Kalbim korkuyla çarparken çırpınıp onu o azap dolu kabusundan uyandırmaya çalışıyordum. Göğüs kafesim iyiden iyiye ağrımaya başlarken boynumu sıkan ellerine tırnaklarımı geçiriyor kurtulmak için yüce Valyrian'a dua ediyordum. Altında çırpınan bedenim oksijensizlikten kendini salarken gözlerim kararmadan önce "Owen!" diye fısıldıyabilmiştim...
**************
Gözlerimin önündeki siyah perde yavaş yavaş aralanırken boğazımdaki baskının azaldığını ve baskıyla birlikte ağırlığın da kaybolduğunu hissettim. Aceleyle yan şekilde doğrulurken derinden gelen bir şekilde öksürüyor alamadığım nefesler içinse çırpınıyordum.
Öksurüklerim dur durak bilmezken elimle altımdaki çarşafı sımsıkı kavradım ve sonunda derin bir nefes aldım. Derin soluklar alarak bir yandan nefesimi bir diğer yandansa hızlanan kalp ritmimi duzene sokmaya çalışıyordum.
Bir kaç saniyenin ardından gelen rahatlama ile gözlerimi sımsıkı yumdum ve kendimi yatağa doğru bıraktım. Valyrian aşkına! Az önce boğularak Owen'nın ellerinde can vermek üzereydim...
Gözlerimi açabildiğimde karşımda gözleri kan çanağına dönmüş elleri saçlarında çekiştiren bir Owen görmeyi beklemiyordum. Bir yandan sayıklıyor bir yandan da "Özür dilerim Isabell, böyle olsun istemedim, böyle olsun istemedim" diye tekrar ediyordu.Yatağın kenarına çökmuş küçük bir çocuk gibi dururken suratındaki acılı ifadeye dayanamadım ve kollarımı ona doladım. Owen bunu beklemiyor olacak ki bir an duraksadı ama hemen ardindan kendini serbest bırakarak göğsümde yer edindi.
Ne olmuştu da Owen bu kadar etkilenmişti? O dev gibi yıkılmaz askeri bu hallere düşüren bir kabus muydu? Nasıl bir kabus beni öldürme raddesine gelebilirdi? Nasıl nasıl nasıl? Ama ne yazık ki bunların hiçbirinin cevabı bende değildi...
Neredeyse yarım saat boyunca göğsüme sinen Owen'ı sakinleştirmek için saçlarını okşadım. Kocaman cüssesiyle minnak bedenime sığınan savaşçı adam sonunda kendine gelebildi ve geri çekildi.
Geri çekilmesiyle bende biraz geriledim ve aramıza mesafe koydum. Hızla ayağa kalktı ve odanın içindeki banyoya yöneldı. Kapıyı ardından kapatirken öylece bakakalmıştım. Sahi ne kadardir buradaydım. Sabah olmuş olmaliydi? Yada akşam?
Banyodan gelen su sesleriyle ayağa kalktım. Sanırım duş alacaktı ve ben daha fazla burada kalmak istemiyordum. Kırışan eteğimi ve açılan gerdanımı düzelttikten sonra kapıya yoneldim. Kapıdan çıkacağım sırada banyonun açılması ile ona döndüm.
Gözleri kızarık saçları dağılmış bir Owen beni karşılarken boğazını temizledi ve konuşmaya başladı.
"Ben...ben, özür dilerim. Yani...kendimde değildim o sırada ve ben yani hep böyle olur. Üzgünüm." derin bir nefes aldı ve zorlukla konuşmaya devam etti "Sana bir açıklama borçlu olduğumu biliyorum a-" sözünü kestim çünkü bana açıklama falan mecbur değildi. Tamam az daha kolları arasında can vericek olabilirdim ama bu onun geçmişiydi ve geçmişin ne kadar acı verdiğini tahmin edebilirdim.
"Bana bir açıklama borçlu değilsin ve kendini kötü hissetme lutfen. Isteyerek yapmadın." ona doğru yaklaştım ve sağ elimi yanağına yaslayıp "Üzülme" diye fısıldadım.
Kafasını elimde doğru yatırdı ve bunu yaparken göz temasımızı bir an bile bozmadı. O dudaklarını yalarken gözlerim anlık da olsa oraya kaydı fakat ardından hemen gözlerine bakmaya devam ettim. Onun gözleri benim dudaklarımdayken boğazımı temizliyerek hemen geri çekildim.
![](https://img.wattpad.com/cover/72766472-288-k644297.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EJDER PRENSES
FantasyBeyaz Ejderha Krallıgı, dünyada var olan en güçlü krallıktı. Tabii ona kafa tutmaya cesaret edebilecek sadece tek bi krallık vardı o da "Siyah Ejderha Krallıgı". Bu iki krallık arasında süregelen bir rekabet ve üstünlük duygusu yıllarca pek çok sava...