IX | dokuz

4.3K 311 40
                                    

geaz-y • halsey - him & i

Her şey yavaş çekimde gibiydi. Bana bakışları, göz bebeklerinin büyüyüp küçülmesi ve ne yapacağını şaşırması. Kulaklarım sanki olayın farkında değilmiş, onu duymak istemiyormuş gibi çınlamaya başladı. Biri içime ateş parçası fırlatmış, orada yangın çıkmış gibiydi.

"Ne yapıyorsun?!"

Elleri bileklerimden tuttu. Bir dakika... elleri soğuktu, neden?

"Acıyor mu?" diye sordu yüzünü buruşturarak. "Tabii ki de acıyor, gel sana yardım edeyim."

İlginin odağında olmak güzel demiştim fakat onun ilgisini çekmek istememiştim. Bunu cidden istememiştim ve boğazımdaki kuruluk büyürken yutkunmaya çalışmak aptallıktı.

Yüzü yüzümün çok daha yakınındayken kendimi geri çekip bar taburesinden kalktım. Elleri bileklerimi bıraktı, anlamadığını belirtir bir şekilde bana bakmayı sürdürdüğünde Namjoon dediği çocuk seslendi.

"Jiminie, orada ne yapıyorsun?"

Jimin'in kafası ani bir refleksle sesin sahibine döndüğünde hızla uzaklaştım oradan. İnsanlara çarpa çarpa, elimdeki ıslaklık hissinin arttığını hissederek koşmaya başladım. Mekandan ayrılmadan önce ortada büyük bir karmaşa bırakmış olmalıydım ki hoşnutsuzluğu andıran homurtuları işittim.

Canım acımıyordu.

Tuhaf mıydı?

"Hey, orada kal!"

Onun sesi. Nasıl anlatmam gerektiğini bilmiyordum çünkü kelimelerle aram yoktu fakat sesi bir şeyleri başardığımı hissettiren türde bir heyecan veriyordu bana. Dünya'nın en güzel manzarasından, bana en güzel melodiyle şarkı söylüyor gibiydi ki bunu çoktan başarmıştı. Verdiği değeri almasını iyi biliyordu.

"Sana yardım edeceğim dedim ve sen çekip gittin, öyle mi?"

Niye kaldırımın ortasında durmuş onu dinliyordum? Niye gitmiyordum?

Ayak seslerini saymaya başladım. Bir, iki, üç, dört ve beşinci adım, tam arkamda olduğunu net bir şekilde hissederken bir, iki ve üçüncü adımda önümdeydi. Herkes boyunun kısa olduğundan yakınıyordu fakat benden uzundu, hatta benden altı-yedi santim kadar uzun olmalıydı.

Yüzünü buruşturarak elleriyle ellerimi tuttu, yavaşça kendisine doğru çekerken burnumu çektim.

"Neden yardım edecekmişsin?" diye mırıldandım. "Beni tanımıyorsun bile." Dikkati tamamen kanın arsızca damarlarımdan boşalmasını ağırlayan elime kesilmişti. Arada bir kaşlarını çatıyor, burnunu kırıştırıyordu.

"Yardım etmek için illa seni tanımak zorunda değilim," dedi, gözleri gözlerimi bulduğunda. "Yanlışlıkla yaptığın bir şeye tanık olup, yardım etmeden buna göz yummam... ne kadar normal?"

Senin ses tonun... ne kadar normal?

Yutkunarak, "Buna mecbur değilsin." diye fısıldadım rüzgar saçlarımı uçurup ensemi yaladığında. "Teşekkür ederim."

Söylediğim şeyi umursamadan sol elimi tuttu ve peşinden yürümeye zorladı. Elleri küçük değil miydi? Nasıl ellerinin yanında küçük kalmıştı ellerim? İçeride soğuk olan elleri nasıl sıcacıktı şimdi? Rüzgar esip, nasıl ulaştırıyordu kokusunu burnuma?

Sorular kafamda uçuşurken ne ara gelmiştik siyah bir Jeep'in yanına? Zaman kavramı bundan yarım saat öncesine kadar akmıyorken, şimdi su olmuştu da ben vanayı açmıştım sanki. Bu durumdan hoşnutsuz muydum? Estağfurullah.

Yinede kolay bir kızmış gibi gözükmemek, evde yatıp şu kısacık anı düşünmek için ve gözünde tuhaf bir izlenim bırakmamak adına, "Yabancıların arabasına binemem..." diye mırıldandım. Önce beni dinlediğinden bile emin değildim fakat Jeep'in kapısını açıp bana dönünce anlamaya çalışır gibi bakışlarından anladım.

"Sana bir şey yapmayacağım," dedi. "Bana güvenebilirsin."

Gözlerimi kırpıştırdım.

"Hava soğuk, pansuman için arabanın bagajında sağlık çantası var." Kesik kesik nefes almaya başladım. "O yüzden şimdi şu arabaya biniyorsun, elinin mikrop kapmaması için pansuman yapıyoruz ve sonunda herkes yoluna gidiyor."

Onaylayıcı bir şekilde kafamı salladım.

"Güzel."

Gülümsedi.

Çok güzeldi.

Yardımıyla yolcu koltuğuna oturduğumda ardımdan kapıyı kapattı ve arabanın bagajına doğru ilerlemeye başladı. Gözlerimi yumdum.

Niye yardım ediyordu? Başkası görse o da yardım eder miydi? Bu anormal değildi, değil mi? Başkası olsa yine yardım ederdi elbette.

Bir el elime uzandığında oturduğum koltukta korkuyla zıpladım. Ne ara binmişti arabaya? Yüreğim düşmüştü sanırım ya da korkudan bırakmış falan olabilir miydim? Bu koku neydi?

Bu kötüydü ama hala espri yapabiliyor olmak güzeldi.

"Korkacağını düşünmemiştim." dedi muzipçe. "Kusura bakma."

"Dalgınlığıma geldi," dedim sesimi en normal seviyede tutmaya çalışarak. "Bakmadım."

Sonra her şey basit ve hızlı bitti. Elimi tentürdiyotla temizleyip, sargı beziyle sardığında bakışlarım yalnızca ellerindeydi. Avuçlarının içerisinde tuttuğu elime nazik davranmıştı. Gülmeyin, elbette bu büyük bir şey değildi fakat ben buna açtım. Uzun zamandır bu his bir yerlerde saklanıyordu ve ben o hisse aç olduğumu hissetmiştim.

"Bitti."

Sesi beni kendime getirdiğinde yutkunarak başımı aşağı yukarı salladım. Bitmişti, görebiliyordum ama gitmek istemiyordum. Gidersem eski hayatıma dönecektim, ve ben bunu hiç istemiyordum. Rahatsızlık vermek istiyordum, yalnızca bir kere.

Düşündüklerim ve yaptıklarım birbirleriyle uyuşmuyordu tabii ki.

"Teşekkür ederim," dedim. Sesimdeki boş tını gözlerimin yaşarmasına, boğazıma milyonlarca iğnenin batmasını sağlıyordu. Kalbim kan pompaladığı her saniyede ağırlaşıyor, nabzımın yavaşladığını hissediyordum. Yavaşça arabanın kapısını açıp indiğimde onun hiç kıpırdamadığını fark ettim. Ne bekliyordum ki? Hiç tanımadığı bir kıza yardım etmesi yetmiyor, bir de onunla ilgilenmesi mi gerekiyordu?

Aptallık.

Hızlı adımlarla karşıdan karşıya geçtim. Rüzgarın uğultusu nefeslerimi yutarken sol gözümden düşen bir damla yaş kendimden iğrenmeme sebep oldu.

 Rüzgarın uğultusu nefeslerimi yutarken sol gözümden düşen bir damla yaş kendimden iğrenmeme sebep oldu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
park jimin | close your eyesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin