SEVENTEEN

11.9K 836 3.4K
                                    

Marcus Hart, yani Harry'nin babası, Hırvatistan'ın başkenti olan Zagreb'de, ufak bir devlet hastanesinde tedavi görüyordu. Doktorun söylediğine göre kolon kanseriydi. Dördüncü evrede, Dukes D dönemineydi, yani diğer organlarına da sıçramıştı, tedavisi neredeyse imkansızdı. Birden fazla ameliyat da geçirmişti, artık bedeni ameliyat kaldıramaz haldeydi.

Harry onun odasına girdikten yalnızca iki dakika sonra geri çıktı. Yüzünde beton gibi bir ifade vardı. Ne hissettiğini anlamak imkansızdı, sadece yorgun görünüyordu.

Louis onu görünce ayağa kalktı. Kucağında uyuyan oğlunu az önce oturuyor olduğu koltuğa yatırdı ve onun buna ihtiyacı olduğunu biliyor gibi kollarını iki yana açtı. Harry ona sarılmakta gecikmedi. Hayal ettiği gibi ağlayıp rahatlayamıyordu ama ona sıkıca tutunup içindeki boşluğu doldurabiliyordu.

"İyi misin?" diye sordu Louis onun başına hafif bir öpücük bırakırken. Harry'nin kendisine daha sıkı sarılmasından çok da iyi olmadığını anladı. "Konuşmak istiyor musun?"

"Konuşacak bir şey yok ki. Çok yabancı bir ortamdı. Girdim, geçmiş olsun dedim, onun özürlerini bile dinlemeden geri çıktım. Konuşmayı da düşünmeyi de istemiyorum, gidelim buradan. Gelmeyelim bir daha."

Louis onu bir kez daha öpüp geri çekildi. "Washington'da bir hastaneyle görüştüm, babanı oraya sevk ettirelim. Burada tedavisinin yeterli olduğunu düşünmüyorum."

"Gerçekten gerek yok-"

"Hayır, o senin baban ve biz de elimizden geleni yapacağız. Şimdi bu konuyu kapatıyorum. Önce bir alışveriş merkezine gidelim, buradaki mevsime uygun birkaç kıyafet alalım, yemeğimizi yiyelim. Bir ara da meydana gidelim, gelirken sen pek dışarı bakmadın ama her yer karla kaplı, bu manzarayı Miami'de bulmak imkansız."

Jetten iner inmez bir araba kiralayıp hastaneye gitmişlerdi. Louis onun aç olduğundan emindi, hem belki gezerek biraz kafa dağıtabilirdi.

Harry söyleyecek bir şey bulamadığı için ona tekrar sarıldı. "Benim yanımda olmanı hak edecek ne yaptım bilmiyorum."

"Sarhoş olup beni yatağa attın, daha ne olsun?" Louis gülümseyerek konuştuğunda Harry de istemsizce güldü. "Ah, yeter ama. Hep bunu dile getirecek misin?" deyip ondan ayrıldı. Ufak mavi battaniyeyi iyice Andy'e sardı ve küçük çocuğu kucağına aldı.

İkisi birlikte çıkışa yönelmişken Louis kolunu onun omzuna attı. "Lance sarhoşken etrafa ateş edeli epey oldu ve hiç hoş değildi ama hala bundan bahsediyorum. Senin sarhoşluğun hoşuma da gitti Harry, gerisini sen düşün!"

"İyi ki diline düştüm."

Kapalı otoparkta, hastane kapısına yakın bir yere park etmiş oldukları arabanın kilidini açar açmaz Louis direksiyon başına geçti. Harry yine onun yanına oturdu, emniyet kemerini takıp kucağındaki çocuğa iyice sarıldı. "Yollar buzlanmış olabilir bak, hızlı sürme."

"Korkuyor musun sen biraz?" diye sordu Louis sırıtarak. Arabanın ısıtıcısını açtı, el frenini indirdi ve park yerinden çıktı.

"Çocuğa bir şey olmasın diye söylüyorum, ne korkacağım ya. Hızı severim ben."

"Bu söylediğini unutma bak. Eve dönünce hatırlatacağım."

Harry yine de kendinden ödün vermeden omuz silkti, başını camdan dışarı çevirdi. Araba yarışı oyunlarını severdi, filmleri severdi, simülasyonu da severdi. Korkmuyordu işte.

Louis yine de onun sözüne uyup arabayı yavaşlatırken Harry uzun zamandır görmediği kış manzarasını izledi. Yol kenarındaki ağaçlar yeşillik özelliklerini kaybetmiş, dallarında karlar taşımaya başlamışlardı. Şehir ortamının çok arkasında görünen tepeler dağ gibi değil de kar yığınları gibiydi.

PERMANENT MIDNIGHTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin