İyi okumalar dilerim...
Kötüydü... İçinizdeki derde deva bulamamak kötüydü, çok sevmek kötüydü, bağlanmak kötüydü, onu sürekli ruhunda veya vücudunda hissetmek ama onun orada olmaması kötüydü. Çok sevmek başlı başına bir kötülüktü.
Karşımda yemek yapan anneme dolu gözlerimle baktım ve birkaç dakika önce söylediklerini sürekli olarak zihnimde oynattım. Söyledikleri... Canımı yakmıştı, içimde bitmek bilmeyen o alevi daha çok büyütmüştü. Sinirle ve birazda kırgınlık ile elimdeki su bardağını hızlıca masaya koydum. ''Anne,'' diye mırıldandım zorlukla. Birkaç dakika önce söylediklerini dile getirmem benim için çok zordu.
''Ne demek evde patates yok?'' Patatesten bahsediyorum. Şu içinin o güzel sarı rengiyle evleri ferahlatan, kabuğunun seksi kokusuyla tok olanları bile aç durumuna düşüren patatesten bahsediyorum. ''Yaz sana yaramamış, arkadaşların gelir birazdan. Git ayakkabılarını giy, bekletme çocukları şu sıcakta.'' Sorumu cevapsız bıraktığında gözlerimi devirdim ve oturduğum sandalyeden kalktım. ''İyi o zaman, gidiyorum ben.'' Annem sadece kafasını sallamak ile yetindiğinde kollarımı sallaya sallaya odama gittim.
Yatağımın üzerinde olan cüzdanımı ceketimin sağ cebine koydum. Elimi telefonumun varlığını yoklamak istercesine pantolonumun arka cebine attığımda orada olan boşluk ile kaşlarımı çattım. Telefonum yoktu. Gözlerimi odanın içerisinde gezdirmeye başladığımda dolabımın hafif aralık kısmından telefonumu gördüğümde sinirle güldüm. Şu dört gündür o kadar kafam dağınıktı ki, neyi nerede bıraktığımı bilmiyordum veya neyi nereye koyduğumu çoğu zaman unutuyordum. Derin bir iç çekerek hızlı bir şekilde dolabımın açık kısmından elimi uzatarak telefonumu aldım ve pantolonumun arka cebine koydum.
Dünden itibaren aldığım kararla kendimi mutlu etmeye çalışıyordum, aklımı Güney'den almaya çalışıyordum ama o kadar zordu ki... İnsanın kendisini mutlu etmeye çalışması zor bir şeydi, aynı şekilde içinde birçok savaş varken dışarıya karşı mutlu rolü yapması da kötü ve zor bir şeydi. Evet kabul ediyorum, Güney'in bana verdiği şansı yok eden bendim ama ben onu yok etmemiştim, ben sadece bana aramızda bir şeylerin olma ihtimalini sunduğu o şansı yok etmiştim. Şöyle bakıldığında mesela, onu nasıl yok edebilirdim ki ben? Ona bu denli aşıkken, aynaya baktığımda bir beden yerine iki beden görürken, sürekli gözlerim onun beyaz tişörtüne giderken, sesini duyamamanın acısı ile içim yanarken ben onu nasıl yok edebilirdim? Hem ben yok etsem, kalbim yok eder miydi onu? Kalbim onun için atarken nasıl olacaktı bu Güney'i yok etme işi...
Ne zaman dolduklarını bilmediğim gözlerim görmemi bulanıklaştırırken elimi yumruk yapıp tırnaklarımı avuç içime bastırdım. Neden benden bir adım bekliyordu? Ben zaten en büyük adımı ona mesaj atmakla yapmamış mıydım? Neden anlamıyordu beni? Hani çığlıklarımı, sessizce dökülen gözyaşlarımı o telefon ekranında görüyordu? Ah bu sorular, ah bu sorular... Onunla tekrar konuşuncaya kadar bırakmayacaksınız değil mi peşimi? Yazık, banada yazık.
Kalçam sürekli olarak titretmeye başladığında yerimde sıçradım. ''Tövbe tövbe, neler oluyor kalçamda?'' Aynanın karşısına geçip hafif yan dönüp kalçama bakarken aslında kalçamı titreten şeyin telefonum olduğunu anladım ve telefonumu oradan çıkararak gruptan gelen mesajlara baktım. Tabii ki gruptan olacaktı dedim kendi kendime, o bana hiç ilk mesajı atmazdı zaten.
Yağmur: Ben hazırım hadi artık çıkalım
Melih: Sana ne oluyor lan
İkra: Yağmur Melih seni götürmeyecek
Yağmur: Götürmek falan ayıp oluyor sdkfjsdşlfömlf
Melih: Hiç boşuna hazırlanmasaydın reis ya
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BELATES | Texting
Short Story"Kalbim bir pusula ve ne tarafa dönersem döneyim o pusula ibresinin daima 'güneyi' göstereceğine eminim."