TWELVE

9.6K 812 1.8K
                                    

Harry koltukta otururken bir yandan da dizlerinin üzerinde uzanan ve ağlayan çocuğu sakinleştirmeye çalışıyordu. Louis saatlerdir ortada yoktu. Kahvaltı sırasında Lance ile birlikte evden çıkmış, hala gelmemişti.

Andy bir süre sesini çıkartmamış olsa bile hava kararıp da babası hala gelmeyince ağlamaya başlamıştı. Bazen yorulup susuyordu, sonra yine ağlıyordu. Harry akşama kadar onunla oyun oynayıp çizgi film izleyerek vakit geçirmişti. Çocuğu oyalamak için elinden gelen her şeyi denemişti.

Küçük çocuk yine ağlamaktan yorularak sessizleştiği sırada Liv elinde bir bardak çay ve biberona doldurulmuş süt ile geldi. İkisini de sehpaya bıraktı. "Rob ve ben çıkabilir miyiz Bay Styles, bize ihtiyacınız olacak mı?"

Harry ona bakıp yorgunca gülümsedi. "Çıkın tabi, her şey için teşekkürler." dedi. "Liv, sana bir şey sorabilir miyim?"

"Elbette."

Harry gözleriyle Andy'i işaret etti. "Normalde de hep böyle ağlar mı? Louis yokken yani."

Kadın başını iki yana salladı. "Bay Tomlinson hiç bu kadar uzun süre ortadan kaybolmaz. En azından görüntülü veya sesli olarak bizi arar, Andy ile görüşür. Sanırım Andy ilk kez babasından bu kadar ayrı kalıyor."

Harry anladığını belirten bir 'hm' sesinden sonra yine "Tamam çıkabilirsiniz." dedi. İkisi formal bir şekilde vedalaştı ve Liv evden ayrıldı.

Onlar gidip de evde Andy ile yalnız kalınca çocuğu kollarının altından tutup kucağına oturttu. Bir koluyla sırtından destekleyerek yatar pozisyona getirdi. "Süt içelim mi? Hm?"

Küçük çocuk ona bakmaktan başka bir şey yapmadı. Harry de onun henüz ağlamıyor olmasını fırsat bilerek biberonu eline aldı sütünü içirmeye başladı.

Andy uykuyla uyanıklık arasında sütünü içerek sızarken, kapıdan gelen anahtar sesleriyle Harry arkasına döndü. Louis'nin içeriye doğru sessiz sessiz girdiğini gördü. "Louis, neredeydin sen?" dedi kucağındaki çocuğu düşürmemeye çalışarak ayağa kalkarken.

"Ne kadar ağladı, haberin var mı? Bu çocuğun sana ne kadar düşkün-" Onu azarlar tavırda konuşuyordu, ta ki Louis'nin gömleğindeki kan lekelerini görene kadar.

"Bunlar ne?" diye sordu şaşkınca. Louis onun "Ne tür pis işler yapıyorsun?" muhabbeti yapacağını düşündü ama Harry boş biberonu koltuğa atıp elini onun göğsüne koydu. "İyi misin sen? Yaraladın mı? Açsana şu gömleğini."

Louis gülerek başını iki yana salladı. "Yaralanmadım, iyiyim. Andy'i başına bıraktığım için özür dilerim. Biraz işimiz çıktı."

Normalde şu an Harry'nin kafasında bin tane senaryo dönmesi gerekirdi ama onu üzerinde kanlı bir gömlekle görünce beyin fonksiyonları durmuş gibi oldu. "Otursana, Liv giderken çay yapmıştı, bekle sen, ben sana çay getireyim."

Louis oğlunu onun kucağından alırken tekrar teşekkür etti. Uykuya dalmış olan Andy onun kucağına geçince uyandı, hemen babasına sarıldı. Harry'nin mutfağa giderken gördüğü son şey Louis'nin oğlunu öpmesi olmuştu.

Bardağa çayı doldurup salona geri dönmesi çok sürmedi. Louis cam kapının olduğu yerden dışarıyı izliyor, çocuğuyla ilgileniyordu. Bir kez daha, Harry ona baba olmanın ne kadar yakıştığını düşündü.

Elindeki bardağı ona verirken gözü yine gömleğe takıldı. "Üstüne temiz bir şey getireyim." dedi. Bunun nasıl gerçekleştiğini sormak istiyordu ama Louis'nin ihtiyacı olan en son şey sorulardı. Yorgun görünüyordu.

Tam merdivenlere yönelmişti ki, arkasından gelen kırılma sesiyle irkildi ve hemen oraya döndü. Louis'nin elindeki bardak şimdi yerdeydi, çay ve kırık parçalar etrafa saçılmıştı. O da mavi gözlerini şaşkınca dışarıya odaklamıştı. "Harry, gidin buradan. Hemen."

PERMANENT MIDNIGHTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin