Hani bilirsiniz, onu bir daha hiç görmek istemeyeceğinizden eminsinizdir, son derece sinirlisinizdir, karşınıza çıksa patlayacak durumdasınızdır. Kalbiniz acıyordur, gerçekten aldatılmış ve kullanılmış hissediyorsunuzdur. Beni hiç mi sevmemiş düşüncesi volta atıyordur kafanızda. Aşık olduğunuz herşeyini düşünmemek için kendinizle savaş veriyorsunuzdur. Gülümsemesini, gözlerini, saçlarını, kahkahasını, elinizi tutarken baş parmağı ile elinizi okşamasını, hepsini aklınızdan atıp çıkarmak istiyorsunuzdur. Ama sadece istersiniz işte. Bende bu durumdaydım. Onu karşımda gördüğümde, ilk aklıma gelmesi gereken şeyin, burada ne arıyor olduğuydu. Ama hayır, ben bir hiçlik hissediyordum. Buz mavisi gözlerine baktığımda, gerçekten boğuluyormuş gibi hissediyordum. Ama bu öncekilerden farklı bir boğulma hissiydi. Gerçekten canımı yakan, kaburgalarımın sıkışmasına neden olacak türden bir boğulmaydı. Canınızı acıtan cinstendi. Ellerim hala Fred'in asasının üzerindeyken, gözlerimi yavaşça ondan çekmeyi başarmıştım. Salonda oluşan sessizlik fazla rahatsız ediciydi. Bir şeyler söylemem gerektiğini biliyordum. Özellikle ona burada ne aradığını sormam gerektiğini biliyordum. Ama sadece sustum. Önüme döndüm ve Fred'le sanki hiçbir şey olmamış gibi konuşmama devam ettim. Fred, önce şaşırsa da, benim için bana döndü ve sorduğum saçma salak soruları cevaplamaya devam etti. Kapının kapandığını duyduğumda içeriye girdiğini anlamıştım. Herhalde, sabaha kadar o kapının önünde dikilecek hali yoktu. Salonda hala sessizlik hakimken, ben bacağımı titretmeye başlamış, aynı zamanda da hala asayı izlemeye devam ediyordum. Sanki ilk kez bir asa görmüş gibi davranıyordum.
"Aç mısınız çocuklar?" dedi sonunda Bayan Weasley ortada ki sessizliği bozmak için. Gözlerimi asadan çekiğ, Bayan Weasley'e diktikten sonra, kafamı onay verircesine salladım. Benim dışımda Weasley kardeşler, Harry ve Bay Weasley'de kafasını sallamıştı. Draco ise, -evet ona bakmıştım- hala kapının önünde duruyor ve hiçbir şey söylemeden bana bakıyordu. Onun bakışlarından son derece rahatsız olmuştum. Hem onun burada ne işi vardı? Ah tabii, onlar tüm yaz boyunca mektuplaşmaya devam etmiş olabilirlerdi. Ama ben hiçbir mektubuma cevap alamadığım için, onların hala iletişimde olduğunu bilmiyordum. Derin bir nefes aldıktan sonra, masasın başına, Ginny'nin yanına geçtim. O sırada içeriye Hedwig girdi. Eli boştu. Mektubum ulaşmıştı. Gözlerimiz tekrar saniyeliğine buluştuğunda, oturduğum yerden tekrar kalktım ve Hedwig'i omzuma alıp, önce tüylerini okşadım. Ardından ise biraz besleyip, bir kalem ve kağıt alıp, Bayan Weasley'nin yemeğini soğutacaksın uyarılarını dinlemeden, Pansy'e, Kovuk'a gelmesine dair uzun bir mektup yazdım. Zaten olan herşeyden haberdar olduğundan son derece emindim.
Hedwig'i gönderdikten sonra, masaya geçtim ve yavaşça yemeğimi yedim. Draco tam karşıma oturmuştu. Herkes bir şeylerden bahsederken, benim tek yaptığım yemeğime kafamı sokup konuşmaları duymazdan gelmekti. Tüm yaz boyunca, okula dönüp ona sıkı sıkı sarılmayı düşünmüştüm. Ama anlaşılan o ki, artık böyle bir şey imkansızdı. Ki bizimle beraber okuyacak bir Elizabeth vardı başımızda. O kızı yarım yamalak hatırlıyordum. Beni gıcık etmek için yaratılmış gibiydi. Eskiden Dracolara geldiğinde, sık sık oyun oynardık ama her seferinde beni oyunbozan göstermek için elinden geleni yapardı ve o kız her geldiğinde, Draco benden soğurdu. Bu düşünceye suratımı buruşturmuştum. Önümde ki yemeğime bir çatal daha batırdıktan sonra, ağzıma götürdüm ve yavaşça çiğnedim. Kafamı kaldıramıyordum, bana baktığından o kadar emindim ki. Onun gözlerine tekrar bakmak istemiyordum. Gerçekten beni kandırdığına inanamıyordum. Derin bir nefes aldıktan sonra, önümde ki bardağı kafama diktim ve tekrar masaya bıraktım.
"Hermione tatlım?"
"Efendim?" dedim hızlıca.
"Neden cevap vermiyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
from the past // dramione
FanfictionDraco Malfoy, yıllar önce kaybetmiş olduğu en yakın 'arkadaşını' tekrar karşısında gördüğünde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını tahmin edebiliyordu.