On Birinci Bölüm

42 1 0
                                    

Destina Karaca
Kantinde normalden çok daha sakin bir muhabbet vardı. Efe ve Mevsim'in tekrar birlikte olup olmayacağını, bu durumun Efe'yi nasıl etkileyeceğini konuşuyorduk. Ulaş "Görünüşe göre oldukça iyi geçmiş. Baksanıza" dedi ve gözleriyle Efe'yi işaret etti. Gayet normal, hatta mutlu bir şekilde bize doğru geliyordu. Yanımıza ulaştığında "Ne oldu?" diye sordu Burak. Efe "Hiçbir şey. Bir yıldır olduğu gibi tekrar ayrı olmaya karar verdik" diye cevapladı. "Ama sen Mevsim'i seviyordun" dedi Ela. Bakışlarımız tekrar Efe'ye döndü. Ondan detaylı bir açıklama bekliyorduk. "Evet, seviyor-dum. Eskidendi. Hâlâ seviyorum ama o şekilde değil. Çok değişmiş. Benim aşık olduğum özelliklerinin neredeyse tamamı yok olmuş. Eski rahatlığı, umursamazlığı, doğallığı yoktu sanki. Maskara ve rimelin farkını bile bilmezdi ki o" dedi. "İkisi aynı şey" dedi Beren. Efe "Farklı şeyler olsaydı bilmezdi ama" diye karşılık verdi. Kısa süren bir sessizliğin ardından "Belki de aradan geçen bir yıl sebep olmuştur ona olan hislerinin değişmesine. Emin değilim. Emin olduğum tek şey, aramızdaki hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmadığı" diye ekledi. "Neden gitmiş peki? Bizimle konuşacağını söylemişti" dedi Beren. "Merak etme. Mutlaka sizi arar veya tekrar gelir. O zaman öğrenirsiniz" diye cevapladı. Zil çaldığında hepimiz sınıflara dağıldık. Tarih dersinin ortasında kapı çaldı ve nöbetçi öğrenci sınıfa girdi. "Dersinizi böldüğüm için özür dilerim hocam. Şebnem hoca Destina ve Ulaş'ı çağırıyor da" dedi. Arkama dönüp dudaklarımı oynatarak "Ne oluyor?" diye sordum. "Bilmiyorum" dercesine omuz silkti. "Önemli miymiş? Dersten sonra gitseler olmuyor mu?" diye sordu Gargamel. Dersinin bölünmesinden hiç hoşlanmazdı. Biz de üniversite sınavına az kaldığı için derslerden mümkün olduğunca çıkmamaya çalışıyorduk. Çünkü bazı konuları sadece öğretmen anlattığında anlayabiliyordunuz. Ama babalarımız tarih öğretmeniydi. Bu yüzden ikimiz için de sorun olmazdı. "O kadarını söylemedi" diye cevapladı nöbetçi öğrenci. "Gidin bakalım" dedi Gargamel. "Konuyu tamamlayabileceğinizi düşündüğüm için çıkmanıza izin veriyorum. Anlamadıysanız teneffüste yanıma gelin" dedi biz ayağa kalkarken. Başımızı salladık. Her ne kadar kızsa da severdi öğrencilerini. Hatta Efe'yi bile. Öğrencileri de belli etmese de ona olan saygılarını elden bırakmazdı. Sınıftan çıktığımızda müzik odasına gitmek için koridorun diğer tarafına yöneldik. Nöbetçi öğrenci bizi durdurup "Öğretmenler odasında" dedi. Öğretmenler odasına girdiğimizde Şebnem hoca tek başına oturuyordu. Açık olmasına rağmen adettendir diyerek kapıyı çaldık. Gözlerini telefonundan ayırıp "Gelin çocuklar, oturun" dedi gülümseyerek. Hemen yanındaki koltuğa da biz oturduk. "Bir müzik grubu kurmak istiyordum. Bugün dersim olan birkaç sınıfla konuştum ve birkaç öğrenci buldum. Ama hâlâ bazı eksikler var. Okulda müzikle ilgilenen başka öğrenci olup olmadığını sordum ve bana sizin adınızı söylediler" dedi. Burak veya Ela'ydı bunu söyleyen. Çünkü arkadaş grubumuz dışında bu okulda hiç şarkı söylememiş, enstrüman çalmamıştık. "Derslerde de gördüğüm üzere gayet iyi çocuklarsınız. Bu yüzden sizi de gruba almayı düşünüyorum. Ama önce seslerinizi duymalıyım" dedi Şebnem hoca. Ulaş ile birbirimize baktık. Şebnem hoca araya girerek "Hadi bir şarkı söyleyin. Destina sen başla" dedi. Ulaş ile tanıştığımız gün söylediğimiz şarkıyı söylemeye başladım. Bir süre sonra durdum ve Ulaş şarkıya devam etti. Şarkı bitiminde Şebnem hoca "Seslerinizi çok beğendim. Daha çok rock müzik çalışmak istiyorum. Rock müzik dinlediğinizi ve sevdiğinizi düşünüyorum" dedi. Başımızı olumlu anlamda salladık. "Enstrüman eksiklerimiz de var. Herhangi bir enstrüman çalıyor musunuz?" diye sordu bu sefer. "Ben akustik ve elektro gitar çalıyorum" diye cevapladım. "Ben de akustik gitar ve bateri çalıyorum" dedi Ulaş. "Harika. Şimdi size biraz gruptan bahsedeyim. Siz benim ilk müzik grubum olacaksınız. Diğer okullarda ya okul idaresi izin vermedi ya da uygun öğrenciler bulamadım. Ama sizin okulunuzda hiç böyle sorunlar olmadı. Bu müzik grubunu tamamen sizin için kurmak istiyorum. Bazı öğrenciler müzikle profesyonel olarak uğraşmak istiyor. Ve bazı müzik okulları düzenledikleri yarışmalarda birinci olan öğrencilere burs veriyor ve bu çok büyük avantaj. Başka bir meslek düşünseniz bile diğer müzik yarışmalarından kazanacağınız ödüller de sizin eğitiminiz için çok yararlı olacak. Henüz iki kişi bulabildim. Onuncu sınıflardan bir kız öğrenci org çalacak ve sizin gibi on birinci sınıf olan bir erkek öğrenci bas gitar çalacak. İsimleri İdil ve Ekin. İkiniz de enstrümanlarınızı çalacaksınız ve vokalistlik yapacaksınız. O anki şarkı kimin sesine uygunsa o söyler. Hatta belki düet de yapabilirsiniz. Az öncekini çok beğendim. Ama ufak bir sorunumuz var. Ulaş vokalist olduğu zaman bateriyi kim çalacak? Yedek bir baterist bulmalıyız" dedi Şebnem hoca. "Onuncu sınıflarda Mete var. O yapabilir belki" dedi Ulaş. "İyi çalabiliyor mu?" diye sordu Şebnem hoca. "O kadar iyi tanımıyorum. Daha önce çaldığını da hiç duymadım. Arkadaşımın takımından arkadaşı. O söylemişti" dedi. "Efe'nin arkadaşı olan mı?" diye fısıldadım. Başını salladı. "Çok profesyonel değilmiş ama iyidir herhalde. Konservatuvar okumak istiyormuş. Onun için iyi olabilir" dedi. Şebnem hoca "Telefon numaralarınızı söyler misiniz?" dedi. Numaralarımızı telefonuna kaydettikten sonra "Bir grup kuralım. Oradan haberleşiriz. Diğer öğrenciler katılıp katılmayacaklarını düşünmek istediler. Siz de düşünmek istiyorsunuzdur. Ama bana kalırsa kesinlikle katılın. İkiniz de çok yeteneklisiniz. Karar verdiğinizde gruptan bana mesaj atarsınız. Ulaşcığım, sen de Mete'nin numarasını bulup gruba eklersen çok sevinirim" diye ekledi. Ulaş başını salladığında "Sınıfınıza gidebilirsiniz. Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim" dedi Şebnem hoca. İkimizin adına "Rica ederiz" dedim ve odadan çıktık. Ulaş saatine baktı. "Zilin çalmasına iki dakika var. Sınıfa çıkmaya değmez. Gel, dışarı çıkalım" dedi. Bahçeye inerken "Bence kabul etmeliyiz" dedi Ulaş. "Bilmiyorum. Sanırım ben kabul etmeyeceğim" dedim. "Neden? Sen kabul etmezsen ben de etmem. Ayrıca Şebnem hocayı duymadın mı? Bazı okullardan burs kazanma ihtimali var. Para ödülü kazanırsak üniversite sınavı için özel ders de alabiliriz. Ailemize daha fazla yük olmayız. Ailelerimiz iki çocuk okutuyor. Sizinkiler ablanla seni, bizimkiler de abimle beni. Bizim tek başımıza yapacağımız en ufak şey bile hem onlar için hem de bizim için çok güzel olmaz mı?" dedi. Ağaçların altındaki boş bir banka oturduk. "Evet, haklısın. Çok güzel olur. Bunu ben de çok isterim. Ama yapamam. Çünkü korkuyorum. Benim sahne korkum var" dedim. "Sokakta benimle beraber söylüyorsun ama" dedi Ulaş. "Aynı şey değil" diye karşılık verdim. "Sokaklar rahat olduğum yerler, alışkın olduğum yerler. Ama sahne öyle değil. Orada çok gergin olurum. Yüksek bir sahne, insanın gözünü alan ışıklar, ağzına kadar dolu bir salon ve pür dikkat bizi dinleyen jüri. Düşünmesi bile beni o kadar huzursuz ediyor ki" diye ekledim. Hemen ardından "Sokaklarda şarkı söylerken elimden geleni yapmam yeterli. İçimden geldiği gibi söyleyebiliyorum. Ama sahnede elimden gelenin çok daha fazlasını yapmalıyım. En iyisini yapmam gerekiyor. O sahneye çıktığımda arkadaşlarımı, ailemi ve öğretmenimi gururlandırmak zorundayım" dedim. "Haklısın ama bu yenemeyeceğin bir korku değil" dedi Ulaş. "Pek sanmıyorum" dedim. "Sen bana güven. Ailenle konuş. Bence onlar da katılmanı söyleyecekler. Onlardan da onay aldığında Şebnem hocaya katılacağını söyle ve gerisini bana bırak" dedi. Hiçbir şey söylemeden ona baktım. "Bana güvenmiyor musun?" diye sordu. "Sana değil, kendime güvenmiyorum" diye cevapladım. "Ben sana güveniyorum. Sen de kendine güven" dedi. "Şebnem hocaya katılacağımı söyleyip sonrasında başaramazsam hem onu hem de sizleri yarı yolda bırakmış olacağım. Bunun olmasını istemiyorum" diye karşılık verdim. "Dinle Destina. Sen hayatımda gördüğüm en akıllı, en cesur, en güçlü kızsın. Bu dünyada isteyip de başaramayacağın hiçbir şey yok. Bana güven" dedi. "Tamam. Katılalım" dedim başımı sallayarak. Gülümsedi. O sırada zil çalmıştı. Ulaş'ın telefonuna da mesaj gelmişti. "Efe hâlâ neden gelmediniz diye soruyor" diye açıkladı. "Gelsinler buraya" dedim. Efe ve Beren'e durumu anlattık. Onlar da bana destek oldu. O sırada Ulaş ve benim telefonuma bir bildirim geldi. Şebnem hoca grubu kurmuştu.
Ertesi Gün
Dün ailemle konuşmuştum ve onlar da onaylamıştı. Bugün de katılacağımı söylemiştim. Aslında o müzik grubuna katılmayı çok istiyordum. Ulaş'a da sonuna kadar güveniyordum. Kahvaltıdan sonra annem ve babamla kahve içiyorduk. Ablam arkadaşlarıyla dışarı çıkmıştı. Telefonum çaldığında ekrandaki "Skyscraper" yazısını görünce gülümsedim. Konuşmak için odama gittim. "Günaydın" dedi telefonu açtığımda. Aynı şekilde karşılık verdim. "Bugün müsait misin?" diye sordu. "Evet, müsaitim. Bir şey mi oldu?" dedim. "Dışarı çıkalım diyecektim. Sen de istiyorsan eğer" diye karşılık verdi. "Olur, nereye gideceğiz?" diye sordum. "Gidince görürsün" diye cevapladı. "Beren ve Efe de gelecek mi?" diye sordum bu sefer. "Hayır, bugün sadece ikimiz olacağız" dedi. Ulaş beni evden alacaktı ve yarım saate hazır olmamı söylemişti. Telefonu kapattıktan sonra tekrar salona gittim. "Kim aradı?" diye sordu babam. "Ulaş" diye cevapladım. Kısa bir süre bana baktı ve hiçbir şey söylemeden tekrar televizyona döndü. "Dışarı çıkabilir miyim?" diye sordum. "Çık ama geç kalma" dedi ikisi de. Başımı sallayarak karşılık verdim ve odama gittim. Kot pantolon ve beyaz tişörtümün üstüne kot ceketimi giydim. Yanıma küçük bir sırt çantası alıp evden çıktım. Dışarı çıktığımda sokağın başından Ulaş'ın geldiğini gördüm. Elinde gitarı vardı. Yanıma ulaştığında gülümsedi ve "Hadi gidelim" dedi. Yürürken "Gitarını neden aldın?" diye sordum. "Küçük bir işim var" dedi. Bugün bana asla net bir cevap vermeyecekti anlaşılan. Otobüs durağına geldiğimizde durak neredeyse boştu. Durakta oturan üç kişi gittikten sonra boş kalan yere biz oturduk. Gözlerimi ovuşturup esnedim. Ulaş bana baktı. Neredeyse öğlen olmuştu ve ben esniyordum. "Uykumu alamadım da" diye açıkladım. Başımı tutup omzuna yasladı. "Dinlen bakalım Gökyüzüm" dedi. "Bugün kendini iyi hissetmen lazım" diye ekledi. Ona bakıp gülümsedim. Bana "Gökyüzüm" demişti. Bana ilk defa bu şekilde hitap ediyordu. Gökyüzünün Ulaş için ne anlam ifade ettiğini biliyordum. Bana böyle hitap etmesi nedensizce beni çok mutlu etmişti. Otobüs geldiğinde yerlerimizden kalktık ve otobüse bindik. "Nereye gittiğimizi hâlâ söylemeyecek misin?" diye sordum otobüsten indiğimizde. "Çok az kaldı" dedi. Beş dakika daha yürüdükten sonra bir okulun önüne gelmiştik. Okul bahçesine girdiğimizde "İşte geldik" dedi. Anlamaz bakışlarla ona baktım. "Hadi" dedi ve elimden tutarak okula doğru ilerlemeye başladı. "Babamın bir arkadaşı bu okulun müdürü. Okulun konferans salonunu kullanmamız için rica ettim. O da beni kırmadı. Bugün prova yapacağız" dedi. O sırada okulun merdivenlerinden bir adam indi ve "Ulaş, hoşgeldiniz" dedi. "Hoşbulduk" diye karşılık verdi Ulaş. Bana dönüp "Merhaba" diye selam verdi. "Merhaba" diyerek karşılık verdim. "Biz hemen provaya başlasak iyi olur. Bu arada salonu kullanmamıza izin verdiğiniz için çok teşekkürler" dedi Ulaş. "Rica ederim. Buyrun, geçin" diye bir karşılık aldığında ilerlemeye başladık. Konferans salonuna girdiğimizde her yer karanlıktı. Sadece sahne aydınlatılmıştı. "Bugün burada, o yüksek sahnede, ışıkların altında şarkını korkmadan, güçlü bir şekilde söyleyeceksin ve dünyadaki en güçlü kız olduğunu kanıtlamış olacaksın" dedi sahneye çıkarken. Ama ben o sahneye çıktığımda hâlâ çok gergindim. "Başaracaksın" dedi. Ben korkulu gözlerle ona bakarken "Bizim şarkımızı söylemek ister misin?" diye sordu. Başımı salladım. Gitarını kılıfından çıkarıp omzuna astı. Ben de mikrofona yaklaştım. Ulaş şarkıya girdiğinde kısık ve titrek bir sesle başladım şarkıya. Gözlerim kapalıydı. Yüksek bir sahne, parlak ışıklar ve önümdeki mikrofon hiç yokmuşçasına şarkımı söylüyordum. Bir süre sonra kısık ve titrek sesim normale dönmüştü. Normal bir tonda şarkıyı söylerken sesim git gide daha da güçleniyordu. Şarkı bittiğinde gözlerimi açtım. Tüm salonu alkış sesleri doldurdu ve salon aydınlandı. İçerisi seyirciyle doluydu. Efe, Beren, Burak, Ela, Gözde, Yiğit, Kaan abi, ablam, Kerem abi ve daha tanımadığım pek çok insan. Ulaş'a bakıp güldüm. "Başaracağını söylemiştim" dedi. "Burada seyirci olduğundan haberim yoktu" diye karşılık verdim. "Ama artık var. Hadi, şimdi bir de seyirciye bakarak söyle. Emin ol yine başaracaksın" dedi. Mikrofonu elime aldım. Elim titriyordu. Başka bir şarkıya başladım. Ulaş da bana gitarıyla eşlik ediyordu. Sesim arada bir titrese de artık eskisi gibi değildi. Ben şarkımı söyledikçe sesim daha da güçleniyordu. Ablamla göz göze geldiğimde ikimiz de gülümsedik. Bakışlarımı Beren ve Efe'ye çevirdim. Onlar da bana bakıp gülümsüyordu. Şarkımı bitirdiğimde Ulaş'a döndüm. "Başardın" dedi gülümseyerek. Ulaş gitarı elinden bıraktığında ona sarıldım. "Sen muhteşem birisin Ulaş" dedim. "Tekrar egoistçe davranmamı mı istiyorsun?" dediğinde güldüm. Ona bakıp "Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum" dedim. "Yüzündeki mutluluk benim için en büyük teşekkür" dedi Ulaş. Gülümsedim. Bu gökdelen boylu çocuk iyi ki hayatımdaydı.

Gökyüzü Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin