Bu adamlar kimdi?
Bilmiyordum.
Neden kaburgalarımın arasına hiç geçmeyeceğini bildiğim bir acı sıkıştırmışlardı?
Bilmiyordum.
Bildiğim bir şey varsa; göğüs kafesimde soluyan korkunun iteklemesiyle adım adım ecelime ilerlediğimdi.
Bu iş bittiğinde Mont Blanc, ben ve Alice'in cesedine ev sahipliği yapacaktı. Bizi gözlerini kırpmadan öldüreceklerdi.
Onlarla gelmeyi kabul ederek Nicolas ve Nick'in canını kurtarmıştım ancak kendi canımı azrailin ellerine emanet etmiştim. Tabi, Alice'in de...
Zangır zangır titreyen dişlerimi birbirine bastırmaya çalışarak, burada ne aradığını bilmediğim ahşaptan bozma dağ evine ilerledim. Çatısı en az on santim karla kaplanmıştı, küçüktü ve yıkılmak üzereymiş gibi duruyordu. Asıl kafamı kurcalayan buraya tesadüf eseri gelmemiş olmamızdı. Nitekim saatlerdir yürümemizin sebebi şu anda burada olmaktı.
Hava kararmıştı.
Karın kusursuz beyazı akşamın zifiri karanlığına meydan olurken, sabit tutmayı başaramadığım dişlerim alt dudağına çarparak orayı bereliyordu.
Sesir iri cüssesini bize dönerek sırıtmaya devam etti. Beresini kafasından çekip aldı ve sarı, düz saçlarının alnına dökülmesine izin verdi.
"Hızlı olan kazansın!"
Şaşkınca ona bakarken Talar ile birlikte dağ evine koşmaya başladılar. Ante'ye döndüğümde, onun bir baş hareketiyle Beki'ye verdiği emri gördüm. Beki bunu bekliyormuş gibi Talar ve Sesir'in peşinden ilerledi. Bunu yaparken oldukça aceleci davranmıştı.
"Tanrım, burada ısınabiliriz!"
Alice heyecanla söylediklerinden sonra beni çekiştirmeye başladı. Onunla birlikte dağ evinin gıcırdayan tahta merdivenlerini tırmanarak verandaya çıktım. Verandanın karla kaplı, yer yer buz tutmuş zemininde dengemi sağlamak için tahta korkuluklara tutundum. Buz tutmuş korkuluk etiket gibi avucuma yapışıyordu. Attığım her adımda avucumu zorlukla ayırabiliyordum ancak düşmemek için yeniden tutunmak zorunda kalıyordum. Biraz sonra onların açtığı kapıdan içeri girdik. Talar ve Sesir nereden bulduklarını bilmediğim gaz lambasını yakmışlardı. Lambanın etrafa boca ettiği sarı ışık sayısız toz tanecikleri ile kaplıydı. Yutmamak için dudaklarımı birbirine bastırırken, Talar ve Sesir'in bir şeyler aradığını fark ettim.
Böyle bir yerde ne arıyor olabilirlerdi ki? Ah! Bu ahmakların ne yapacakları hiç belli olmuyordu.
Ayakta dikilirken etrafta göz gezdirmeye başladım. Tahta kanepelerden biri pencerenin önüne, diğeri karşısındaki duvara yaslanmıştı. Biraz ileride hardal rengi bir masa ve etrafında sağlam olmadığı ayan beyan belli olan birkaç sandalye vardı. Üzerinde durduğumuz zemin kirli ve yıpranmıştı, ancak halen bizi taşıyacak kadar güçlü durumdaydı. Köşede, solda kalan ufak alan muhtemelen bir mutlaktı ancak ışık oraya uzanamadığı için seçemiyordum. Gözlerim yukarı çıkan tahta basamaklara takıldı. Bir, belki birkaç oda da orada olmalıydı.
Talar ve Sesir her köşeyi didik didik ederken, Alice etrafı incelemeyi bıraktı ve duvarın dibindeki kanepeye çöktü. Ayaklarını yukarı çekip, kollarını ince bedenine sardı. Şu an tek derdinin ısınmak olduğunu biliyordum. Aslında, şu an da benim de en fazla ihtiyacım olan şey buydu. Isınmak! Guruldayan karnımı şimdilik umursamıyordum ama biraz su hiç fena olmazdı. Daha fazla dayanamayacağıma kanaat getirerek pencerenin önündeki kanepeye ilerledim. Yorgun bedenimi oracığa bıraktığım an, minderden kalkan toz ile öksürük krizine girmem bir oldu. Elimi göğsüme koyup ardı-ardına öksürürken gözlerim yaşarmıştı. Hay aksi! Hiç bu kadar berbat bir yerde bulunmamıştım.
Merdivenin ahşap basamaklarından gelen gıcırdamayla gözlerimi o tarafa çevirdim. Beki aşağı iniyordu. Her ne arıyorlarsa muhtemelen o da yukarı katı kolaçan etmişti. Ancak bozuk ifadesine ve boş olan ellerine bakılırsa aradığını bulamamıştı. Son basamağı inerken, bakışlarını üzerime dikti ve yanıma yaklaştı. Öksürüğüm henüz dinmişti.
Bana dikkatle bakmaya devam ederek, "İyi misin?" diye sordu. Ardından şüpheci bakışlarını mutfak kısmını aramaya koyulan Sesir ve Talar'a çevirdi.
Ona cevap vermeyi es geçerek başımı çevirdiğimde, kapının ağzında duran Ante ile göz göze geldim. Tıpkı Beki gibi bana ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ama onlara edecek tek kelimem dahi yoktu. Beresinin üzerine geçirdiği mont kapşonu karla kaplanmıştı, botları da öyle. Kolları yakılacak çalı çırpıyla doluydu. O an taşıdıklarına aç gözlerle baktım. Her yanıma buzdan iğneler batıyormuş gibi hissediyordum ve yoğun bir uyku bastırmıştı. İçeri girdi ve ayağıyla kapıyı arkasından kapattı. Oturduğum kanepenin baş ucuna geldiğinde, taşıdıklarını gürültüyle yere bıraktı. Gözlerimi kapatmak üzereyken altımdaki kanepenin itilmesiyle irkilerek ona baktım.
Bu sefer bana bakmayan oydu. Kanepeyi iten de oydu!
Ona bu yaptığının hesabını soracakken dizlerinin üzerine çöküverdi. Cebinden çıkardığı çakmak ile ince bir dal parçasını tutuşturdu. Ne yaptığını anlamak için öne doğru eğildiğimde, orada bir şömine olduğunu görerek heyecanlandım. Kanepenin arkasında kaldığı için gözden kaçırmıştım ve şimdi, henüz yanmayan şöminenin yanına gitmemek için kendimi zor tutuyordum.
Dal parçalarını şömineye doldurup ateşe verdikten sonra ayağa kalktı. İçerinin henüz ısınmamış olmasına aldırmadan montunu çıkardı. Alice çekintisizce altındaki minderi de alarak şöminenin yanına sinerken, sessizce sıcaklığın bana ulaşmasını bekledim.
"Hiç bir yerde yok. Bizden önce bulmaları iyi olmaz." Beki, endişeli bakışlarını Ante'ye dikerek konuştu. "Nerede olabileceği hakkında bir fikrin var mı?"
Ante oldukça rahat hareketlerle ellerindeki deri eldivenleri sıyırdı. Kemikli, uzun parmaklarında varlığını koruyan kanın artık kime ait olduğunu biliyordum. Talar'ın suratını o hale getiren kesinlikle bu yapılı ellerdi. Aralarında dönen gizemli ve tehlikeli dolaplara akıl erdiremiyordum. Bunu düşünmek beynimi yoruyordu ama elimde değildi. Önümde dikilen iki adamın ne hakkında konuştuklarından da bihaberdim. Ancak aradıkları her ne ise, Talar ve Sesir'e karşı ters düşmelerini sağlayan asıl meselenin kaynağı olmalıydı.
Ante, omzunun üzerinden mutfağın altını üstüne getirmeye devam eden kardeşlere baktı.
"Bırak bulsunlar. Nasılsa onlardan almanın bir yolunu bulurum."
''Tamam, kendine güveniyorsun ama fazla hafife almıyor musun bu meseleyi?''
Ante, parmaklarını çehresinin keskin hatlarında gezdirirken umursamaz görünüyordu. Umursamazlık mizacının bir parçası gibiydi. Belki bir ölümsüz veyahut bir dokunulmaz bile onun kadar sakin olamazdı.
''Dert etme Beki. Elmayı taşıyan onlar, mideye indiren biz olacağız.''
Bedenini karşımdaki koltuğa bırakırken, beresini çıkarmamış olması dikkatime takıldı. Diğerleri her fırsatta çıkarırken, o bir kez olsun bunu yapmamıştı. İçten içe nedenini sorguluyordum ve bunu yaptığım için kafayı sıyırdığımı düşünüyordum. Gizemlerini çözmek adına en ince detaya dikkat kesilmem ruh sağlığıma iyi gelmiyordu.
"O geri zekalılara söyle yiyecek bir şeyler hazırlasınlar. Aksi takdirde kızlar bizi kemirmeye başlayacaklar." Kollarını kanepe başlığında iki yana açarak, kara gözlerini üzerime dikti.
Ona attığım ters bakışa çatılan kaşlarım eşlik etti. "Açlıktan geberecek olsam, yanına yaklaşır mıyım acaba?"
Kollarını olduğu yerden ayırıp aniden eğildiğinde ürperdim. Neyse ki bunu belli edecek en ufak devinim sergilemedim. Dirseklerini dizlerinin üzerine yerleştirerek ellerini birbirine kavuşturdu, hala bana bakıyordu. Karşılıklı oturduğumuz iki kanepenin arasında belki bir metre bile yoktu ve ona kafa tutmam cesaret değil aptallıktı. Bunun bilincinde olmakla birlikte, tezat davranıyor oluşum içine düştüğüm ölüm tünelinde yolumu kaybettiriyordu.
"Bu şekilde tırnaklarını göstermeye devam etmek istiyorsan güce ihtiyacın var..." Duraksadı. Cümlesinin sonuna iliştirmek istediği adımı unutmuş olmalıydı ya da telaffuz etmek istememişti. "Güç içinse yemelisin."
Ona vereceğim cevabı açıkça kâle almadan diğerlerine seslendi. ''Sesir, yiyecek bir şeyler hazırlayın. Beki, verandanın arka tarafında demir bir kazan gördüm, karla doldurup içeri al. Temizlenmeliyim.''
Beki aldığı emri ikiletmeden dışarı çıktı. Talar ise elini Sesir'in omzuna koyarak onun yiyeceklerin bulunduğu çantaya uzanmasına engel oldu. Yönlendirilmek hoşuna gitmemişti ve Ante'ye yaklaşmamasının sebebi de buydu. Dağılmış suratında memnuniyetsiz bir ifade vardı. O suratını bir kez de ben dağıtmamak için kendimi zor tutuyordum. İçimde yeşeren acının filizleri , Talar'ı her gördüğümde nefret korlarıyla kaplanıyordu. Bir yanım intikam için yanıp tutuşuyordu!
''Sevgili dostum Ante, yanlış anladığın bir şeyler var; biz bu yolda ortağız. Sırf bu nedenle, emirlerini bize değil, kızlara vermelisi-''
''Size yiyecek bir şeyler hazırlayın, dedim! Ayrıca dost olduğumuzu hatırlamıyorum.''
Ante'nin bariton sesi bağırmasının etkisiyle korkutucu bir yankıya bürünürken, bu sefer kendime hakim olamadım ve yerimden sıçradım. Ante'nin gözleri bu refleksime takıldığında, ağır ağır yutkunduğunu gördüm. Adem elması damarlı boynunda usulca kayıp gitmişti.
"Talar" diye konuştu, nispeten daha sakin bir sesle. "Haritanın artık kimde olduğunu unutuyorsun,"
Talar'ın omuzları duyduklarıyla gerilirken, sol kaşı seğirdi. Bu açık tehdit, aralarında hissetiğim gerginliği had safhaya fırlatmıştı. Çekik gözlerini sıkıca kapattı. İçsel bir sinir harbi yaşıyordu ve bunu bastırmaya çalışırken, pimi çekilmiş bir bombadan farksız görünüyordu. İnce dudakları ağır ağır açıldı, ancak birkaç saniye bile geçmeden hızla geri kapandı. Yumruklarını sıkarak arkasını döndü ve yiyeceklerin olduğu çantayı da alarak mutfağa ilerledi.
Biraz sonra sıcaklık tüm evi sarmış, bedenim ani ısı geçişinin etkisiyle gevşemeye başlamıştı. Normal yaşantımda sırt çevirdiğim sıcaklığa şimdi muhtaçtım. Karnıma çekerek kabanımın altına sığdırdığım dizlerim hissizleşmeye başlamıştı şu saniyelerde. Başımı kanepenin kenarına dayamış, onların yanında uyumamak için kendimle savaşıyordum. Alice ise şöminenin yanıbaşında kıvrılarak uyuyakalmıştı ve beyaz yanakları bu sefer sıcaklığın etkisiyle kızarmıştı. Ante, Beki'nin getirdiği karın erimesini beklemeden, koca kazanı kucaklayarak yukarı çıkmıştı. Çıkmadan hemen önce başımıza diktiği Beki ise şimdi tam karşımda oturuyordu.
Sessizlik içinde geçen dakikalar zihnime binbir kaçış yolu teorisi ürettiriyordu. Gerçekleştirdiğim beyin fırtınası beni devasa bir kararsızlığın ortasına atıyordu.
İlk seçenek; burası kamp alanımıza fazla uzak sayılmazdı. Şayet Nicolas istasyona ulaşabildiyse, bizi bulmaları an meselesiydi ve bu durumda tek yapmam gereken beklemekti.
Canlı bir şekilde.
İkinci seçenek; bizi bulamama ihtimalleri! İşte o zaman iş başa düşüyordu ve Alice ile buradan kendi imkânlarımızla kaçmamız gerekiyordu.
Tabii, yine canlı bir şekilde!
Şimdi tek yapmam gereken beklemekti. Ancak en geç gece yarısı dek... Kamp alanından daha fazla uzaklaştırılmadan buradan bir şekilde çıkmalıydık. Kaçtığımız an yokluğumuzu fark etmeleri çok uzun sürmeyecekti. Seri olmalı ve istasyona en kısa sürede ulaşmalıydık. Karanlık bu konuda bize yardımcı olmayacaktı. Şansımız yaver gitmez de yolumuzu kaybedersek, Chononix'e ulaşmaktan başka çaremiz kalmazdı ama bu seçenek ufak bir ihtimali peşinden sürüklüyordu. Donarak ölmek!
"Zıkkımlanmak isteyen masaya gelsin."
Düşüncelerimi sesiyle dağıtan Sesir'di. Talar ile birlikte her biri bize ait olan konserve, içki ve brioche çöreğiyle hazırladıkları masaya kurulmuş ve yemeye başlamışlardı. Alice sanki bu çağrıyı bekliyormuş gibi derin uykusundan sıyrılarak ayaklandı ve masada yerini aldı. Bu yaptığına öfke ve şaşkınlıkla bakarken, Beki onların aksine olduğu yerde kalmaya devam etti.
Ne yani, o katillerle aynı masada yemek mi yiyecekti şimdi! Günce'yi sevmiyor olabilirdi ama bu yaptığının kabul edilebilir hiç bir yanı yoktu. Öfkeyle başımı iki yana salladım. Bu kıza asla güvenmemeliydim!
"Yiyecekler sınırlı, masaya gelip karnını doyur."
Bakışlarımı sesin geldiği yöne götürdüm; merdivenlere. Ante, elinde beyaz bir havluyla ensesini kurulayarak, ağır adımlarla aşağı iniyordu. Altında koyu renk bir eşofman ve üzerinde siyah kemik atletten başka yine o kara beresi vardı. Temiz görünüyordu. Esmer teni parlak ve pürüzsüzdü. Havluyu her ensesine götürdüğünde sıkışan pazuları bakışlarımı gayri ihtiyari oraya kaydırarak kendimi suçlu hissetmeme neden oluyordu. Yapılı bedeni her basamakta biraz daha yaklaşırken, gözlerimi önüme düşürüp ardından camdan dışarı uzattım.
Onu duymamalı, ona bakmamalıydım.
"Bu yaptığın yalnızca kendine zarar verir. Yemelisin," diye konuştuğunda, sesi çok daha yakından geliyordu.
"Bıraksana Ante, yemesin. Onun hakkına düşen konserveyi silip süpürecek iki aç boğaz var burada."
Talar ağzında yemekle konuştuktan sonra mide bulandırıcı bir kahkaha attı. O an boş midemdeki safra tadını genzimde hissettim. İki kardeşin yemek yerken çıkardığı sesler beni bir ömür yemek yemekten alıkoyabilirdi.
"Uyumak istiyorum." dedim varlığını şöminenin yanında hissettiğim adamın yüzüne bakmadan. "Nerede uyuyabilirim?"
Burnundan sıkıntılı bir nefes verdiğini duyumsadım. Açlık durumumla bu denli ilgilenmesi tam bir saçmalıktı. Kesinlikle farklı bir niyeti olmalıydı.
"Yukarıda bir yatak ve banyo var. Orada uyuyabilirsiniz."
Sözlerini bitirdiği an ayaklandım ve merdivenlere yürüdüm. Uyuşan bacaklarım hızlı hareket etmeme izin vermiyordu ancak bir an önce yanlarından ayrılmak istiyordum. Korkuluklara dokunur dokunmaz duraksayan adımlarım, yukarı yalnız çıkmamam gerektiğini fısıldayan mantığımın talimatına uyuyordu.
"Alice, benimle yukarı gel."
Ona baktığımda elindeki konserveyi iştahla kaşıkladığını gördüm. O an sarı saçlarını avuçlayarak o yediği konserve kutusuna kafasını gömmek istedim. Ah Günce, bu kızı sevmemekte kesinlikle haklıydın.
Kendi dilinde, "Daha doymadım ki." diye konuştu boğuk bir sesle.
Son demlerinde olan sabrım taşmak üzereydi. Hiç düşünmeden yineledim, çok daha yüksek bir sesle.
"Sana yukarı gel dedim. Hemen!"
Boşalan konserve kutusunu masaya düşürerek bana baktı. Gözlerim içimde yükselen öfkeyle açılmıştı. Bunu gördüğünde önündeki su şişesini alarak ayağa kalktı ve masadan uzaklaştı. Sert adımlarla basamakları tırmanmaya başladım. Kıvrımlı merdivenin sonuna geldiğimde beni küçük bir koridor karşıladı. Koridor yalnızca bir odaya açılıyordu ve buranın loş olarak aydınlanmasını sağlayan gaz lambası o odaya bırakılmıştı. Basamakları bitirmek üzere olan Alice'i kolundan yakalayarak odaya çektim ve yatağa ittim. Bana afallayarak bakarken, işaret parmağım onu ikaz etmek için havalandı.
"Az önce aynı masada zıkkımlandığın herifler kim biliyor musun? Benim arkadaşımın katilleri!"
Bunu Alice'in kafasına sokmak için söylemiştim ancak kalbimi tuzla buz edeceğimi düşünmemiştim. Kendi kendimi acımasızca bıçaklamıştım sanki. Tanrım... Günce ölmüştü, onu kaybetmiştim. Bu gerçek bir an olsun aklından çıkmıyordu ve yaşama tutunmaya çalışan yanımı tarumar ediyordu. Dizlerimin üzerine çöküp kendimi yere bırakırken, kapanan kapıya sırtımı dayadım. Burdan kurtulmak için planlar yaparken, yaşadığım acıyı bastırmaya çalışmak sinirlerimin boşalmasına sebep olmuştu. Gözlerimden akan yaşlar dudaklarıma ulaştığında, ıslak dudaklarımı acıyla ısırdım.
"Özür dilerim, çok acıkmıştım."
Yataktan kalkıp yanıma geldi ve elindeki suyun ağzını açarak bana uzattı.
"Senin için aldım. Lütfen iç."
Yüzümü ellerimin tersiyle sildim. Kötü durumdaydım. Damağımdaki kuruluk bana uzanan suyu reddetmeme izin vermemişti. Sıkıca tuttuğum plastik şişeyi dudaklarına götürdüm ve saatlerin susuzluğuyla kana kana içtim.
"Şimdi daha iyi misin?"
Hayatımda daha saçma bir soru duymamıştım. İyi değildim. İyi olmanın yanından bile geçmiyordum ama güçlü olmak zorundaydım. Buradan kurtulmak istiyorsam başka seçeneğim yoktu.
"Alice, şimdi beni çok iyi dinle."
Fransızcam şu an ona anlatmak istediklerimin yanında silik ve yetersiz kalıyordu.
Küçük, kalkık burnunu kaşıdıktan sonra beni elimden tutup kaldırdı ve beraber yatağa oturduk. Oda yalnızca ikimizin sığabileceği kadar küçüktü. Duvara dayanmış yatak dışında odanın sol köşesinde küçük bir de banyo vardı. Aralanmış kapısından gözüme çarpan kazan ve zemindeki ıslaklık duraksamama sebep oldu.
Ante, az önce buradaydı.
"Pera, seni dinliyorum."
Bakışlarımı banyodan ayırıp Alice'in merakla açılmış gözlerine diktim.
"Nicolas bizim için yardım getirebilir," dediğimde heyecanla ellerini birbirine kavuşturdu.
Yüzü kocaman bir gülümsemeyle aydınlanırken, "Gerçekten mi?" diye sordu. "Nicolas bizi kurtarmak için gelecek mi!"
"Evet, bu bir ihtimal. Ama... bizi bulamaması da bir ihtimal."
Gülümsemesi suratında donarken, alt dudağını hayal kırıklığıyla büzdü.
"Aman Tanrım... O zaman ne yapacağız?"
"Sabah olunca, yani buradan daha fazla uzaklaştırılmadan kaçmamız gerekiyor."
Kötü bir şey söylemişim gibi ifadesini düşürdü ve ayağa kalkarak odadaki küçük pencereyi işaret etti.
"Kafayı mı yedin? Şu dışarının haline bak! Seni bilmem ama benim donarak ölmeye hiç niyetim yok."
Ona henüz istasyonu bulamama ihtimalimizden bile bahsetmemişken, verdiği aşırı tepkiye karşı gözlerimi devirdim.
"Alice, içinde bulunduğumuz durumun farkında mısın? Bu adamların şakası yok! Bize zarar verebilirler, öldürebilirler!"
Kollarını birbirine kavuşturup bana döndü. Korkmuştu, bu gözlerinden açıkça okunuyordu.
"Birimizde ihtiyaçları olan bir şey var." Eliyle önce beni ardından kendini işaret etti. "Sen ya da ben, birimize ihtiyaçları var ve ihtiyaçları olan olan kadına el sürmezler. Doğru mu anlamışım? "
Bir-kaç kelime dışında Türkçe bilmemesine rağmen bunu anlayabilmesine şaşırmıştım. Haklıydı, birimize nedenini bilmediğim bir biçimde ihtiyaçları vardı. Hatta belki de, ikimize birden.
"Kamp alanında bize hangimizin bakire olduğunu sormuşlardı."
Gözleri ķısılırken, dudaklarını birbirine bastırdı ve başını hafifçe salladı.
"Bakire kadın... Anladım. Dediğin gibi olsun Pera, seni dinleyeceğim. Yalnızca ne yapmamız gerektiğini anlat bana,"
Beni dinlemek istediğini söylenmesine rağmen yatağın müsait kısmına geçip uzandı. Kabanını çıkarttıktan sonra örtüyü üzerine çekti.
"Gece yarısına kadar uyumam sorun olmaz değil mi? Çok yorgun hissediyorum."
Ayaklarını oturduğum yere uzatmasıyla kalkmak zorunda kaldım. Pencereye doğru ilerledim. Dışarısı zifiri karanlıktı. Akşam rüzgarının uğultusunu duyabiliyordum. Burası aşağısı kadar sıcak değildi, bu nedenle kabanımı çıkarmamıştım. Fakat dışarısı burası ile mukayese edemeyeceğim kadar soğuktu. Sadece bakmak bile içimi üşütüyordu. Nicolas yardım getiremezse gece yarısından sonra bu soğuğa maruz kalabilirdik. Tam da bu sebeple vücut ısımın yükselmemesi gerekiyordu. Beremi ve atkımı çıkardım. Ardından kabanımı çıkardım ve yatağın bir köşesine bıraktım. Alice uykuya daldığı için üzerini açtığımı fark etmemişti. Ayağımdan iki çiftini üstü üste giydiğim yün çorapları sıyırdıktan sonra banyoya ilerledim. Tabanlarım erimiş karın doğurduğu soğuk suyla buluştuğunda, tüm tüylerimin havaya dikilmişti.
Hissiz herif, bu suyla nasıl temizlenebilmişti?
Eğilip kazanın dibindeki suyu avuçladım ve yüzüme çaptım. Ardından ıslak parmaklarımı kayan at kuyruğumun üzerinde gezdirerek tokayı çıkardım. Soğuk kumral saçlarım omuzlarıma dağılırken, yüksekte bir aynanın asılı olduğunu fark ettim. Kendimi görmek isteyerek parmak uçlarımda yükseldim ve aynanın yer yer paslı yüzeyinden çehreme baktım.
Beklediğim kadar kötü görünmüyorum. Sanırım fiziken birkaç saat öncesine göre iyi sayılabilirdim. Açık kahverengi gözlerimin etrafı kızarmıştı ama ten rengim olması gerektiği gibi buğdaydı. Baş parmağımla kalın ve seyrek olan kaşlarımdaki ıslaklığı yukarı ittim. O an, Günce'nin elinde cımbızla kaşlarımı almak için beni kovaladığını anımsadım. Bunların sadece birer anıdan ibaret olarak kalacak olması canımı acıtıyordu.
Bir an sonra alnımın sol köşesinde hep benimle olan, kaynağını bilmediğim yara izine dokundum. Bu izi ve geniş alnımı kapatmak için kendimi bildim bileli var olan kahküllerimi parmaklarımla alnımın üzerine taradım ve banyodan çıktım.
Niyetim yatağın bir köşesine geçip oturmaktı. Fakat aşağıdan gelen konuşma sesleriyle kapının önünde duraksadım. Onların neyin peşinde olduklarını fazlasıyla merak ediyordum. Ne uğruna kurban gittiğimizi bilmek istiyordum. Bu yakıcı isteğe karşı koyamayarak yavaşça açtığım kapıdan dışarı çıktım. Yalın ayaklarımın parmak uçlarında yükselerek korkuluklara yanaştım ve basamakların yarısını indim. Gaz lambaların ışığı olduğum yere vurmadığı için önümü zorlukla görebiliyordum. Seslerini bu mesafeden daha fazla duyulabiliyordum ancak net olarak seçemiyordum. Kendimi riske atarak birkaç basamak daha indim ve merdivenin kıvrımlı kısmını dönmeden hemen önce duraksadım. Tahta korkuluktan güç alarak başımı aşağı uzattım. Dört adam da verandadaydı ve içeriden dışarıya yansıyan ışık sırtlarının dönük olduğunu gösteriyordu. Bir şeyler konuşmaktan ziyade yine tartışıyorlardı. Beki'nin öfkeyle elini kaldırdığını gördüm, ağır bir küfür savurdu. Buna karşılık Sesir de bir şeyler söyledi ancak Beki'ye nazaran sesini kısık tuttuğu için onu duyamamıştım.
Biraz daha yaklaşabilir miydim? Hadi ama, elbette yapabilirdim.
Sırtımı sıvazlayan cesaretten ve sırtlarının bana dönük olmasından yararlanarak ivedilikle aşağı indim. Çıtımı çıkarmadan eğildim, kendimi merdivenin arkasına gizledim.
"Belki de evin altındadır. Bu durumda kazmamız gerekir."
Talar başını iki yana salladı.
"Saçmalama Sesir, burada sadece bir gece kalacağımız işaretlendi. Kazmak günlerimizi alır, daha kolay bir yerlerde olmalı."
"Bu gece bulmamız şart, zaman aleyhimize işliyor. Ay kızarmadan önce önce tılsımları ve kızı zirveye ulaştırmalıyız." diye konuştu Beki, bunu yalnızca Ante'ye bakarak söylemişti.
"Daha kızlardan hangisinin bakire olduğunu bile bilmiyorsunuz. Siz ikinizin hiç bir bok bildiği yok!" Sesir korkuluklara asılarak öfkeyle soludu. "Onları bizim elimize verseydiniz, şimdiye kadar hangisinin işimize yarayacağını anlardık! Sizin yüzünüzden değil amacımıza ulaşmak, bu dağda geberip gideceğiz!"
Gözlerim dehşetle aralandı. Zihnimin sarsıldığını hissettim. Dalga geçiyor olabilir miydi? Hayır... Son derece ciddiydi!
"Kes sesini Sesir! O genç kız sizin yüzünüzden hayatından oldu. Bunun yükü omuzlarımdayken, diğerlerine yaklaşmanıza izin vermem. Tılsımlarla ilgilen, kızların senin lanet hayatınla bir ilgisi yok. Bunu sen de biliyorsun."
Ante öfkeyle söylediklerinden sonra Sesir'in tutunduğu korkuluğa sert bir tekme savundu. Korkuluk kırılarak aşağı düşerken, Sesir düşmekten son anda kurtulmuştu.
"Kendi götümü kurtarmak için iki canı daha feda etmeyeceğim. Bedeli bu sikik dağda geberip gitmek dahi olsa, bunu yapmayacağım!"
Onları arkasında bırakıp içeri yönelirken, Talar'ın sorusu adımlarını bıçak gibi kesti.
"Ya Teodora için, Ante?"
Ante'nin gözleri tek bir noktaya odaklandı. İki yanına düşen ellerini yumruk yaptığında, öldürücü birer külçeye benzemişlerdi. Birkaç saniye sonra, içeri girmek üzere olan adımlarını geri çekti. Verandanın gıcırdayan merdivenlerini inerek gözden kayboldu. Nereye olduğunu bilmiyordum ama, gitmişti.
Duyduklarımın şokuyla yukarı çıkmak için hareketlendim ama içeri girmek üzere olduklarını görerek olduğum yerde kalakaldım. Onlara görünmemek için kendimi telaşla geri ittim. Aynı anda sırtımı çarptığım tahta yüzey açıldı ve ne olduğunu anlamadan kalçamın üstüne düşüverdim. Kalçamın acısıyla dizlerimin üzerinde kalkarken sızlayan avuçlarımı birbirine sürttüm. Etrafıma bakıp nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Burası bir gizli bölümeydi. Karanlıktı. Düştüğüm aralıktan sızan ışık burayı açıkça göstermeyecek kadar fersizdi. Korkuyordum. En kötüsü de, kendimi deli gibi dışarı atmak istediğim halde çıtımı bile çıkaramıyordum. Dizlerimin üzerinde geri geri giderek sırtımı duvara yasladım. Düştüğüm tahta aralık şimdi duvar gibi görünüyordu. Orayı zorlayarak içeri girdiğim için birkaç santim açıklık oluşmuştu ancak şu haliyle bile şüphe çekmiyordu.
Dakikalar birbirini kovaladı. Hiçbir şey duymuyordum ve içimdeki korku gözlerimin dolmasına sebep olacak kadar kuvvetlenmişti. Başımı çaresizce soluma çevirdiğim sırada, karanlığa alışan gözlerim bana orada bir karaltı olduğunu gösterdi. Gözümü sıkıca kapatıp tekrar açtım. Oradaydı. Bulunduğum yerden, bir kutu silüetine benziyordu.
Bir yanım hemen buradan çıkmam gerektiğini söylüyordu. Diğer yanım ise aradıkları şeyin şu anda yanıbaşımda olduğu konusunda ısrarıydı. Avuçlarımı yere bastırdım ve kutuya doğru emekledim. Karşılaşacağım her ne olursa olsun, dışarıdaki adamlardan daha tehlikeli olamazdı.
Şimdi her şey daha netti. Gördüğüm karaltının tahta bir sandığa aitti. Küçük tahta bir sandık... Ellerimi uzatıp her iki yanından kavradığımda, almak istediğim nefes kesik kesik çıktı ağzımdan. Kapağı yavaşça kaldırmaya çalıştım. Açılmadı. Belki de bir kilidi vardı. Kutuyu bu kez sallamaya çalıştım ancak bir değişiklik olmadı. Avucumu kutunun üstüne bastırarak zihnimi düşünmeye zorladım.
Bir yolu olmalıydı.
Beni duymamaları için âdeta nefesimi tutmuşken, kapak kulak tırmalayan bir gıcırtıyla açıldı. Elimi korkuyla geri çektiğim sırada sandıktan yükselen toz burnumu gıdıkladı.
Hayır, hayır şimdi olmaz!
Ellerimi telaşla ağzıma kapattım ancak hapşurmaktan kurtulamadım.
"Siiiktir ya!"
Telaşla dudaklarımı birbirine bastırarak kendimi ele verecek yeni bir tepkiye engel oldum. Şu an onlara yakalanmak isteyeceğim son şeydi. Yaklaşan herhangi bir ses duymayınca biraz olsun rahatladım. Elimle havada uçuşan toz taneciklerini savuşturdum ve kutunun içine eğildim. Orada tozlu bir küre vardı. Merakıma yenik düşerek elimi uzattım. Onu kutudan çıkarırken, küre kırmızı bir renk kuşandı ve gözlerimi alarak parıldadı. Kalp ritmim yaşadığım heyecanla hızlandı. Elimde tuttuğum şey küçük bir Ay'a benziyordu.
Kan rengi bir Ay'a...
"Görünüşe bakılırsa, Pera aradığımız şeyi bulmuşa benziyor."
Talar'ın sesini duymamın üzerinden bir saniye bile geçmemişti ki bölme gürültüyle açıldı ve varlığı karşımda dikildi. Elimde tuttuğum şeye aç gözlerle bakarken, bana yaklaştı, ve elini uzattı.
"Aferin sana," Sırıtarak başını salladı. "Onu bulduğun için seni ödüllendireceğim. Şimdi, küreyi bana ver."
Önce elimdeki küreye, ardından da Talar'ın parlayan gözlerine baktım. Geldiğimizden beri evin altını üstüne getirerek aradıkları, ancak bir türlü bulamadıkları şey buydu.
"Hayır, onu sana vermeyeceğim."
Başını kararlı bir ifadeyle aşağı yukarı salladı. "Onu bana vereceksin. Hem de, hemen şimdi."
Ellerimi arkaya götürerek küreyi ondan gizlediğim an Ante, Talar'ın arkasında belirdi. Kalbim bu kez korkuyla atmaya başladı. Zira her iki adamın da istediği şeyi şu an ellerimin arasında tutuyordum.
"Kız haklı Talar, onu sana vermeyecek."
Talar'ın dudakları müthiş bir gülümsemeyle kıvrıldı. O an kötü bir şeyler olacağını hissetmekten öte öngördüm. Burada az sonra birilerinin canı yanacaktı.
Talar'ın ona arkasını dönmesi ile Ante'nin başına silah dayanması eş zamanlıydı. Nereden geldiğini görmediğim Alice, silâhı tutan Sesir'in yanında ortaya çıkmıştı. İçinde bulunduğumuz duruma rağmen yüzünde bir korku ifadesi yoktu. Ante başına dayanan siyahla birlikte kaskatı kesilirken, Talar gür bir kahkahayla doldurdu gizli bölmenin içini.
"Haritayı aldın mı sevgili kardeşim?" diye sordu silahın güvenlik kilidini tek hareketle açan Sesir'e.
"Elbette kardeşim. Silah, harita, küre ve bakire olan kız bizimle. Şimdi tek yapmamız gereken şu ikisini bağlayıp yola koyulmak. Zirveye ulaşmadan önce bulmamız gereken iki tılsım daha var!"
Küreyi tutan ellerim buz kesti. Üşüyen çıplak ayak parmaklarımı içe çektim ve biriyle diğerinin üzerini kapattım. Tedirginlikten ölebilirdim.
"Alice, yanıma gel."
Bana baktı. Sadece baktı.
"Alice, hemen ayrıl o adamın yanından."
Beni dinliyordu ancak yanıma gelmek için en ufak bir harekette bulunmuyordu.
Sesir Alice'e baktı ve göz kırptı.
"Ah Pera, arkadaşın senden daha akıllı. Bize bakire olan kızın kendisi olduğunu söylemekle hayatını garanti altına aldı."
Kaşlarım çatılırken, "Ne!" diye bağırdım. Böyle bir aptallık yapmış olamazdı!
Alice omuz silkerek nihayet konuştuğunda, dudaklarından öylesine bir "Üzgünüm." çıktı.
"Seni aptal! Bu adamlara nasıl güvenirsin."
Alice kelimeleri ağzında gevelemeye başlarken, Talar başıyla dışarıyı işaret etti. "Çıkar kızı buradan. Sonra da gel, şu işi bitirelim."
Sesir silâhı Talar'a teslim etti ve dediğini yaparak Alice'i dışarı çıkardı. Çok geçmeden kalın bir ip ve iki tahta sandalyeyle geri döndüğünda ona dehşetle baktım. Bizi burada ölüme terk edeceklerdi!
Ante bir put gibi olduğu yerde dikilirken gözlerinden ateş çıkıyordu. Şaşırmış gibi görünmüyordu. Namlunun ucunda olmasına rağmen sadece öfkeliydi.
"Önce sen otur." Sırt sırta dayadıkları iki sandalyeden birini işaret etti. Ante'nin dediğini yapmaması üzerine silâhı bana çevirdi ve yineledi. "Otur dedim."
Ayaklarım birkaç adım geri giderken, dudaklarımdan korku nidaları yükseliyordu.
"Oyunu sen bozdun Ante. Ölen kız yüzünden bana saldırmaman gerekiyordu. Yine de kurallar gereği seni ya da Beki'yi öldüremem. Ama..." Kaşıyla beni işaret ederken, bana bir ucubeymişim gibi baktı. "Bakire olan kızı aldım ve suratını dağıttığımız itin yatağından geçen bu kıza acımam."
Yakalarına yapışıp bunun kocaman bir yalan olduğu söylemek istedim. Ancak doğru olan susmaktı. Hakkımda ne düşündüklerinin zerre önemi yoktu.
Ante sandalyelerden birine oturdu. Bana emretmesini beklemeden diğer sandalye yaklaştım ve oturmadan önce Ante'nin yüzüne baktım. Hatları bir hançerin sivri köşeleri kadar keskinleşmişti. Birbirine sıkıca bastırdığı dudaklarından dişlerini sıktığını anlamak mümkündü.
"Acele et, yalnız kalmak için epeyce vaktiniz olacak."
Etmek istediğim küfürler dilimin ucuna kadar geliyor, taş gibi boğazıma oturuyordu. Ante'ye sırtımı dönerek diğer sandalyeye oturdum. Şimdi, sırtlarımız arasında yalnıza iki tahta parçası vardı. Sesir zaman kaybetmeden elindeki iple önce ayaklarımızı bağladı. Çıplak ayaklarım tahta sandalyeye sıkıca kenetlenmişti. Sıra ellerimize geldiğinde Talar onu durdurdu ve dudaklarında sinsi bir gülümsemeyle yaklaştı.
"Antenin ufak bir cezaya ihtiyacı var, ne dersin kardeşim?"
Sesir benim aksime Talar'ın ne ima ettiğini anlayarak keyiflendi. Ardından beni bileğimden yakaladı. Korkuyla olacakları beklerken, kazağımın kolunu dirseğime kadar sıyırdi ve çıplak bileğimi Ante'nin çıplak bileğine yapıştırdı. İpi bileklerimizin etrafından sararken Ante'nin acıyla inlediğini duydum. Başımı çevirip ona bakmak istedim ama yüzünü göremiyordum. Gördüğüm tek şey, şakaklarında beliren ter tanecikleriydi.
Bu, onun üzerine düşüp dudaklarımın yanağına değdiği an verdiği tepkinin aynısıydı.
Önüme dönerken, dudaklarım hayretle aralandı.
Ante, çıplak tenime dokunduğunda acı çekiyordu!❄️
Bu hikaye kitap olduğu halde yeniden sizler için yayınlanıyor. Lütfen oy ve yorumları unutmayalım.
Bana instagramdan ulaşabilirsiniz/ _Durumavii
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UZAK IŞIKLAR "Kanlı Ay"
FantasyPera, arkadaş grubuyla kış kampına katılırken, içinde tarifsiz bir huzursuzluk kol geziyordu. Avrupa'nın en yüksek dağı Mont Blanc'un karlı etekleri, kızıl granitleri, sivri buzulları ve göz alıcı zirvesiyle birlikte bir sürprizi daha vardı. Büyü...