Dördüncü Bölüm

75 4 0
                                    

"Bana biraz onu anlatsana" dedi Beren bordo önlüğünü üzerine geçirirken. "Kimi?" diye sordum. Bir yandan da önlüğümü bağlamaya çalışıyordum. "O çocuk işte. Buraya gelirken gördüğümüz. Acayip derecede yakışıklıydı. Gerçi Eren kadar olmasa da yine de yakışıklı. Tam senin tipin" dedi. Saçlarımın önlerini tel tokayla toplamaya çalışırken "Abartmıyor musun?" dedim. "Kesinlikle hayır" diye cevapladı. Hemen ardından "Anlat. Lütfeen. Anlat artık" diye üsteledi. Oflayarak "Hiç kimse" dedim. "Sana bakarken pek de hiç kimseymiş gibi durmuyordu" dedi gülümseyerek.  Gözlerimi devirdim ve "Lütfen keser misin?" dedim. "Utanıyor musun? Kıyamam sana. Tamam, şimdi anlatma ama çıkışta mutlaka anlatacaksın" dedi. "Utandığım falan yok. Burada biraz daha durmaya devam edersek annem maaşımızı kesecek" dedim. "Ben maaş almıyorum gülüm. Gönüllü çalışıyorum burada" dedi. "Cidden maaş almayı niye reddediyorsun? Annemi ne kadar kızdırdığının farkında mısın? Evde 'bu kız niye benim verdiğim parayı almıyor, olmuyor ki böyle' diye söyleniyor" dedim. Kıkırdadı. "Ben böyle işleri seviyorum" dedi. "İşleri mi seviyorsun yoksa her gün kafeye gelen Eren'i mi?" diye sordum gülerek. "İkisini de. Ama seni daha çok seviyorum gülüm" dedi ve sarıldı bana. O sırada mutfağa siparişleri söylemek için gelen Yiğit "Birbirinize gerçekten gülüm dediğinize inanamıyorum. Dışınız Pelinsu gibi ama içiniz tam bir Mahmut abi" dedi. "Bence dışımız da  Mahmut abi gibi " dedim. Beren'le birbirimize bakıp güldük. Mutfaktan çıktım. O sırada Eren'i gördüm. Tek başınaydı. İçeri koşup Beren'e haber verdim. Koşarak dışarı çıktı. "Ben gidiyorum. Menü nerede?" diye sordu. Dolaptan menüyü çıkarıp ona verdim. Bana bakıp sırıttı ve heyecanla Eren'e doğru ilerledi. Ne konuştuklarını duyabilmek için onlara yakın bir masaya geçtim. "Naber Beren?" dedi Eren. "İyiyim, sen?" diye karşılık verdi Beren. Sırıtmasına engel olamıyordu. "İyiyim" dedi Eren. Beren yine sırıtarak "Ne alırsın?" diye sordu. "Birini bekliyorum. O gelince sipariş vereceğim" diye cevapladı. "Peki" diye cevapladı Beren. Tezgaha doğru ilerlerken ben de arkasından gittim. "Kimi bekliyor bu ya? Kim gelebilir ki bunun yanına?" dedi. Sinirli görünüyordu. "Beren, sakin ol. Arkadaşı falandır. Hemen panik yapma" dedim. O sırada "Pardon, bakar mısınız?" diye bir ses işittim. "Geliyorum" diye cevapladım. Beren'e dönerek "Ben sipariş almaya gidiyorum. Döndüğümde sakinleşmiş ol. Yoksa şu tepsiyi kafana geçiririm" dedim tezgahta duran tepsiyi göstererek. "Tamam" deyip güldü. O sırada Yiğit yanıma geldi ve "Siparişi ben alayım istersen" dedi. "Sebep?" dedim sorarcasına. Karşıda duran bir grup erkek öğrenciyi gösterdi. "Hepsi de senin yaşlarında. Bir sorun çıkabilir" dedi. Yiğit bizden birkaç yaş büyüktü. Üniversiteye gidiyordu. Çok iyi anlaştığımız için ona abi demek yerine sadece Yiğit diyorduk. Nerdeyse Efe kadar yakın arkadaşımızdı. "Halledebilirim" dedim ve elimdeki menülerle masaya doğru ilerledim. "Hoş geldiniz" dedim ve menüleri dağıttım. Sipariş için beni çağıran sarışın çocuk "Sen her gün burada mısın?" diye sordu. Duymazlıktan geldim. Tekrar sordu. "Bunun sizi ilgilendirdiğini düşünmüyorum" diye cevapladım. Gülümsedi ve "Zor kızı oynuyoruz demek" dedi.  Karşılık vermedim. Diğer üç çocuk tek tek siparişlerini söyledi. Sıra o sarışın çocuğa gelmişti. Ona bakmıyordum ama bakışlarını üzerimde hissediyordum. Bir süre konuşmayınca "Siz?" dedim sorarcasına. "Bir sütlü kahve istiyorum. Bir de telefon numaranı" dedi aynı gevşeklikle gülümseyerek. Duymazdan gelerek ilerlemeye başladım. İnsanların çok olduğu bir yerde çalıştığınızda ister istemez böyle insanlara alışıyordunuz. En iyi baş etme yöntemi cevap vermemekti. Eğer çok zorda kalırsanız da ağzının payını vermek daha etkili oluyordu Siparişleri söyledikten sonra Beren'in yanına döndüm. "Daha iyi misin?" diye sordum. "Tepsinin gazabına uğramamak için iyi olduğumu söyleyeceğim" dedi. Güldüm. Bir süre sonra sipariş hazırlanmıştı. İstemeyerek de olsa siparişleri götürdüm. İçecekleri masaya bırakırken "Numaranı vermek istemiyorsun sanırım. Peki, o zaman bir ara buluşabiliriz. Bu da bir seçenek" dedi sarışın çocuk. "Onun yerine şu kahveyi başından aşağı dökebilirim. Bu da bir seçenek" dedim sinirle. "Asabi tavırların hoşuma gitti" dedi. "Geçiririm şimdi şu masayı kafana görürsün asabi tavır neymiş. Ne içiyorsan otur insan gibi iç. Düzgün durmayacaksan da kalk git" dedim ve yanlarından uzaklaştım.  Beren'in yanına gittiğimde gözlerini ayırmadan tek bir noktaya bakıyordu. Onun baktığı yere baktım. Eren ve bir kız oturuyordu. Elimi omzuna koydum. "Alıştım artık" dedi gülmeye çalışarak.
   Nihayet kafeden çıkmıştık. Herkes eve gitmişti. Annemi eve gönderip çocukluğumun geçtiği parka doğru ilerledim. Boş bir banka oturup elimi havaya kaldırdım. O sırada yaşlı bir teyze gelip yanıma oturdu. "Merhaba kızım" dedi. "Merhaba teyzecim" dedim. Çantasından çıkardığı şekerleri bana uzattı. İçlerinden bir tane aldım. "Teşekkür ederim" dedim gülümseyerek. "Afiyet olsun kızım. Normalde her gün gelir çocuklara verirdim ama bugün hiç çocuk yok. Sana kısmet oldu" dedi. "Benim adım Müjgan. Senin gibi bir torunum var benim de. Senin yaşlarında. Ona benziyorsun aynı. Senin adın ne kızım?" diye sordu. "Destina" diye cevapladım. "Değişik bir isim. Annen, baban yabancı mı?" diye sordu bu sefer. "Hayır" diye cevapladım. O sırada arkadan "Babaanne burada mıydın?" diye bir ses işitip sesin geldiği yöne baktım. Yine o çocuktu. Birlikte şarkı söyleyip sokak hayvanlarını beslediğimiz, şu sürekli Hobbit diyen sinir bozucu çocuk. "Sen?" dedi beni fark ettiğinde. "Burada ne işin var Hobbit?" diye sordu. "Hobbitiz diye parka da mı gelemeyiz?" dedim. Güldü. "Sürekli karşılaşıyoruz. Bence bu artık tanışmamız için bir işaret. Ben Ulaş" diye kendini tanıttı. "Ben de Destina" diye karşılık verdim. "Oğlum, kardeşini tanımadın mı?" diye araya girdi Müjgan teyze. Anlamadığımı belli eden bakışlarla Ulaş'a baktım. "Babaannem alzheimer hastası. Bazen bazı kişileri unutabiliyor. Büyük ihtimalle şu an seni kuzenim sanıyor. Kusura bakma" dedi. "Hayır, sorun değil. Babaannen çok tatlı biri" dedim. O sırada Müjgan teyze "Oğlum, bak onca yoldan bizi ziyarete gelmiş kızcağız. Niye bir hoşgeldin demiyorsun? Hadi bakayım, girin koluma eve gidiyoruz" dedi. "Babaanneciğim benim işlerim var. Siz gidin ben arkadan gelirim" dedim. "Olmaz öyle şey. Gel hadi. Yemekler yapacağım size. Eski fotoğraflara falan bakarız. Hadi" dedi. Ulaş'a baktım. Telefonla konuşuyordu. Bir süre sonra yanıma geldi ve "Nasıl hissettiğini, ne düşündüğünü anlayabiliyorum ama gelebilecek durumdaysan gelir misin? Biraz durduktan sonra bir şekilde geçiştiririz gidersin" dedi. "Beni tanımadığını düşünüyorsun ama aslında tanıyorsun. Ailen de öyle. Ama tabii sen hatırlamıyorsundur. İstiyorsan gelmeden önce anneni arayıp sorabilirsin" diye devam etti. Ben şu an nasıl bir olayın içindeydim?

Gökyüzü Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin