Boş, karanlık ve izbe bir sokakta yürüyordum. Nereye gittiğimi biliyordum, kaybolmayacağımı da biliyordum fakat içimden kaçmaya çalışan çığlığın sahibi kaybolmamı söylüyordu. Kaybolamazdım.
Eve giriş ve çıkışlarım kontrol ediliyordu. Dış kapının alarm sistemleri ve kamera kayıtları 24 saat içerisinde ona bildirim yolluyordu. Bunları engellemeye çalışmıştım. Beni bir oyuncağı gibi yönetmemesine karşı çıkmıştım. Sonuç ne olmuştu? Başarısızlık ve zaman kaybı.
Daha sonra ise kaçmalıyım diye düşünmüştüm. Yanıma gelmiyorlarsa, benimle yaşamak istemiyorlarsa eğer bana ihtiyaçları olmadıklarını varsayıp kaçmaya çalışmıştım. Sonuç? Başarısızlık.
Trajikomikti değil mi? Anne ve babam beni istemiyorlardı. Traji olan hayatımdı, komik ise hayatıma girmeyen insanlar.
Rahat hissediyordum. Boş, içindeki zehiri kusmuş ve özgür bir insan gibi hissediyordum. Park Jimin'e belki bir daha yazmayacaktım ama yazmak istiyordum. Bencil değildim, bana iyi geliyor gibi saçmalıklar söyleyecek de değildim. Sadece onda kendimi buluyordum.
On dakika gibi bir yürüyüşün ardından istediğim yere geldim. Aslında onun istediği, arkadaş bulmamı söylediği yere geldim. Bunu da denemiştim, hatta bu ilk zamanlar benim kaçış yolumdu. Başarısızlıkla dolu bir kaçış yolu. İlk gün geldiğim gibi değildim, ağlamıyordum aksine dudaklarımda aptal bir tebessüm canlanmıştı. İstediğini almak isteyen bir kaplan gibiydim, hedefim neydi bilmiyordum ama avıma usulca yaklaşıyordum.
Kapıdaki iki kas yığını bodyguardlar hiçbir şey demeden, kimliğimi sormadan bana geçmem için yer açtıklarında sorgulamadım. Beni hatırlıyorlar mıydı?
Şşş, umursama.
Adımlarım emin ve yavaştı. İçerisinin sıcak, ter ve içki birleşimi atmosferi içimin titremesine neden olduğunda gözlerimi devirdim. Midemin o gün ki gibi bulandığını hissettiysem de umursamak istemiyordum. Herkes gibi lavaboya giderdim ya da... bende ortalığa kusabilirdim.
Kimsenin yüzüne bakma gafletinde bulunmadan barmenin karşısında yerimi aldım. O gün burada siyah küt saçlı bir kız vardı, şimdi ise kıvırcık saçları dağınık olan bir adam duruyordu karşımda. O sormadan kuru dudaklarımı yaladım.
"Meyve kokteyli."
Sırıttı.
"Buraya gelen insanlar nadiren kokteyl içer," diye mırıldandı eline bardağı alırken. "Onlardansın anlaşılan."
"Yani?" Gözlerim tetikteymiş gibi bir içeceği hazırlamasını izlerken bir yandan da yüzünü inceliyordum. Güzel bir yüzü vardı.
"Hoşuma gitti."
Kokteyli önüme bırakırken gözleri gözlerimdeydi. Dudaklarım aralık bir şekilde nefes almaya başladım. Boğazım kuruydu ve aldığım her nefeste susadığımı hissediyordum. Konuşmak istediğim söylenemezdi ama o an biriyle konuşmak, ilginin odağında olmak hoşuma gitti. İçeceği dudaklarıma götürmeden önce, "Belli oluyor." dedim. Dilim tat alma duyusunu unutmuş gibiydi sanki, kokteyl saf bir suymuş gibi geldi. On saniye sonra aldım tadını ve dibini gördüğümdeyse bardağı hızla barmene uzattım.
Tadı... güzeldi.
Bir, iki, üç. Yavaş yavaş yanmaya başlayan midemin üzerine son kez içtim. Kokteyl alkollü olabilir miydi? Zira midem çalkalanıyordu ve barmenin kafasını ikili görüyordum. Gözlerimi yumup açtım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
park jimin | close your eyes
Fanfictioneuphoria: bana euphoria: yardım euphoria: et euphoria: sana bir sesli mesaj yolladı. euphoria: sana bir video yolladı. AÇMAK İÇİN DOKUN. - pjm: hey pjm: seni kim çekiyor? pjm: ya da sen kimsin? pjm: iyi misin? euphoria: hey euphoria: neden bahsed...