Sedef Ersan:
Kutay'la ders çalışmamızın üzerinden yaklaşık yarım saat geçmişti. Konularım yavaş yavaş bitiyor, sınıfa yaklaşıyordum. Aslında matematiğim iyiydi, fakat kendimi derslere vermek istemediğimden ve az çok da istemediğimden yapmıyordum. Pek önemsemiyordum açıkçası, bu yüzden matematiği kötü olarak biliniyordum Huriye Hoca tarafından. Kutay'ın beni ders çalıştırmaya başlamasıyla yeniden ders çalışma şevki gelmişti içime, ki birazcık üzerine düşmek yeterli olmuştu tamamlamama. Zaten temeli sağlam bir öğrenciydim.
Önümdeki damla çikolatalı beyaz kurabiyelere uzanıp bir tanesini aldım ve oldukça koca bir ısırıkla kendimi tatmin ettim. Hiç öyle naziklik yapıp yavaş ve kibar yiyen insanlardan değildim. Olamıyordum da. Yavaş yemek, sıkıyordu beni. Sıkılıyordum yani. Sanki hemen bitmeliymiş gibi geliyordu, yemek yemenin zevki de buydu sanırım.
Bunları düşünmeyi bir kenara bırakıp çayımdan bir yudum aldım, karşımda oturan Gülten Abla'ya baktım. Ardından Kutay'a döndü gözlerim. İkisi de şaşkınlık ve hafif muzip bir gülümseyişle beni izliyordu. Çayım havada kalınca, ağzımdaki lokmayı yutamamışken gülümsedim ve çayımı ellerim arasından masaya bıraktım. Hızla lokmamı çiğnedim ve yutarken zorlukla gülümsedim. "Kurabiye yesenize, çok güzel olmuş," deyip kurabiyeleri gösterdim, ardından kendimi unutturmak istermişçesine oturduğum sandalyede aşağı doğru kaykıldım.
Gülten Abla bu hareketimle gülmeye başladı. Aslında, Gülten Abla hep gülüyordu. Her zaman gülüyordu. Hiç suratı asıkken kızgınken ya da ağlarken görmemiştim onu. Bu güzel bir şeydi. Ama bu düşünce beni çok acısı olduğu kanısına doğru sürüklüyordu. Böyle olması dayanılmazdı. Hâlâ geçmişte yaşadığı şeylerin yükünün ağırlığıyla eziliyor olmalıydı. Sanırım... onun yerine canım yanmıştı.
Oturuşumu düzeltip ciddiyetimi takındım ve boğazımı temizledim. "Abla," diye giriş yaptım konuya. Onu üzmek istemiyordum. Hatta bu en son isteyeceğim şey bile olamazdı ama o hep yalnızdı ve içindekileri bir kez olsun birine anlatabildiğini düşünmüyordum. Ya insanlar sormamıştı, o boş vermişti ya da anlatamayacağı kadar yalnızdı. Biliyordum. Biliyordum çünkü ben de anlatamamıştım. Hiçbir şeyi. Hâlâ.
"Efendim yavrum?" dedi çayını çay tabağına yerleştirip geri yaslanırken. "Hani sen, ilk tanıştığımız gün," deyip duraksadım ve devamını getirip getirmemek arasında kalakaldım. En sonunda tüm gücümü topladım, gözlerine baktım. "Demiştin ya 'aşk, bir şeyler katmalı insana, eksiltmeden' diye. Haddime değil belki ama, ben seni dinlemek istiyorum. Bilmiyorum," dedim ve duraksadım bir kaç saniye.
"Biliyorsun..." deyip tebessüm etti. Gözlerimi kucağımdan kaldırdım ve gözlerine baktım. Neyi kastediyordu? "Yani... Abla seni bugüne kadar hiç kimse dinlemedi mi? Sormadı mı sana bir kere bile 'nasılsın?' diye... Ya da ne bileyim, hiç kimse merak etmedi mi geçmiş diye adlandırdığımız geçmeyenini?"
"Etmedi," dedi usulca.
"Ama ben ediyorum..."
"Sedef," diye giriş yaptı aniden Kutay. Beni uyarır gibiydi. Sanki 'sus' der gibiydi. Ama susmaya niyetim yoktu. Bunu kendim için yapmıyordum.
"Kutay," deyip durdurdum onu. "Kendim için değil. Sen bilmiyorsun belki ama ben bunların ne demek olduğunu gayet iyi biliyorum. Sesini çıkaramamanın ne demek olduğunu, yalnızlığın, konuşamamanın, içime gömeyim derken içinde bir evlat yetiştirmenin ne demek olduğunu ben biliyorum. Ve Gülten Abla yıllardır, belki de bir ömür boyudur bunları çekiyor. Yüreğinin ta ortasına bir fidan dikmek istemiş, insanlar üzerine toprak atıp gömmüşler. Mezarlığa dönmüş."
Gülten Abla'ya döndü gözlerim, Kutay'dan ayırırken. Gülümsüyordu, her zamanki gibi. Ama gözleri buğuluydu bu sefer. İlk defa anlaşılmış olmanın burukluğu vardı üzerinde. Dayanamayıp kalktım ayağı, hızla yanına ulaştım ve kollarımı boynuna sardım. "Abla... niyetim seni üzmek değil. Kabuk bağlayan yaranı kanatıp üzerine tuz basmak da değil. Ama ben anlıyorum seni. İnan ki... anlıyorum."
"Biliyorum kızım, biliyorum," dedi bedenini benden uzaklaştırıp gözyaşlarını silerken. "Ama yıllardır ilk defa birisi nasıl olduğumu sordu. Bir çocuğa dönüştü kalbim adeta. Kaç yaşında kadını ağlatıyorsun kuzum!" dedi yapay bir sinirle, gülümsedim içtenlikle.
"Doğru," dediği an nefesini verdi. "Bir yaram var, herkes gibi. Bu dünyada nefes alan her insan gibi. Kanun bu kızım, herkes bir şeyler yaşayacak. Kimisi yar olup ayrılacak bu dünyadan, kimisi yara. Bize de yara olmak düştü işte... Üzerimize düşen vazifeyi yerine getiriyoruz."
"Yıllardır şu kafeden başka bir hayatın olmadı mı abla?"
"Sevdiğim adamı bir Cemal Süreyya şiiri ile terk ettikten sonra, olmadı," dedi dilini dişleri arasına sıkıştırıp ses çıkartarak.
"Terk mi ettin?" dedim şaşkınlıkla. "Niye ki?"
Gülümsedi, burukça. Kırık bir tebessüme sahipti, gülmek haram gibi. Hiç haram olur muydu bir insana gülmek?
"Bazen gitmen gerekir kızım. Terk etmen gerekir. Zorundasındır daha doğrusu. Aşk bencildir, demiştim Kutay. Hatırlıyor musun?" dedi başını eğip arkamda kalan Kutay'a gülümseyerek. Kutay'a baktığımda göz göze geldik, duraksadı. Birkaç saniye sonra gülümsedi, başını salladı. "Heh, öyle işte. Aşk için bazı doğrulardan vazgeçmen gerekir. Aşkın dini yoktur. Dininden vazgeçmen gerekir. Aşkın dili yoktur. Aşkın ırkı yoktur. Aşkın kanunu, kuralı yoktur. Aşkın... meclisi yoktur. Aşkın bir tek isyanı vardır. Ya katılırsın bu isyana ya da kapılırsın işte. Ben kapılanlardan oldum yavrum," dedi gözyaşları birer birer akarken yanaklarından aşağı.
Ellerimi sıkılaştırdım, kavradım parmaklarını. Avuçlarım arasında sakladım.
"Ben aşkım için vazgeçemedim. Kuralımdan, kanunumdan, dinimden, dilimden, ırkımdan... Ben aşkım için meclisimden vazgeçemedim. Doğrularımın peşinden gittim. Kendim için değil, vicdanım için terk ettim. İsyan edemedim, isyan edenlerin gazabına uğradım. Hoş, pişman mısın diye sorsan," deyip duraksadı. Kutay'a bakıp gülümsedi. Gözleri tekrar benim gözlerimi bulunca dudakları yukarı kıvrıldı. "Değilim."
"Ona gel diyemedin, sen de gidemedin. Öylece kalakaldınız yani..." dedim sessizce. Arkamda kalan Kutay'a bakmak istiyordum, gözlerinden kendi yansımamı görmek istiyordum ama bunu yapamadım. Gözlerimi kucağımdan kaldırarak saçlarımı arkaya taradım.
"Öyle oldu," dedi ve ayağa kalktı. Önündeki çay tabaklarını alarak: "Siz oturun, ben bir elimi yüzümü yıkayayım," dedi. Bacaklarımı kendime çektim, o aradan geçti ve arka tarafa ilerlemeye başladı. Bu sırada gözlerimi Kutay'a indirince bana baktığını fark ettim. Tek kaşımı kaldırıp ne olduğunu sorguladım, bakışlarını çekmedi. "Bir sorun mu var?" dedim.
"Hayır," dedi sessizce, ardından bakışlarını kaçırdı.
Keşke, hep baksaydı.
ben seni çok sevdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İZMARİT
Teen Fictionizmarit: özür dilerim. (14.20) izmarit: şimdi, senden aldıklarımı, (14.20) izmarit: sana verme vakti sevgilim. (14.20) izmarit: ben seni çok sevdim. (14.20) ‼️ İzmarit 2019 yılında yazılmış texting bir hikâyedir ve o zamana göre yazılmıştır. 2024 yı...