TWENTY

10.8K 829 2.7K
                                    

Aynadaki yansıması Harry'i hiç tatmin etmiyordu. Bu yüzden randevusuna uygun bir şeyler giyip hazırlanmayı bitirdiğinde, dolabındaki kıyafetlerin tamamı yatağının üzerindeydi. Hepsini tek tek denemiş, sonunda siyah dar pantolonuyla kırmızı gül işlemeli siyah transparan gömleğini giymeye karar vermişti.

Kendisini parfüme boğduktan sonra, boğazında hissettiği acımsı tatla öksürmeye başladı. "Winston, umarım seni bu kokuyla öldürmem." dedi ve yerde kendi kendine döne döne oyun oynayan küçük köpeği kollarına aldı. "Sence güzel oldum mu?"

Winston patilerini havada sallayarak havlamaya başladığında Harry de kıkırdadı. "Çok oyuncusun. Daha birkaç saattir benimlesin ama seni şimdiden çok seviyorum."

Heyecanla onu kucağında gezdirirken pencereden dışarı baktı ve Louis'nin arabasını gördü. "Geldi, Winston! Heyecandan bayılacağım şimdi. Gören de evleniyorum sanar!" Kendi kendine gülüp köpeğini yatağa bıraktı. "Brian'ı sana göz kulak olması için göndereceğim. Bana şans dile sevimli şey."

Telefonunu ve oda kartını alıp koşar adımlarla odasından ayrıldı. Otel lobisinde kendisine neşeli bir gülümsemeyle selam veren Brian'a oda kartını uzattı. "Odamı biraz dağıttım, sorun olmazsa toplatabilir misin? Bir de, köpeğim var odada. Onunla ilgilenirsen Louis de ben de çok memnun olacağız."

Louis'nin ismi -ve soyismi- bütün kapıların anahtarıydı. Brian da onun ismini duyunca sırtını daha çok dikleştirmiş, "Emredersiniz, iyi eğlenceler." demişti.

Kalbinin çok hızlı atmasına sebep olan bir heyecanla otel kapısından dışarı adımını attı. Makam arabasına benzeyen siyah Mercedes-benz ve onun kaputuna yaslanmış olan dünyanın en çekici adamı, kendisini bekliyordu. Yüzüne hafif bir tebessüm yerleştirerek ona doğru yürüdü.

Siyah pantolonu, beyaz gömleği ve vücuduna tam oturan siyah blazer ceketiyle Harry'nin gözlerini kamaştırıyordu. Nefes kesiciydi. Siyahların içinde parlayan tek şey mavi gözleriydi, onlar da tüm yoğunluğuyla Harry'i içine çekiyordu.

"Selam." dedi Harry gergince. Louis onun aksine çok sakin duruyordu. Elini nazikçe onun beline koydu. "Merhaba. Çok güzel görünüyorsun."

"Sen de öyle."

"Hazır mısın?"

Harry ona kaçamak bir bakış attı. "Seninle her şeye!" diye bağırsa çok mu garip kaçardı? Çok da hevesli görünmemeye çalışarak "Evet." diye cevap verdi.

Louis tam bir centilmen gibi ona kapısını açıp binmesini bekledi. Harry'nin oturacağı koltukta önceden oraya bırakılmış kırmızı bir gül vardı. Bu adam o kadar düşünceli ve romantikti ki, Harry'i eritip yok ediyordu.

Kendisi de direksiyonun başına geçtiğinde Harry elindeki gülün yapraklarını okşuyordu. "O kadar zarifsin ki..." diye mırıldandı. Neyse ki Louis yola bakıyordu da, Harry'nin hayranlık dolu bakışlarını görmüyordu. Görse ürkerdi. Çünkü kendi bakışı Harry'i bile ürkütüyordu. Sadece biyografisini yazmak için tanıştığı, mafya üyesi bir adama böyle bakması doğru muydu ki?

"Bazen aklından neler geçtiğini çok merak ediyorum." dedi Louis. Yolları avcunun içi gibi bildiğini belli eden ustaca bir sürüşle kavşaktan döndü.

Harry ona cevap veremedi. Ne dese uygun olurdu bilmiyordu. Daha yemeğe gidiş yolunda onu bunaltıp elinden kaçırmak istemiyordu. Kısa bir süre bu konuyu kapatacak olan sessizliği dinledi. Sonra başını çevirdi, yine onun güzel yüzüne baktı. "Andy evde mi? Sabah çok yorgun görünüyordu."

"Evet. Eve girer girmez uykusu geldi. Ona gece dışarı çıkabileceğimi söyledim. Uyansa bile, evde olmadığımı biliyor."

"Onu nasıl yalnız bıraktın? Keşke getirseydin!" Harry; Liv ve Rob'un akşam yemeği saatinde mesailerinin bittiğini biliyordu. Onlar da evde değilse, Andy'nin tek başına kalması çok tehlikeli değil miydi?

PERMANENT MIDNIGHTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin