçti.

Gece vakti ise ailesinin özlemiyle sessizce ağladı. Tüm cariyeler uyurken o ağladı. Uzun süre uyuyamadı. Sonunda dayanamadı, kendini uykuya bıraktı. Ama ailesinden ayrıldığı geldi kâbusuna. Kan ter içinde uyandı. İki saat anca uyumuştu, uyandığında hava hafif aydınlanmaya başlamıştı. Cariyeler mışıl mışıl uyuyordu. Onlar da ailesinden ayrılmışlardı. Nasıl bu kadar rahat uyuyabiliyorlar diye düşünmeden duramadı.

Bölüm sonu!

KAYBEDEN SULTANLAR: Mahidevran SultanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin