13.Bölüm:Kara Bulutlar Dağılıyor

247 10 2
                                    

Kara Bulutlar Dağılıyor


Hafsa sultan ve Hatice sultan düğün için önceden İstanbul'a gitmişti. Onlar gideli iki hafta oluyordu şimdi ise diğerleri İstanbul'a doğru yola çıkacaklardı.

Günler süren yolculuk sonrası Topkapı Sarayına vardılar. Mahidevran Süleyman'la beraber hasodaya gitti. Sultan selim torunlarını gördükten sonra Gülfem ve Mahidevran'a izin verdi. Süleyman ve kızlar biraz daha kaldılar.

Mahidevran kucağında Mustafa'yla kendisi için hazırlanan daireye gitti. Gülşah da yanındaydı, hayran hayran saraya bakıyordu.
"Sultanım ben Manisa pazarlarından saraya gelmiştim. Buraya ise hiç gelmemiştim ne güzel bir yermiş."

"Öyledir. Bu saray insanı güzelliğiyle, ihtişamıyla büyüler. İnşallah bu saray bir gün benim ve Mustafa'mın olacak."

"İnşallah sultanım..."

***

Ertesi gün Beyhan Sultan da gelmişti. Yüzünde güller açıyordu. Sadece kardeşi için değil kendisi içinde mutluydu. Çünkü yola çıkmadan önce gebe olduğunu öğrenmişti. Şimdi herkese müjdeyi duyurdu. Hanedan üyeleri eskisi gibi neşeli günler geçirmeye başladı. Üzerlerindeki kara bulutlar adeta dağılmıştı.

Şenlikler başladı. Kına gecesi oldu. Bu sabah nikah kıyıldı. Şimdi ise Hatice sultanın yeni evine gitme vaktiydi. Erguvan rengi, ihtişamlı kaftanıyla çok güzel olmuştu Hatice sultan. Sırasıyla annesi ve babası onunla özel bir konuşma yaptı. Annesiyle uzun uzun sarılıp ağlaştılar. Kardeşleriyle, ikinci annesi bellediği Ayşe hatunla vedalaştı. En son yeğenleri, Mahidevran ve Gülfem'le vedalaştı. Gülfem sarılırken Hatice sultanın kulağına fısıldadı,
"Çok mutlu olun sultanım. Sakın kendinizi üzmeyin, bir derdiniz olursa bana yazın."

Hatice minnetle baktı Gülfem hatuna. Gülfem bekli üç yıldır hayatlarındaydı. Lakin çok iyi anlaşmışlardı ikisi. Hatice Gülfem'i arkadaş gibi benimsemişti. Tıpkı Şahuban ve Fatma'nın Mahidevran'ı benimsemesi gibi.

Şehzade Süleyman Mahidevran'ın dairesine gitti. Süleyman'ın gelmesiyle Gülşah ve diğer cariyeler çıktı. Mahidevran hiç istifini bozmadan aynada kendisini izlemeye devam etti. Süleyman gözdesine arkadan sarılıp boynundan öptü. Mahidevran kocaman gülümseyip Süleyman'ın ellerini tuttu. Sonra elleri gerdanındaki kolyesine gitti.
"Sizin hediye kolyeniz şehzadem. Nasıl yakışmış mı?"

"Gülbahar'ım, güzeller güzeli gözdem. Sana ne yakışmazki?"

Birbirlerine güldüler. Süleyman daha sonra yataktaki oğlunu sevmeye başladı. Mahidevran aynada kendine son bir kez baktı. Kırmızı, gösterişli bir kaftan giymişti. Elleri kaftanıyla aynı renk olan örtüsüne gitti. Süleyman yüzünden bozulmuştu. Örtüsünü ve saçlarını düzeltip baba oğulu izlemeye koyuldu.

Hatice sultan gösterişli, etrafı tüllerle bezenmiş saray arabasına bindi. Binesiye kadar metanetini korumuştu fakat arabaya biner binmez gözünden yaşlar boşandı. Şimdiden özlemişti ailesini. Hatice sultanı yollayınca şenlikler devam etti. Mahidevran has bahçede sultanlar için kurulan çardağa gitti. Ayşe Hafsa sultan ve Ayşe hatun divanda oturmuş, diğerleri de minderdeydi. Hafsa sultanın gözü yaşlıydı, bir kızının mürevvetini görmüştü sonunda. Mahidevran hayran hayran gözü yaşlı kayınvalidesine baktı. Ağlamış hâliyle bile güzelliğinden bir şey eksilmemişti. İçinden onu teselli etmek geldi.
"Ağlamayın validem, eminim Hatice sultanımız çok mesud olacaklar."

"Tıpkı Beyhan sultanımız gibi." diye ekledi Gülfem. Beyhan sultana gülümseyerek. Beyhan da karnını okşayarak ona gülümsedi.

Bir cariyenin getirdiği tepsiden şerbetlerini aldılar. Hem içtiler hem sohbet ettiler. Yanlarına adı Sümbül olan bir harem ağası geldi. Acemi sayılırdı, aynı zamanda bererikli bir ağaydı. Bu genç hadım saraya geleli henüz dört ay olmuştu fakat yetenekleri ve becerileriyle Ayşe hatunun dikkatini çekmişti.
"Sultan Selim hazretleri torunları Şehzade Murad ve Şehzade Mustafa'yı yanına istiyor."

Sümbül ağa, sultanların yanlarında duran bir diğer harem ağasıyla Murad ve Mustafa'yı hünkâra götürdü.

***

Manisa'ya dönme vakti gelmişti. Vedalaşıp arabaya bindiler. Şah sultan İstanbul'da kalmak yerine Manisa'ya gitmeyi tercih etti. Onlar yola çıktı Sultan Selim de sefer hazırlıklarını hızlandırdı. Şehzade Süleyaman'ı Anadolu'nun güvenliği için yine sancağında bırakmıştı.

2 ay sonra;
İbrahim ve Süleyman bahçede sohbet ediyorlardı. Şah sultan İbrahim'in geldiğini öğrenir öğrenmez bahçeye koştu. Süleyman konuşmasını bitirince Şah'a baktı yanında Fatma'nın olmamasına şaşırmıştı.
"Şah'ım Fatma nerde? Yoksa hasta mı? Siz hep beraber gezerdiniz."

"Hasta degil, gelmek istemedi."

Süleyman tekrar İbrahim'e döndü. Onlar konuştu Şahuban dinledi. Güllerin yanındaydılar, güller çok güzel açmış, bahçede görsel şölen oluşturuyorlardı. İbrahim şehzadeden izin isteyip bir kırmızı gül koparttı. Kırmızı gülü Şah sultana uzattı. Şah sultan heyecanla gülü aldı. Doğrusu çok mutlu olmuştu. Gülü koklayarak dairesine gitti. Aslında İbrahim'in amacı şehzadenin kardeşini ve bir çocuğu sevindirmekti ama Şah sultan yanlış anlamıştı.

Dairesine gider gitmez gülü bir kutuya koydu. İbrahimden hoşlanıyordu. Duygularını kendine de itiraf etti sonunda. Fakat şimdi ne yapmalıydı? Aklına mektupla aşkını itiraf etmek geldi. Masanın başına geçti, bütün gününü mektup yazmakla geçirdi. Akşam dairesine Fatma sultan geldi. Şah sultan duygularını birine ifade etmek, aşkını anlatmak istiyordu.
"Sana bir diyeceğim var kardeşim. Zinhar kimseler bilmeyecek. Sen ve ben..."

Masadaki kağıdı Fatma'nın eline tutuşturdu. Kendisi de sedire oturdu. Fatma merakla elindeki kağıdı okumaya koyuldu. Okuyunca gözleri kocaman açıldı.
"Abla! Bu ne demek oluyor?"

"Okudun işte... Şimdi ne yapmalıyım mektubu İbrahim'e vereyim mi?"

"Sakın yapma! Validem ve şehzade abim duyarsa sana çok kızar. İbrahim ağayı da cezalandırılar."

"Ama onun bir suçu yok? Lakin haklısın çok kızarlar. Biraz daha büyümem gerek galiba."

Bu mesele böylece kapandı. Şah sultan yazdığı mektubu işlemeli kutuya, gülün yanına koydu. Kutuyu sandığın en dibine, kaftanlarına arasına yerleştirdi.

4 ay sonra aralık 1516;
Şah sultan dikkatlice Mahidevran'ın elindeki mendile baktı. Mahidevran'ın becerilerine hayran kaldı küçük sultan. Aklına birden güzel bir fikir geldi.
"Mahidevran, bana da öğretsene."

"Tabiki öğretirim..."

"Destur Şehzade Süleyman hazretleri!"

İkisi de ayağa kalkıp selam verdi. Süleyman bugün meşgul değildi evlatlarıyla vakit geçirmek istiyordu.
Önce gözdesi ve kardeşine hâl hatır sordu sonra da oğlunu getirmelerini emretti. Gülşah hatun şehzade Mustafa'yı Süleyman'ın kucağına verip geri çekildi. Süleyman Mahidevran ve Şah'ın yanına oturup oğlunu sevmeye başladı.

Süleyman gittiğinde Şahuban ve Mahidevran hâlâ mendili işliyorlardı. Akşam oluncaya kadar devam ettiler. Şah sultan akşam yemeğinden sonra kendi dairesine Fatma'yı çağırdı.
"İbrahim'e bir mektup daha yazmaya karar verdim. İlki hiç hoşuma gitmiyor, yeniden yazmak daha iyi olur. Ha bir de mendil işleyeceğim onun için."

Fatma göz devirerek ablasının yanına yatağa oturdu.
"Validem ve şehzade abim öğrenirse ne olur söylememe lüzum var mı?"

"Bilmeyecekler..."

Fatma yine de karşı çıktı, ablasını ikna etmeye çalıştı. Fakat boşunaydı Şah sultan öyle inatçıydıki kardeşini dinlemedi. Ertesi günü mektup yazmakla geçirdi. Fakat bir türlü istediği gibi olmuyordu. Doğrusu böyle şeylerden pek anlamazdı. Eğer Hatice ablası burda olsa o yardım edebilirdi ama o yoktu. Aklına Mahidevran geldi. Sonuçta Mahidevran ve abisi Süleyman arasındaki aşk, Manisa sarayında dillere destandı. Ama Mahidevran'la henüz o kadar samimi değillerdi. Mektubu kendi yazdı, birkaç gün içinde zor da olsa mendil de hazırladı. Geriye İbrahim'in saraya gelmesi kalmıştı...

Bölüm sonu!

KAYBEDEN SULTANLAR: Mahidevran SultanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin