Bir hırsız için hayat zor bir yerdir ama en eğlenceli sirklerden birinde en önde oturmak gibi bir histir de aynı zamanda. Bu iki farklı çelişki arasında kalmak hırsızlarda bazı şeylerin farklı yer edinmesini sağlamıştı. Güven, aşk, arkadaşlık ya da aile bu farklı anlamları olan kelimeler arasındaydı. Aile konusunda şanslı sayılırdı ama diğerleri konusunda diğer hırsızlardan daha farklı olmamıştı hayatı. Babasıyla arası o kadar iyiydi ki bunu sorun etmemişti de çoğu zaman. 20 yaşlarına geldiğinde bir adamla tanışmıştı birden bire. Hırsızlardan biriydi o da. Aynı loncaya aitlerdi. Yani aynı aileden sayılırlardı. Ama tabii ki lonca kavramı da çoğu zaman farklı işliyordu.
Adı Satürn'dü. Çok iyi parlak bir geleceği olan, yetenekli, hızlı, güçlü bir hırsızdı. Lonca başkanının da sık sık örnek göstermekten çekinmediği, çok genç yaşından itibaren, önemli büyük işlerde rol almaya başlayan biriydi. Hırsız için "aşk" konusu sıkıntılı bir kavramdı zaten çünkü annesinin de babasıyla olan ilişkisini tam olarak hiçbir zaman çözemediği için, kafasındaki bu bulutlar bir türlü dağılmıyordu. Birini fiziksel olarak çekici buluyor olmak, aşkla çok aynıydı onun için. Satürn için de öyleydi belli ki; geçirdikleri 2 sene boyunca, iki kişiden gelecek hayali kurmayan taraf oydu. Hırsızın, 20'li yaşlardı yani bir gelecek hayali kurmaması gerektiğini öğrendiği zaman.
Bu yüzden içten içe geleceği görememekten korkup, ölüme diğer hırsızlar kadar yakın hissetmemişti kendini. Babasını kaybettikten sonra bile bu durum değişmemişti. Ölmekten başka ne gelebilirdi ki başına düşüncesi bu yüzden onun için kontrolü kaybetmek, hayatın içinde savrulup gitmek anlamına geliyordu. Tir tir titremesine neden oluyordu. Korunmayı sevmiyordu. Bu, ona güçsüz hissettiriyordu. Ancak Şafak'ın ekibine girdiğinden beri bu fikri de biraz değişmeye başlamıştı. Gözlerini monkun kucağında açtığında, içindeki rahatlama hissi tarif edilemez ve daha öncesinde hissetmediği bir şeydi. Bu yüzden, onlara çok fazla önem veriyordu. 20'li yaşlarının başında yaptığı hatalardan biri olabilirdi bu da ancak bu ekipten karşılığında çok fazla güven verici hareket görmüştü. Alexander'ın onu kaçıncı kurtarışıydı? Ne zaman ayağı taşa takılsa, yanındaymış gibi hissediyordu. Bu kadar kutsal bir varlık olmasaydı, onunla gelecek hayali kurmak için çok uğraşabilirdi. Ama monk, başka bir mertebedeydi. Gözlerini dikmiş monka baktığını, onun muhteşem gözleriyle ona karşılık verip, parlayan gülümsemesini gördüğünde anladı.
- Ah, uyuyan güzel, hoş geldin. Nasılsın?
Hırsız, aynı şekilde beceremeyeceğini bilse de, Alexander'a sunabildiği en geniş gülümseye karşılık verdi. Elini alnına götürüp, baş ağrısına karşılık hafifçe dokunmuştu ama yine de gülümsemesini bozmadı.
- Beni kurtarmanı alışkanlık haline getirmeme çok az kaldı. Tehlikeli sularda yüzüyorsunuz sevgili monk.
Alexander yeniden geniş gülümsemesiyle, hırsıza karşılık verdi ama bu sefer gözünü ilerledikleri yol yönüne kaldırmıştı. Hırsız, görebildiği kadarıyla şuan da etraflarında bir koruma kalkanı içindelerdi. Hala fırtına coşkulu bir şekilde devam ediyordu. Kaşmir'in başına ne gelmiş olabildiği geldiğinde aklına, yüzündeki gülümseme soldu. Endişe tüm tenini sarmış, onu soğuk içinde bırakmıştı.
- Suikastçıdan haber var mı?
Alexander'da ciddileşip, yavaşça başını salladı. Hiçbir haber yoktu ve belli ki, o da sonuçtan çok korkuyordu.
- Henüz kötü bir şey hissetmiyorum. Ölseydi bilirdim ama başına ne gelebileceğini öngöremiyorum da.
- Gerçekten tanıdığım en aptal adam olabilir.
Hırsızın isyankarlıkla gösterdiği üzüntü ve endişesi, monku birazcık tebessüme zorlamıştı. Bu şehirde asla yan yana gelemeyeceklerini düşündükleri iki zıt kişinin birbiri için endişelenmesi, birbirini korumak için kendini ateşe atması şahit olunası bir şeydi. Alexander, şimdilik onların bunu düşünmediğini bilse de, gelecek hayali kuran tek taraf olarak, görevini yapıyordu. Kaşmir ve hırsızı gözünde bambaşka bir yerde bir araya getiriyordu. Safir'in ona bıraktığı izlerden biri de buydu. İyi olabilecek şeylere odaklanmak.
- Benim tanıdığım aptallar çok fazla, o yüzden karşılaştıramıyorum ama seviyesi yüksek, haklısın. Hadi seni indirelim ve şu labirentten çıkmanın yolunu bulalım.
Bunu derken, hırsızı yavaşça yere bırakıyordu. Yürüyüp yürüyemeyeceğini görmek için önce biraz onu izledi, sorun yok gibi görünüyordu. Fırtınanın bitmesine çok az zaman kalmıştı. Bu labirent değişmeden çıkmaları için önemli bir zaman sınırlandırmasıydı. Odak noktaları buradan çıkarak saraya ulaşmalarıydı. Hızlıca haritanın onlara anlattıklarını düşünerek ilerlediler. Sarayı görmeye başladıklarında ikisi de aynı anda gülümsemişlerdi. Ancak monkun gülümsemesi çok çabuk sönmüştü. İleri de sarayın en ucunda iki karartının kimi temsil ettiğini fark etti. Kaşmir'in sağ olduğunu bilmek güzeldi ama Şafak oradaysa, alevlere girmek için beliyorlardı. Yine de bu yüzündeki gülümsemeyi söndüren şey değildi. Onlara çok az kalmışken, tuzağa çekildiklerini fark eden Şafak'ın ona gönderdiği işaret çok netti. Olduğu yerde kaldı ve hızlıca hırsızı da durdurdu. Ne geliyordu?
Etraflarını saran karanlık onları zaman kapısından içeri çekti. Nereye gittiklerini bilmiyorlardı, ikisi de kapıdan içeri çekilir çekilmez kararan dünyalarının içine hapsolmuştu.
Son duyulan şey hırsızın çığlığı ve monku karanlığı içinde ayıltan bağırışıydı; "Alexander!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çöl Hırsızları (Kitap Oldu!)
Fantasíahttps://www.tilkikitap.com/kitaplar/?a=Çöl%20hırsızları https://www.dr.com.tr/kitap/col-hirsizlari/edebiyat/roman/turk-romani/urunno=0002115725001 https://www.tilkikitap.com/kitaplar/kitap-baski-zumrut-tanrioven-col-hirsizlari-3649.html https://www...