İkinci Bölüm

132 4 0
                                    

Başımı sıraya koymuş bir şekilde Beren'in bana Eren'e olan hayranlığını anlatışını dinliyordum. Bu ilk anlatışı değildi. Günün belirli zamanlarında en az 15 dakika Eren sevgisinden bahsediyordu. Efe gelse de iki kat daha fazla geyik yapsak diye bekliyordum. Telefonunun çalmasıyla başımı sıradan kaldırdım. İyi gevşek lafının üstüne ararmış. Efe arıyordu. "Oy oy kankaların en gevşeği mi aramış?" diye açtım telefonu. "Günaydın kanka. Ben biraz geç kalacağım. İdare edersiniz değil mi m?" dedi. "İdare ederiz tabi. Ama acele et. Ders tarih. Ne kadar idare edebilirim bilemiyorum. Hocanın sana karşı özel bir sevgisi var ya hani. Biliyorsun çok seviyor seni" dedim. "Ben de ona karşı boş değilim" dedi Efe. "Merak etme gülüm. Çok geç kalmam zaten" diye ekledi. "Tamam, görüşürüz" dedim. "Ayaklarımı popoma değdirerek koşuyorum şu an. Hadi görüşürüz" dedi ve telefonu kapattı. Beren'e dönerek "Efe geç kalacakmış. İdare edeceğiz ama ne kadar idare edebiliriz sence?" diye sordum. "Gargamel'in Efe'ye olan sevgisi kabarmazsa en fazla 10 dakika idare ederiz" dedi. Gargamel, tarih öğretmenine taktığımız lakaptı. Bu lakabı almasını sebebi ise burnuydu. "Efe'yi neden bu kadar çok seviyor(!)" diye soracaksınız şimdi. Efe'yi sevmemesinin sebebi Efe'nin tarih dersinden nefret etmesi dolayısıyla derslerde yaptığı dengesizliklerdi. Kısa süre sonra Gargamel sınıfa girdi. Sınıfa şöyle bir göz gezdirdi. Arkamdaki sıranın boş olduğunu fark etmiş olacak ki "Efe nerede?" diye sordu. Beren kulağıma doğru eğilerek "Hemen de fark etti yürüyen radar. Rüyasında mı görüyor her gün?" dedi. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Gargamel kılıklı öğretmen ya da tam anlamıyla Gargamel bize bakıp "Destina, Beren söylesenize kızım. O haylazın yerini sizden başka bilen yoktur" dedi. Beren ile aynı anda birbirinize baktık. Beren "Şey... O şeye gitmiş... Onun şey olmuş..." diye bir şeyler gevelemeye başlayınca "Hastanede o" diye araya girdim durumu toparlayarak. "Hah, evet hastanede" diyerek onayladı Beren. "Niye?" diye sordu bu sefer Gargamel. Evet, güzel soru. Niye? "Dişi ağrıyormuş onun. Diş doktoruna gitmiş" dedi Beren durumu toparlayarak. "Diş doktoruna mı?" diye sordu bu sefer burnunda arizona kertenkelesinin dans ettiği Gargamel. Diş doktoru diyoruz işte! "Ya evet, diş doktoruna gitmiş. Hani diş doktorlarının öyle bir huyu vardır. Sabahın körüne randevu verirler. Zaten sabahın köründe olmasaydı başka türlü de gidemezdi. Şimdi okul var. O kadar derse giriyor falan. Okuldan çıkınca da yoruluyor. Kim gidecek o kadar yolu. Akşam zaten gidilmez doktorlara saygı açısından. Onların da ailesi, eşi, çocuğu var. İnsanlar evlerine daha erken gitse çok iyi olur. O yüzden akşam da gidilmez. Yani bence en iyisi" dedim. "Peki, tamam. Oturun" dedi Gargamel. Tahtaya bir şeyler yazmaya başladığında dersin başladığını anladık. Çok kısa bir süre sonra Efe nefes nefese sınıfa daldı. "Höst! Kapıyı bari çal" diye bağırdı Gargamel. "Pardon hocam" dedi Efe. "Neredeydin?" diye sordu Gargamel. "Güzel soru hocam. Tebrikler" dedi Efe. Durumu toparlayamayacağını anlamıştık. Beren birden ayağa kalktı. "Hocam ben çok kötü oldum" dediği anda Efe bunu fırsat bilerek bana baktı. Hoca Beren'e ne olduğunu sorarken ağzımı oynatarak "Diş doktoruna gittin" dedim. Başını aşağı yukarı sallayarak "Tamam" dedi. Beren başının döndüğünü söyleyerek dışarı çıktı. Amacı Efe'ye zaman kazandırmaktı. "Evet, ne diyorduk? Neden geç kaldın Efe Ertürk?" dedi Gargamel. "Diş doktoruna gittim hocam. Kimi kolonyalı pamuk koyar, kimi karanfil koyar. İşte ben de dedim ki 'Efe boşver bunları. Kalk sen doktora git. En mantıklısı'. Sonra kalktım hastaneye gittim" dedi Efe. Gargamel'in "Ertürk, geç yerine" demesiyle arkamızdaki yerine oturdu Efe. O sırada Beren de sınıfa gelmişti.
Ders bitiminde aşağı inerken Beren "Niye geç kaldın?" diye sordu Efe'ye. "Kanka kızla konuşacağım diye geç saatte yattım. Sabah da uyanamadım" dedi Efe. "Oğlum hâlâ beceremedin mi şu kızın numarasını almayı?" diye sordum. "Beceremedim kanka. Muhtemelen şu dakikadan sonra da alamam zaten" dedi. "Neden?" diye sordum. "Numarasını ister gibi bir mesaj attım. Kız da görüldü attı" dedi Efe. Evet, acaba ne yazmıştı? Dünyanın en boktan ve en saçma mesajı olabilirdi her ne yazdıysa. "Efe, sormaya korkuyorum ama ne yazdın?" dedi Beren. "Telefon rehberimde adın olsa güzel olmaz mı?" diye cevapladı Efe. Bir süre Efe'ye boş boş baktık. Ardından 'Anlıyorum, evet, peki' gibi tepkiler verdik. "Kanka uzun zamandır da sevgilim olmadı. Artık birini bulmam lazım. Birisi gelip 'Sevgilin var mı?' diye sorduğunda 'O ne? Yeniyor mu? Hangi dilde o kelime?' diyecek durumdayım" dedi. Onun bu sözlerine kahkahayla güldük. O sırada Ecem, Beren'e ters ters bakarak yanımızdan geçti. Ecem'in böyle davranmasının sebebi onun hoşlandığı çocuğun Beren'den hoşlanıyor olmasıydı. Yani klasik bir aşk üçgeniydi. Aşk üçgeni demem ne kadar doğru olur bilmiyorum. Daha çok Bermuda Şeytan Üçgeni gibiydi. Telefonumun titreşimiyle irkildim. Annem arıyordu. "Efendim annelerin güzeli" diye açtım telefonu. "Destina, okuldan sonra işin var mı kızım? Ödevin veya ertesi gün sınavın varsa söyle" dedi annem. "Hayır, yok" diye cevapladım. "Bir sorun mu var?" diye ekledim. "Anneciğim, kafe bugün çok kalabalık. Yetişemiyoruz. Okuldan sonra uğrayıp yardım eder misin?" dedi. Annem ben kendimi bildim bileli o kafeyi işletirdi. Ben doğmadan önce açmış kafeyi. İlk zamanlar öyle pek de fazla müşterisi yokmuş. Daha sonra kafeye gelip giden müşteriler artmış. Şimdi ise yeteri kadar garson olmasına rağmen çoğu zaman siparişlere yetişilmiyordu. Babam işten, ben de okuldan vakit buldukça yardım etmeye gidiyorduk. Babam da işinden pek vakit bulamıyordu."Tabi ki gelirim anne. Ama kitapçıya uğrayıp ondan sonra gelsem olur mu?" dedim. "Olur. Kapatmam lazım, kendine iyi bak. İyi dersler" dedi. Teşekkür edip kapattım telefonu. "Kafeye mi gideceksin?" dedi Beren. "Evet" dedim. Yanıma gelip koluma girdi ve "Destinaaa" dedi sevimli bir yüz ifadesi alarak. "Tamam kanka. Sen de gel" dedim. Şaşkın bir yüz ifadesi takınarak "Oha. Nasıl anladın gelmek istediğimi?" diye sordu. "Ben ne zaman kafeye gidecek olsam sen de gelmek istiyorsun çünkü" dedim. Beren'in benimle gelmek istemesinin sebebi bir üst sınıflardan hoşlandığı çocuk olan Eren'in arkadaşlarıyla birlikte sürekli bizim kafede takılmasıydı.
Okul çıkışında hepimiz evlere dağıldık. Üstümü değiştirip kitapçıya, daha sonra da kafeye uğramak için aşağı indiğimde Beren beni bekliyordu. "Beraber gidelim canım kankam" dedi ve birlikte kitapçıya doğru yürüdük. Kitapçıya geldiğimizde "Hemen dönerim" dedim Beren'e ve içeri girdim. Raflarda istediğim kitabı ararken gözlerimden ışın çıkarıyor gibi hissediyordum. Nihayet aradığım kitabı bulmuştum. Ama lanet kitap rafın en üstünde duruyordu. Raflar haddinden fazla uzundu. 1.73 boyumla o rafa yetişemiyordum. Zıplayarak kitabı almaya çalıştım ama başarısız oldum. Tekrar zıpladım ama yine alamadım. Bu sefer parmak uçlarımda yükselerek kitabı almaya çalışırken biri benim yerime uzanıp kitabı aldı. Kafamı kaldırıp baktığımda onu gördüm. Dün gördüğüm çocuktu. Sokak hayvanlarını besleyen çocuk. Gülümseyerek kitabı bana uzattı ve "Al bakalım" dedi. "Kendim alabilirdim" diye karşılık verdim. "Emin misin? Bu konuda pek de iyi görünmüyordun. Her neyse inat etme de al Hobbit" dedi. Kitabı elinden aldım ve "Lütfen bana Hobbit deme" dedim. "Sebep?" dedi sorarcasına. "Çünkü normal hatta ortalamaya göre uzun bir boyum varken bana Hobbit demen çok saçma" dedim sinirlendiğimi belli ederek. "Peki. Bir daha sana Hobbit demem" derken Hobbit kelimesini bastırarak söylemişti. "Ya gerçekten bu boyunla sen o kitabı nasıl alamadın?" diye sordu. "Senin boyun haddini aştığı için olabilir mi? Pisa Kulesi gibi boyun var. En az 1.85 boyun vardır senin. Benim alamamam normal değil mi sence de?" diye cevapladım. "1.85 değil ama yaklaştın. Boyum 1.90" dedi. "Ama yine de sana Hobbit diyeceğim" diye ekledi. "O gün seni sokak hayvanlarını beslerken gördüğümde çok iyi biri olduğunu düşünmüştüm ama aksine çok sinir bozucuymuşsun" dedim. "Normalde hiç de sinir bozucu biri değilim ama seninle uğraşmak hoşuma gitti" dedi. Bir süre o bana, ben de ona baktım. Düz, kahverengi saçları ve kahverengi gözleri vardı. Ve kabul etmeliydim ki gerçekten yakışıklıydı. Telefonumun çalmasıyla gözlerimi ondan ayırdım ama o hâlâ bana bakıyordu. Beren arıyordu. Uzun süre çıkmayınca beni merak etmiş olmalıydı. Telefonu açtım ve "Beren, geliyorum şimdi" dedim ve telefonu kapattım. "Gitmen gerekiyor sanırım" dedi. "Evet" dedim. "O zaman sonra görüşürüz Hobbit" dedi gülümseyerek ve yanımdan ayrıldı.

Gökyüzü Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin