final:#75# son mektup.

135K 8.8K 13.1K
                                    

Bölüm sonundaki önemli duyuruyu okuyun, sizi seviyorum.

Sedef Ersan:

Süreyya Kafe'den içeri doğru adımladı ayaklarım. Ellerim titriyordu, bacaklarım ise bedenimi taşıyamayacak güçsüzlüğe sahipti. Fakat bu heyecanım, Kutay'ı görecek olmamdan değildi. O faslı, çoktan geçmiştim ben. Çoktan, gömmüştüm kalbimin en derinlerine, çiçek dolu bir mezarın dibine sevgimi. Umudum da yoktu, olsun da istemiyordum. O çiçeklerin yeşermesi içimden gelmiyordu. Solmalasalardı... yeterdi. Ben ondan hep kaçmıştım. Arkadaşıma olan sevgim, ona olan sevgimin önüne geçmişti çünkü Sıla onu böylesine severken ona ihanet edemezdim. Hiçbir zaman da yapmadım.

Kutay'ın beni seviyor oluşunu düşündüm birkaç saatliğine, yaşadım da ama anlık bir sevinçti. Onun beni sevebileceğini düşünmek bile yetmişti kalbimin sancılarının kesilmesine. Ama Sıla'ya yetmiyordu. Onun kalbi de aklı da fazla yaralıydı. Onu saran yoktu, sarsa da geçmiyordu yıllardır.

Gözlerim ellerimden kalkıp kafede tur attı. İrislerimin buluştuğu siyahlar ile duraksadım. Yaşlı yaşlıydı gözleri, kızarıktı. Sevdiğim adam, yerle bir olmuştu. Omuzları her zamankinin aksine çökük, yüzü ise bembeyazdı. Hiçbir zaman bakımını aksatmadığı saçları dağınık, sakaldan bihaber olan yüzü, yeni çıkmaya başlamış sakallar içindeydi. Öylece duruyor ve gelip ona gerçekleri söylememi bekliyordu. Nasıl yapacaktım? Nasıl gözlerinin içine baka baka, sevdiğim adama, sevdiği kızdan ona kalanları verecektim? Ellerim terliyordu, göz bebeklerim haddinden fazla büyük ve ıslak ıslaktı.

Beremi ellerim arasına alarak sıktım, güç almaya çalıştım. Adımlarım ona doğru yol aldı, korkakça gözlerine bakarken. Dudakları aralandı. Her zaman pembe olan dudakları, mordu artık. Soyulmuştu. Yaşları yanaklarını ıslatıyordu, dudaklarını bir çöl olmaktan kurtarıyor, hastalıklı bir buseye dönüşmesinden alıkoyuyordu.

"Nerede o?" diye sayıkladı, çaresizce. Öyle bir mırıldanmıştı ki sanki içimdeki her bir zerremin koptuğunu hissettim. Uçurumlar belirdi vücudumun kenarlarında ve o uçurumlarda bir vahşet yaşandı sanki. Dayanamadım. Buna... dayanamadım. Gözyaşlarım usul usul aktı yanaklarımdan, gelemedi, diyemedim.

"Seni bekliyor," dedim nefesimi dışarı verirken titrek bir şekilde. Parmaklarımı avuçlarım arasına aldım ve tırnaklarımla avuç içlerimi sıktım. Canım çekiliyordu adeta bedenimden. Öyle bir acı sirayet ediyordu ki şu an kanımdan kalbime, aklımdan dilime, dilimden dudaklarımın arasındaki her bir çatlağa... Kalbimin ölü kuşları, kaldırım taşlarının arasına sızıyor, gömülüyordu. Bir mezarı dahi yoktu acımın. Öylesine, sıkışmıştık araya işte.

"Tamam, hadi gidelim," diyerek gözyaşlarını sildi ve üzerime doğru yeltendi. Ellerimi kaldırıp aramıza soktum ve göğüslerinden tutarak durdurdum onu. Gömleğine değen parmaklarım titriyordu. Kokusu, ani bir şekilde dünyama sızmıştı. "Kutay," diye mırıldandım. "Dur... Gel, konuşalım," dedim.

"Ya hadi gidelim Sedef, yalvarıyorum sana yanına gidelim. Tutayım ellerinden, öpeyim saçlarını iyileşir o. Dayanamaz o bana, yalvarırım," dedi tek nefeste, dizleri üzerine çöktü ve ellerimi tuttu. Dizlerimi kırmıştım yerde oturmasın diye, ellerime asılıyorken. "Kutay..." dedim çaresizlikle. Böyle olmasını istemiyordum. Böyle olmasına, dayanamıyordum.

"Sedef," diye mırıldandı adımı ve hıçkırıklara boğularak ağlamaya başladı. Haykırışları arasında adımı söylüyordu ve yutkunuşlarımın zorlaşması anbean çoğalıyordu. Eğildim, gözlerinin içine bakarak boğulurcasına ağlayan adamın yüzünü avuçlarım arasına aldım. Küçücük kalması gereken onun başıyken, benim ellerim olmuştu. Yanağını okşadım, sakalları tenime battı. "Yalvarırım, kalk ayağa. Yapma böyle," dedim ve başını tek kolumla sararak kolumla göğsüm arasına aldım. Diğer elim de saçları arasına yerleşti, okşadı. Ona böylesine dokunmam, kendimi rahatlamak için değildi. Ona dokunmak istediğimden de değildi. İyi olmasını istiyordum. Ağlamasını istemiyordum, ben onun yerine de ağlardım.

İZMARİTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin