6. Bölüm

10.8K 559 306
                                    

İyi okumalar dilerim...

Ölüyorum.

Bunun sebebi Güney değil. Güney'in o güzel gülüşü değil, Güney'in o tatlı utanmaları değil, Güney'in o güzel bakışları değil, Güney'in o güzel düşünceleri değil.

Üstelik bunun sebebi her hali güzel olan patateste değil! O seksi kokulu kabuğu değil, o gözlerimden kalp fışkırtan sarı rengi değil, yediğim zaman ağzımda verdiği o fevkaladenin fevkinde lezzette değil.

Ölmemin sebebi, grip olmam ve sabahtan beri grip olduğum için çekmediğim zorluğun kalmaması. Sürekli burnumu silmek zorunda kalıyorum, başım ağrıyor ve şu yaz ayında evde hırka ile dolaşıyorum.

Kızarmış burnum ile yatağımın üzerinde ölü gibi yatarken baygın bakışlarla odamın içini inceliyordum. Dolabımın üzerindeki katlanmış beyaz tişört gözüme çarptığında sırıttım.

O tişört küçücük bir ihtimal Güney'in olabilirdi ama dediğim gibi küçücük bir ihtimal.

Kimi kandırıyorum o beyaz tişört tabii ki Güney'indi ama tişörtü çalma anım aklıma gelince sırıtmam yavaş yavaş yüz buruşturmaya döndü. Bu tişörtü çalmak için bir insanın bünyesine fazla olabilecek derecede adrenalin yaşamıştım.

Anlatmamı ister misiniz? Bence istersiniz.

Güney'e aşık olduğumu farkettiğim zamanlarda, ilk defa böyle bir duygu yaşadığım için hem şapşaldım hem de şapşal gibi davranıyordum. Sürekli kafamda sorular vardı, ne yapacağımı bilmiyordum. Aşk duygusuyla nasıl savaşacağımı bilmiyordum. Duygularımı nasıl saklayabileceğimi de bilmiyordum. Tabii ben bunları kendi kendime yaşıyorum sanarken benim kızlar da bu değişimlerimi hemen çözünce, şapşal olduğumu ve şapşalca davrandığımı kesin olarak anladım. Oysa şimdi de şapşalım ama duygularım ile nasıl savaşacağımı bilmediğimden değil, ona aşık olmanın verdiği duygu yüzünden şapşalım. Ah, Güney ah...

Pardon, anlatacağım konuya devam edeyim.

Güney, eğer kızların arasında popüler ise bunun en baştaki nedeni ne biliyor musunuz? Kokusu. Ben tam koklayamadığım için bilmiyordum o zamanlar ama her kızlar tuvaletine girdiğimde Güney'in kokusu, oradaki kızların konuştukları genel muhabbet olurdu. Hatta Güney temastan pek hoşlanmadığından lisede kızlarla arasına mesafe koyarak yürüdüğünde -umarım üniversitedeykende aynısını yapıyordur.- kızlardan birkaçının, 'Kokusunu koklayamadım!' diyerekten ağladığını bilirim. O günlerde ona aşık olduğum halde çok büyüttüklerini düşünürdüm kokusunu...

Ta ki Melih ile beraber Güney'in beden çantasından beyaz tişörtünü çalana dek...

Çaldık çalmasına ama o çalma anları hala aklıma geldikçe... Utanıyorum, adrenalin doluyorum, gülüyorum.

Onlar bedendeyken sınıfa gizlice girip beyaz tişörtü çantadan çıkardıktan sonra biz sanmıştık ki her şey bitti ama hayat sınıfa Güney'i sokarak bize orta parmak göstermişti. Yani ünlü şair burada diyor ki, ben bitti demeden bitmez.

O an Melih ile birbirimize 'sıçtık' bakışı atmamız ve yan taraftaki masanın altına girmemiz bir olmuştu. Tamam, Melih orada pırtlatmasaydı her şey daha güzel ve hızlı geçebilirdi. Ayrıca daha güzel kokulu geçebilirdi.

Aslında o kokuyu alana kadar çıkan 'pırt' sesinin osturuk sesi olduğunu düşünememiştim, sonra kokuyu almaya başlayınca kafamdaki yapboz parçaları birleşmişti. Ben Melih'e şaşkınca bakarken o kıpkırmızı olmuş suratını utançla yere eğmiş ve bacaklarını kendine doğru daha çok çekmişti. Tabii benim zeki götüm Güney, bu pırtlatmanın sadece bir poşet hışırdaması olduğunu düşünmüş ve bir şeyler mırıldanarak beni orada osturuk kokusu ile yalnız bırakmıştı.

O sınıftan çıktığında ben de hemen masanın altından çıkmış ve, "Melih!" diye gürlemiştim. Çatık kaşlarımla sürekli beyaz tişörtü koklamış, üzerinde sevdiğimin güzel kokusundan başka güzel (!) koku var mı diye kontrol etmiştim ve olmadığını anlayınca o kadar rahatlamıştım ki bu rahatlamayı anlatmaya kelimeler bile az kalırdı.

Tabii bu andan sonra ortalıkta Melih ile kahkahalarımız yankılanmış; onun benden özür dileyişleri, benim onu sorun olmadığına dair ikna etme çabalarım ve teşekkür etme çabalarım ile ortam eğlenceli bir hal almıştı.

Sonraki günlerde Melih ile sıkı bir arkadaşlığımız olmuş, onun hakkında birçok şey öğrenmiştim. Küçük bir alanda sıkış sıkış kaldığında osturması gibi. Gerçi bunu öğrendiğimden beri düşündüğüm ve merak ettiğim şeylerden en önemlisi, evlendiği günün gecesinde karısı ile örtünün altında sıkış sıkış kaldığında osturup osturmayacağı. Cidden, bunu kendisininde düşünüp düşünmediğini veya merak edip etmediğini sormak istiyorum ama sorarken utançtan ölmek istemediğim için içimde tutmak en mantıklısı gibi geliyor.

Gözlerim hafiften kapanmaya başlarken anlattıklarım tekrar tekrar zihnimde dolaşıyordu. Derin bir nefes aldım ve elimi sağa atıp temiz peçetelerimden bir tane alıp burnumu sümkürdüm. Peçetenin içine bakmak gibi bir hata yapmayıp direk beyaz renkten yeşilimsi renge dönen peçeteyi buruşturup açık olan camımdan attım. Evet, mutfaktaki çöpe gidemeyecek kadar hasta ve dışarıdaki insanların midesini kaldırmaktan çekinmeyecek kadar rezil biriyim.

Şimdilik içinde sümük bulundurmayan buruna sahip olmanın verdiği mutlulukla yüzüstü yatarak uyumayı planlarken duyduğum sesle, kollarımda ki çıkmayan veya çıkmış tüm kılların diken diken olduğuna yemin edebilirdim.

"Siktir, birisi bana bu peçetenin içindeki şeylerin sümük olmadığını söylesin!"

-

Bölüm içime pek sinmedi ama olsun alcışağfobösğf

BELATES | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin