XXX | thirty

2.8K 220 45
                                    

Paytak yürüyerek Jimin'i takip etmeye başladığımda salonda, sehpahanın üzerindeki saatin henüz öğlen üçü gösterdiğini gördüm. Bu saatte uykumun geldiğine inanamıyordum, ben geceleri bile zorla uyuyan bir insandım. Bu doğama aykırıydı.

Salonda kimse yoktu, demiştim ya herkes köşelerine çekildi diye onların köşeleri ya odaları ya stüdyoları ya da pratik odalarıydı. Sahi... bu evde bir dans pratik odası var mıydı? Turlara çıkacaklar mıydı? Çok meşgul olduklarını tüm dünya biliyordu fakat ben o kadar çok takip edemiyordum onların hayatını. Yalnızca küçüklük hayatımı bağlaştığım insana odaklanmıştım, aslında yalnızlığım beni ona sürüklememişti bu doğru değildi. O beni bırakmış, arkasına bakmadan gitmişti ve ben o günden beri onun izini sürmüştüm.

Siyah soğuk merdivenlerden çıkarken omzumun üzerinden salona baktım. Küçük koltuğa oturduğumda çıkarmıştım ayakkabılarımı ve şimdi onları alacak gücü bulamıyordum kendimde. Önüme dönüp kendi kendime omzumu silktiğimde elimi ağzıma götürüp güçlü bir şekilde esnedim. Cidden uykum vardı.

Gözlerimi yumup açtığımda Jimin omzunun üzerinden bana bakmış, gözlerimiz buluşunca hızla önüne dönmüştü. Farklı esnediğimden kaynaklanıyordu sanırım ama umursamadım ve en az aşağısı kadar büyük olan bu üst kata baktım. Sol taraf uzun ama dar bir koridoru ağırlarken sağ taraf daha geniş ama kısa bir koridordu. O sağ tarafa değil, sol taraftaki koridora girdi ve yürümeye başladı. Camdan iki odaya gözlerimi kocaman açarak baktım. Stor perdeler aralık durduğundan içerisi çok az gözüküyordu ama içerideki iki kişiyi seçmek zor değildi. Hoseok ve Namjoon bilgisayarın önünde oturmuş ciddi bir şekilde ellerindeki kağıtları okuyorlardı. İçerisi oldukça aydınlık, çok farklı ama güzel eşyalara sahipti.

Önüme dönüp Jimin'in koridorun sonunda kapısını açtığı odanın önüne geldim. Kollarını göğsünde kavuşturmuş doğrudan bana bakarken odanın içerisine girip kapıyı tutarak ona döndüm.

"Uyuyacak mısın?" diye sordu düz bir sesle. Başımı salladım. "Üzerindekilerle mi?"

Sorusuyla üzerimdekilere baktım. Bacaklarıma bol gelen siyah eşofman ve beyaz tişört vardı, üstelik ikiside ona aitti. Evimden ayrılalı 2-3 gün oluyordu ve o gün yalnızca üzerimde bir pijama takımı vardı. Onun kıyafetlerinden ödünç almak zorunda kalmıştım fakat bu sorun değil gibiydi.

"Evet," diye mırıldandım sonunda. "Başka kıyafetim yok, bunu zaten biliyorsun."

"Biliyorum." dedi başını sallayarak. Elbette biliyordu, onun acelesi yüzünden yanıma hiçbir şeyimi alamamıştım fakat bir nevi onun sayesinde o adamlardan kurtulmuştum.

"Sana kıyafetlerimden veririm ama bir şartım var."

Kaşlarımı kaldırdım. "Ne? Ne şartı?"

Kolları hala göğsünde kavuşturulmuş bir şekilde dikilirken bir adım attı.

"Neden sürekli karşıma çıktın?"

Yüzümü buruşturdum. "Anlamadım?"

"O gün o mekandaydın, sana yardım ettim ve sende bana yardım ettin. Ondan öncesinde seni bir kere daha gördüm, parkta. O günden sonra ve..." nefesini verdi. "O adamların senin izini sürdüğünü anladığımızda biz seni takip ettik."

"Tesadüf gibi değil." Onun benim hakkımda başka fikirlere kapılmasını istemiyordum. Beni hatırlamayacaktı, o küçük arkadaşını bulmak aklının ucundan dahi geçmeyecekti ve o gün geldiğinde bunu onun yüzüne vuracaktım.

park jimin | close your eyesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin