Harry büyük kapıdan içeri girerken Liv'e gülümsedi. "Merhaba. Benim aşkım nerede?"
"Bay Tomlinson evde değil, çok geç kalmaz, gelir."
Başını iki yana sallayarak elindeki poşetlerden birini ona uzattı. "Ben küçük olandan bahsediyorum, Andy nerede? Onun için geldim. Bu arada pastaneden bir şeyler aldım, servis eder misin?"
"Tabi efendim, Andy de odasında."
"Teşekkürler." Harry adımlarını hemen merdivene yönlendirdi. Küçük çocuğu cidden özlemişti, gidip onun ağzını burnunu ısırası vardı. İşteyken de düşündüğü tek şey oydu. Louis ile zaten mesajlaşıyordu, birbirlerini arayıp sohbet ediyorlardı. Ama Andy'i her zaman göremiyordu ki.
Üst kata gelir gelmez sağdaki çocuk odasının kapısını açtı. Andy yatağında uzanmış, yarı uyuklar vaziyette boyama kitabını karalıyordu. Kapının açıldığını duyduğunda bile başını kaldırmamıştı. Tüm gün evde tek başına sıkılıyor olmalıydı.
"Burada küçük, dünya güzeli bir çocuk vardı. Ben ona hem tatlı getirdim, hem hediye aldım, hem de onunla oyun oynamak istiyorum. Gördün mü? Neredeymiş?"
Andy başını ona öyle bir hızla çevirdi ki, Harry kendini tutamayıp kıkırdadı. Elindeki poşeti yere bıraktı, ona yaklaştı. "Gel miniğim, çok özledim seni."
Çocuğu kucağına alıp öpücüklere boğdu ve şirin gülüşlerini dinledi. Sonunda ince kıvırcık saçlarını geriye ittirip alnını da öptü. "Sen de beni özledin mi? Bak gel, sana ne aldım ben."
Yere çömeldi, Andy'i de dizine oturttu. Sonra poşeti açıp onun için aldığı büyük peluş ördeği çıkarttı. "Bak, onun da senin gibi sarı montu var."
Andy mutlulukla dolu bir şekilde güldükten sonra kendini ördeğin üstüne doğru attı. Harry onu başını bir yere çarpmamasına özen göstererek yere bıraktı. Andy'i gördükçe "Ben çocuk istiyorum!" diye çığlıklar atası geliyordu.
Yeniden doğruldu, çocuğu da devasa ördeğiyle birlikte kollarına aldı. "Gel gidip çizgi film izleyelim seninle." dedi. Getirdiği diğer poşette de dizüstü bilgisayarı vardı. Andy televizyon izlerken kendisi kitap projesi için çalışabilirdi. Evet otelde çalışsa daha verimli olurdu belki ama çocuğu evde yalnız bırakmak da istememişti.
"Birazdan babanı görüntülü ararız, onu da şaşırırtız, ne dersin?" Cevap almayı beklemeden merdivenlerden aşağı indi. Bu evi cidden seviyordu. Harika bir mimarisi vardı. İnsanı yaşlandırmayacak güzellikteydi. Bahçesi, geniş odaları, kaliteli mobilyaları bir rüyadan çıkmış gelmiş gibiydi.
Kendisini salondaki koltuğa attı, oyuncak ördeği kenara çekti ve Andy'i de bacaklarının üstüne alıp ayakta durdurdu. "Senin pijamalarını yerim ben, ne güzel olmuşsun." deyip onun utangaçca kıkırdamasını sağladı. "Saçların da çok uzamış, bir ara uçlarından aldırmamız lazım. Olmaz böyle, gözüne giriyor bak."
Çocuğun onun cümlelerini yarım yamalak anladığını biliyordu. Konuşmayacağını da biliyordu. Ama ne de olsa Harry çenesi düşük biriydi, saatlerce cevap almadan onunla konuşabilirdi.
Andy'i bacaklarından tutup kendi kucağına oturttu. Cebinden kendisine ait bir toka çıkarttı. Çocuğun ön taraftaki saçlarını toparladı, tokayla tutturdu. Böyle hareketli davranırsa toka pek dayanmaz düşerdi ama yine de denemeye değerdi.
Kumandayı alıp televizyonu açtı. Haber kanalları, spor kanalları, müzik kanalları arasında teker teker gezinirken sonunda bir çocuk kanalı bulunca durdu. "Hadi seninle..." duraksayıp ekrandaki isme baktı. "Marsupilami izleyelim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PERMANENT MIDNIGHT
FanfictionKanun adamlarına göre o, asla yakalayamadıkları bir hayaletti. CIA için o, "işleri çözen adam"dı. Dışarıdan bakarsanız, sadece gece kulüpleri olan bir milyarderdi. O, on beş milyar dolarlık bir kokaini ülkeye sokarak efsanesini yazmaya başlayan, s...