Harry Louis'nin bahçesindeki güzel çardakta oturmuş, gölü izliyordu. Louis evin içindeydi. İşle ilgili acil bir mesele vardı, Harry'i bahçede bırakmıştı. Evin personeli olduğunu düşündüğü kadın sürekli olarak gelip Harry'e çay dolduruyordu.
Öğle saatlerinde Louis onu bir arabayla aldırıp evine getirtmişti. Kitap çalışmaları için sohbet etmişlerdi. Harry yavaş yavaş onun yaşantısını öğrenmeye başlıyordu.
Louis, bir sürü belgeyi ve eski gazeteleri, mektupları saklıyordu. Bir olayı anlatırken, kanıtını da gösteriyordu. Harry bir yandan onunla olan sohbetini ses kaydına alıyor, bir yandan defterine sonradan araştıracağı konuları not olarak yazıyor, diğer yandan da Louis'nin gösterdiği belgelerin resimlerini çekiyordu.
Louis Tomlinson, 24 Aralık'ta doğmuştu. Tomlinson ailesinin Louis'den 6 yaş büyük Emma adında bir de kızı vardı ve Bronx'taki White Plains Sokağı'nda yaşıyorlardı. Louis'nin söylediğine göre babası Gerard ve amcaları Sam ile Joseph çok da kanunlu işlerin adamı değillerdi. Gazetelere ve belgelere göre ise, Louis mafyanın köklü ailelerinden birinde doğmuştu.
"Babamı en son gördüğümde 9 yaşındaydım." demişti Louis kısaca. "Bir akşam polisler evimize geldi. Bir adam takım elbiseli, geri kalanı üniformalıydı. Babam onları gördüğünde çok sakindi. Ayağa kalktı, ceketini giydi. Polislerle birlikte kapıdan çıkarken bana dönüp sadece 'Ben artık yokum' dedi."
Louis'nin annesi Judy asla eşiyle anlaşabilen biri olmamıştı. Gerard polis tarafından tutuklanıp sınırdışı edildiğinde, Judy'nin tüm ilgisi kızı Emma'ya yönelmişti. Louis'nin babasına çok benzeyen bir çocuk olması, annesinin ondan nefret etmesine yol açıyordu.
Gerard gittikten bir yıl sonra, Judy başkasıyla evlenmişti. Louis annesiyle ve üvey babasıyla yaşamaktansa, amcası Sam'in yanına taşınmıştı. Annesini en son o adamla evlenirken düğünde görmüştü. Bundan 4 yıl kadar sonra da ölüm haberini almış, cenazesine bile katılmamıştı.
Bunlar o saate kadar konuştukları konuların dar bir özetiydi işte. Anlatırken Louis hiçbir üzüntü belirtisi göstermiyordu. Bir masal anlatıyor gibiydi. Bu kendi hayatı değilmiş gibi. Sam amcasından bahsederken gözleri parlamıştı. Harry onun Sam amcasını annesi ve babası yerine koyduğunu düşünüyordu.
"Seni yalnız bıraktığım için kusura bakma." dedi ve irkilmesine sebep oldu Louis. Harry onun geldiğini bile duymamıştı. "Önemli değil, işlerini yoluna koyabildin mi?"
Louis başını salladı ve Harry'nin yanına oturdu. "Saat senin için biraz geç oldu biliyorum. Yine de yemeğe kalmak ister misin?" diye sordu. Harry onun sadece nezaketen sorduğunu biliyordu ama bu teklifi reddedemedi. "Olur." dedi. Onunla vakit geçirmek için ölüyordu, çok ilgi çekici bir adamdı.
"Evde sadece Rob ve Liv çalışıyor. Rob'un yemekleri muazzamdır, bayılacaksın. Liv daha çok hizmet odaklı çalışıyor. Sana da çay getirmiş olmalı." dedi Louis arkasına yaslanırken. Harry ona gülümsedi. "İlk geldiğimde evde kimse yoktu, tek yaşıyorsun sanmıştım."
"Muhtemelen onların izinli oldukları güne denk gelmiştir. Akşam yemeğinden sonra kendi evlerine gidiyorlar, burada kalmıyorlar. Haftada bir gün de izinliler."
Harry böyle bir evde yaşasa, bir sürü çalışanı olmasını isterdi muhtemelen. Eve yüzlerce güvenlik yığar, onlarca aşçı, hizmetçi doldururdu. "Bu evde tek başına sıkılmıyor musun?" diye sordu. Kendisi olsa sıkılırdı.
Louis "Tek başıma değilim ki. Ayrıca her zaman kendime bir sürpriz misafir bulurum. Bugünün onur konuğu sensin." dedi ve arkasına baktı. "Liv, seni bekliyoruz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PERMANENT MIDNIGHT
FanfictionKanun adamlarına göre o, asla yakalayamadıkları bir hayaletti. CIA için o, "işleri çözen adam"dı. Dışarıdan bakarsanız, sadece gece kulüpleri olan bir milyarderdi. O, on beş milyar dolarlık bir kokaini ülkeye sokarak efsanesini yazmaya başlayan, s...