17. Bölüm "Yüzleşme"

32.4K 3.3K 1.7K
                                    



Yürüdüm, bir kez bile arkama bakmadan, yalnızca yürüdüm.

Oysa ruhuma hükmeden hayal kırıklıkları adımlarımın sendelemesine sebep oluyordu. Adımlarım, şimdi yalnızca acı veriyordu.

Yürüdüm, bedenimin özgürlüğüne, ruhumun esaretine yürüdüm.

Asıl adıma sırf çevirmiştim. Bana verdikleri isme tutunarak yaşarken, dakikalar önce hayatımdaki tek gerçeği yitirmiştim. Tek gerçek, Nicolas tam olarak buydu. Geçmişe dönüp baktığımda, hatırladığım ilk anılarımın arasından el sallıyordu.

Ona güvenmek, ona sığınmak, onu sevmek... Ben ona karşı başka bir şey yapmamışken, o neden bana bunu yapmıştı?

Yürüdüm, her adımda boğazımdaki koca ilmiğe bir yenisini ekleyerek, tırnak uçlarımla ihaneti kazıyarak yürüdüm.

Soğuk tıpkı bedenim gibi düşüncelerimi de hissizleştirseydi şayet, içimdeki yangınla tenimdeki soğuk birbiriyle çatışıyor olmazdı. O çatışmanın orta yerinde kalmaz, örselenmezdim.

Nicolas ve Alice adım seslerimi işittiklerinde, olduğum yere baktılar. Aynı saniye Nicolas kollarındaki Alice'i bırakarak bana koşarken, Alice yaşadığı boşlukla birlikte dizlerinin üzerine düştü. Üzerime çevrilen bakışlarındaki nefreti ilk kez iliklerime kadar hissettim. Aslında bana hep böyle bakmıştı, yalnızca zihnimde henüz çözümleyebiliyordum.

"Tanrıya şükürler olsun Pera, yaşıyorsun, yaşıyorsun!'"

Beni kollarının arasına aldı, başıma ve alnıma ardı ardına öpücükler bıraktı. Kollarımı kaldıramadım, ona sarılamadım. Acı çekmekten yorgun düştüğüm halde bunu yapamadım.

"Sizin burada ne işiniz var?"

Benden biraz uzaklaştığında kolları belimdeki varlığını koruyordu. Yüzüme dikkatle baktı; anlamaya çalıştığı iyi olup olmadığım mıydı yoksa az önce kendi aralarında konuştuklarını duyup duymadığım mı?

"Seni arıyordum. Alice ile az önce karşılaştım. Sen... İyisin değil mi?" Bu kez bana baştan ayağa baktı. "İyisin."

Yavaşça başımı salladım. ''Öllmedim.''

Elleri omuzlarım çıktı ve kabanımın üzerinden sıvazladı. "Şuraya bak, ben seni ararken sen beni buldun. Bu kesinlikle Tanrı'nın bir oyunu. Başaracağını biliyordum. Buradasın sevgilim."

Kaşlarımı çatarak yüzüne bakarken birkaç adım geri gittim. Elleri omuzlarımdan kayıp yanına düştü. Afallamasına rağmen bana eskisi gibi bakmaya devam etti. Lakayt olmaya çalışıyordum ancak gözlerime baka baka, içten bir şekilde 'sevgilim' demesi beni alt üst ediyordu.

Ona sert bir tokat atmamak, yakasına yapışıp hesap sormamak için tırnaklarımı avucuma geçirdim.

"Siz ikiniz, orada dikilmeye daha ne kadar devam edeceksiniz? Kaybedecek vakit yok, buradan hemen gitmeliyiz." Alice aceleyle ayaklanarak yanımıza geldi ve Nicolas'ın koluna girdi. "Yardımına ihtiyacım var, kendimi iyi hissetmiyorum. Dün geceden beri kaçıyorum, yorgunum ve..." Elini karnına götürdüğünde, Nicolas'ın omuzları gerildi. Kolunu Alice'in beline dolayarak diğer kolunu da bana açtı.

"Hayır," Önlerine geçip yürümeye başladım. ''Yardıma ihtiyacı olan ben değilim.''

Oradan uzaklaşırken, başımı arkaya çevirip Ante'yi son gördüğüm yere baktım. Yoktu. Gitmişti. Adlandıramadığım bir duyguyla içim burkuldu. Kendimi yalnız hissettim, ilk defa Nicolas'ın yanında yapayalnız hissettim ama bundan daha fazla garipsediğim bir şey vardı; artık güvende hissetmiyordum. O kusursuz duygu kuş olup uçmuştu. Bir süre hızlı adımlarla yamaçtan aşağı yürüdük. Rüzgar son yağan karı sertleştirerek daha kaygan hale getirmişti. Düşmemek için harcadığım efor yüzünden ayak bileklerim ağrıyordu. Arkamdan gelen Nicolas ve Alice'e bakmıyordum ama yanıma ulaştıklarında, onlara dönüp beni nasıl aptal yerine koyduklarıyla yüzleşmek zorunda kaldım.

"Seni en son gördüğümde yanında kurtarma ekibi vardı. Neden yalnızsın?"

Beklediği şeyi söylemişim gibi kafasını salladı. "Ah, evet, biliyordum. İyi ki o ekibi dinleyip peşlerinden gitmedim. Yoksa izini kaybedecektim."

"Onlarla gitmedim derken, ne demek istiyorsun?'' Aniden olduğum yerde durduğumda onlar da benimle birlikte durdular. "Ekip şimdi nerede?"

Yeşil gözlerinin yorgun çerçevesini kısarak baktı. "Bilmiyorum, onları kaybettim."

Dudaklarım öfke ve şaşkınlıkla aralandı.

"Ne yani, şimdi kurtarma ekibinden ayrıldığını ve nerede olduklarını bilmediğini mi söylüyorsun? Şaka mı bu? Yoksa sen aklını mı kaçırdın!"

"Dinle beni, tüm ekip o mavi gözlü herifin peşinden gitti." Bahsettiği Beki'ydi. Günler önce hedef şaşırtmak için başka bir yöne gitmiş ve görünüşe göre başarılı olmuştu. "Gördüm Pera, senin orada olmadığını gördüm. Bunu kurtarma ekibine de söyledim ama beni dinlemediler. Hepsi o lanet katilin peşinden gitti."

Kırık Türkçesiyle hararetlenen kelimelerini anlayabilmek için onu dikkatli dinlemem gerekiyordu. Oysa bunu yapmak istemiyordum. Gözlerinden geçen hüzün beni yalnızca sinirlendiriyordu. Güçlükle sakinliğimi korumaya çalıştım. "Neden geri dönmedin?"

"Tanrı aşkına Pera, seni almadan geri dönmek aklımdan bile geçmedi. Neden böyle davrandığını anlayamıyorum. Bak, korktuğunu biliyorum ama kaybettiğim ekip ulaşabildiğim ilk ekipti. Sonrasında özel güçlere de haber verildi. Dağın her yerini sarmış olmalılar, bizi bulmaları an meselesi."

Son cümlelerini hiç duymamışım gibi, "Gerçekten mi?" diye sordum. "Yalnızca benim için mi buradasın?"

Şayet ihanetine şahit olmasaydım, şu an onun kollarında olabileceğimi düşündüm. Yaşadıklarımın ağırlığıyla ona sıkıca sarılacak ve bırakmayacaktım. Bunu düşünmek beni daha da öfkelendirdi ve Ante'ye verdiğim sözü çiğneme isteğiyle yanıp tutuştum.

"Hadi ama Niko, yakında baba olacak bir adama yalan söylemek yakışmıyor. Ya da, yakışıyor mu? Bence nişanlısı ve becerdiği kadını aynı kampa getiren bir adamın üzerinde tüm kötü ayrıntılar iyi durabilir. Sence de öyle değil mi?''

Nicolas'ın eli yanındaki kadının belinden kayıp gitti. Başını önüne eğdi ve gözlerini birkaç saniye için kapattı. Onun aksine Alice'in yüzüne belli belirsiz bir zafer gülümsemesi yayıldı.

"Pera...ben..."

Elimi havaya kaldırdım ve devam etmesine izin vermedim. "Senin yerinde olsam, bir daha adımı anmazdım."

Parmaklarını burnunun başlangıç noktasına götürüp sıktı. "Bana izin ver, izin ver açıklayayım."

Omuz silktim. "Senden bir açıklama beklemiyorum ki," Gözlerimin dolmasına lanet ettim. Hiç görünmediğim kadar umursamaz görünmek istiyordum. "Elbette seninle bunu konuşmayacağım. Beni nasıl aldattığını inan ki merak etmiyorum Nicolas."

"Bu tavrında çok haklısın, senin yerinde kim olsa şu an kafandan geçenlerin aynısını düşünürdü."

"Ciddi misin ?" diye sordum alaycı bir tavırla. "Bana hak veriyor olman beni nasıl sevindirdi, bilemezsin."

"Seninle konuşacağız, tüm bunlar bittikten sonra, yalnızca ikimiz..."

"Gel gör ki benim seninle konuşacak hiçbir şeyim kalmadı. Ne senin, ne de sözlerinin bir anlamı yok."

"Böyle konuşma, ben senden başka kimse-"

Alice onun koluna yapışarak, "Üşüyorum,'' diye sızlandı. Elini bir kez daha karnına götürdüğünde, bu kez içindekileri tereddütsüzce telaffuz etti. "Lütfen daha fazla üşümemize izin verme.''

Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım, yutkundum. Nicolas'ın en az benimki kadar puslu olan gözlerinden gözlerimi ayırdım ve yürümeye devam ettim. Babama sarılıp ağlamak istiyordum, bunu yirmi derece sıcaklıktan, tokluk hissinden ve uyumaktan daha fazla istiyordum. Yaklaşık bir saat sonra Alice yorulduğunu söyleyerek mola vermek istedi. Üç ayrı köşeye oturup soluklanırken, kimseden çıt çıkmıyordu. Hava durgun, gökyüzü ise günün ortasında olmamıza rağmen kasvetliydi. Yamaçtan aşağı bakmaya korkuyordum; alabildiğine beyaz-gri ve uçsuz bucaksızdı. Mont Blanc dağı beyaz elbise giymiş zarif bir kadına benziyordu; fazla dişi ve fazla yırtıcı. O kadının koynuna iki ceset bırakmıştık, iki taze ceset.

Biraz sonra Nicolas bir şey hatırlamış gibi sırtındaki çantayı yere indirdi ve içinden kutu kutu fasulye konservesi çıkardı. Alice heyecanla konservelerden bir tanesini açıp yemeye başladı. Bunu görmek boş midemdeki acıyı daha da hissedilir hale getirmişti . Konservelere uzanmamak için avuçlarımı sıktım. Kendime hakim olmak için daha fazla güce ihtiyacım vardı.

Lütfen Tanrım, lütfen beni onların önünde bu duruma düşürme. Lütfen... Lütfen...

Duam ışık hızıyla geri çevrilmiş olacak ki Nicolas bir kutu konserve ve kayısı suyuyla dibimde bitti. Yaşadığım açlık öyle büyüktü ki, kapalı konserve kutusundaki soslu fasulyenin hayali kokusu burnumu doldurdu. Ah, biri mideme tırnaklarını geçiriyordu.

"Aç olduğunu biliyorum. Birileri bize ulaşana kadar güçlü olmak zorundayız... Biliyorsun."

Benden bir tepki alamayınca biraz daha yaklaştı. "Bunları kurtarma ekibinden aldım. Lütfen..."

Dayanma gücüm tam da bu noktada tuzla buz oldu. Yüzüne bakmadan elindekileri aldıktan sonra oturduğum kayanın üzerinde onlara sırtımı döndüm. Titreyen parmaklarımla konserveyi açmaya çalışırken, bir yandan da aceleyle kayısı suyunu içiyordum.İlk yudumlar kuruyan boğazımda karıncalanma hissi yaratmıştı. Buna aldırmadan son damlasına kadar mideme gönderdim. Konservenin minik plastik kaşığı ile aldığım bir kaç lokma beni tatmin etmeyince parmaklarımı kutuya daldırdım. Son fasulye tanesine kadar iştahla yedikten sonra sosunu parmağımla sıyırdım. Sadece birkaç dakika içinde koca konserveyi mideme göndermiştim. Soslu parmağımı emerken, yirmi bir yıllık hayatım boyunca yemek yiyebilmenin değerini ilk kez şimdi anladığımı düşündüm. Ayağımın dibinden aldığım karla ellerimi ovuşturduktan sonra yüzümü sıvazladım. Cebimdeki eldivenimin bir tekiyle yüzümü kurulayarak ayaklandım.

Yönümü Alice döndüm ancak yüzünü değil, bedenine bakarak konuştum. "Onları en son nerede gördün?"

Cevap vermek yerine avuçlarını dizlerine sürttü, alt dudağını dişledi.

Tekrar sordum. ''Neredeler?''

Nicolas da bakışlarını ona çevirdiğinde başını kaldırıp yüzüme baktı. "Yalnızca iki bivak torbası vardı. Birini ben, diğerini nöbetleşe onlar kullanıyordu. Dün akşam diğer bivak torbasını kullanma sırası Sesir'deydi. Talar dışarıda kaldı. Uyumak üzereyken yanıma geldi ve rüzgar olduğunu, benimle birlikte uyuyacağını söyledi. Başta ona karşı çıkmadım ama sonra... bana dokunmaya çalıştı. Beni o daracık yerde sıkıştırdı. Çok korktum. Cebimde bir törpü vardı, onlar eşyalarımızı karıştırırken kendimi korumak için yanıma almıştım."

"Onu öldürdün mü?" diye sordum soğukkanlılıkla. Arkadaşımın katiline asla acımazdım. "Geberdi mi?"

"Bilmiyorum. Onu kaburgasından yaraladım ve oradan kaçtım. Peşimden gelecekler, bunu biliyorum. Ama o hayvanları yavaşlatan bir şeyler var."

Nicolas kaşlarını çatarak "Ne gibi şeyler?" diye sordu.

"Geceleri daha hızlı yürüyorduk, acele ediyorduk. Gündüzleri ise - özellikle öğlen vakti- bir yerlere saklanıyorduk. Çünkü gün ışığı Sesir'e acı veriyordu. Terliyor ve kızarıyordu. Talar ise hiç uyumuyordu, hiç... Bu yüzden hep yorgun ve sinirliydi."

"Bu onun cezası." diye mırıldandım.

Taşlar şimdi yerine oturmuştu; Beki yiyip içemiyordu, Sesir gün ışığında acı çekiyordu, Talar uyuyamıyordu, Ante... O bana her dokunduğunda acı çekmişti. Peki ya başka bir kadına dokunsa, yine acı çeker miydi?

"Siktiğimin ruh hastaları!" Nicolas homurdanarak yerinden kalkarken, çehresindeki öfke bir anda silindi. "Nick, bana onun öldüğünü söylerken ciddi değildin, değil mi?"

Alice yüzünü buruşturdu ve sonra elleriyle yüzüne kapattı. Bir şeyler hatırlamıştı. Hatırladığı her ne ise, ona acı vermişti.

"Öldü," Nick'in kesik boğazı, oradan sızan kan, mor tırnakları, değneğe yapışan soğuk parmakları... Sırayla gözümün önünden geçip gittiler. "Babam askerliğini anlatırken tek kurşunla ölen insanların acı çekmediğini söylemişti . Günce ölürken acı çekmedi ama boğazı kesilen biri..."

Ağzımdan kaçan hıçkırığı avucumla ezdim. Nickolas olduğu yerde donup kalmıştı. Bakışları tek bir noktaya takılırken, "Neden?" diye sordu. "Onu neden öldürdüler?" Ansızın bağırmaya başladı. "Nasıl öldürdüler! Nasıl! Nasıl! Nasıl!"

Alice yerinden sıçrayıp çılgına dönen Nicolas'a sarıldı. Hıçkırarak ağlıyordu.

"Bilmem. Bunu sen söyle. Aramızda özgür olan tek kişi sendin. Kurtarma ekibiyle birlikte geri dönüp onu oradan aldığınızı sanmıştım. Yaralıydı, hastaneye kaldırılması gerekiyordu."

Nicolas dizlerinin üzerine düştüğünde, Alice de onunla birlikte düştü. Nicolas'ın suratında paramparça bir ifade vardı.

"Ben, onu unuttum."

Kanım donmuş bir biçimde ona baktım. Doğru mu duymuştum? 'Unuttum' mu demişti!

"Sen ne dediğinin farkında mısın?"

"İplerimden kurtulup istasyona koşarken bayılmışım. Ayıldığımda görevli kulübesinde buldum kendimi. Onlara sizin kaçırıldığınızı söyledim ve kurtarma ekibine katıldım.'' Avucunu sertçe alnına çarptı. "Nick'in orada olduğu saatler sonra aklıma geldi. Hatırlar hatırlamaz ona yardım göndermelerini istedim. Kurtarma ekibi çadırda yaralı birinin olduğuna dair anons geçti ama..."

"...sonra ne olduğunu bilmiyorsun," diye tamamladım kederle. "O ekipler geç kaldı."

Geç kalan ekipleri değil, sendin, diyemedim. Ona ne kadar kırgın ve kızgın olursam olayım bunu yapamadım. Üstelik ne sebeple olursa olsun ellerimde bir adamın kanı varken...

"Mantıklı olmayan bir şeyler var. Bizi hayatta bırakıp kaçtıktan sonra neden geri gelip Nick'i öldürdüler? Kafayı yiyeceğim."

Alice ellerini ondan ayırmadan, "Harita yüzünden," diye konuştu. "Bir harita ele geçirdiler. O haritayı çözene kadar zirveye ilerledik ama haritayı çözdüklerinde, birden bire yürüdüğümüz onca yolu geri döndük. Kamp alanına geldiğimizde mutlu olmuştum. Beni özgür bırakacaklarını düşündüm ama onlar... onlar gözümün önünde Nick'i katlettiler." Cümlesinin sonuna doğru sesi titrerken, başını Nicolas'ın boynuna gömdü.

Nicolas ona sarılmak üzere elini kaldırdı ama bakışları beni bulduğunda bundan vazgeçerek ayağa kalktı. Bir süre orada sessizce bekledik. Her birimizin içinde aynı acının farklı yansımaları vardı. Alice'in aksine yaşadığım hiç bir şeyi anlatmadım, anlatmak istemedim. Nicolas ile her şey yolunda olsaydı anlatır mıydım, bilmiyordum ama şimdi ve sonsuz sayılabilecek bir zaman diliminde susma hakkımı kullanmak istiyordum. Sanki konuşmazsam her biri hafızamdan silinecekmiş gibi, hiç yaşanmamış sayılabilecekmiş gibi...

"Sizi bulmadan önce kamp yapan bir grup gençle karşılaştım. Çadırları ve yün battaniyeleri vardı. Kamp alanlarına yaklaşmış olmalıyız. Eğer hala ordalarsa biraz ısınabilirsiniz.''

Alice ayağa dikildi ve dakikalar önce ağlayan kendisi değilmiş gibi el çırptı. "Bu harika! Hemen onları bulalım. Bir an önce ateşin başında, yün battaniyenin arasında sıcacık bir uyku çekmek istiyorum."

"Ne dediğinin farkında mısın ?'' diye sordum, buz gibi bir sesle. "Daha birkaç saat önce buradan hemen gitmeliyiz diye kıçını yırtıyordun. "

Ellerini birbirinden ayırarak önce Nicolas'a, ardından bana baktı. "Ben sadece çok yorgun..."

"Oradan bakınca ben çok mu dinamik duruyorum! Sen aşırdığın montumun içinde ısınırken, o itlerin bizden çaldığı konservelerle karnını doyururken, benim neler yaşadığımı merak ettin mi! Elbette ki etmedin, etsen zaten beni satmazdın."

Nicolas bir hışımla ona döndü. "Doğru mu bunlar Alice?"

Alice'nin kahverengi gözleri titrerken, uzun boyu olduğu yerde küçüldü. "H-hayır... Ben onu satmadım, o adamlar beni zorla götürdü. Pera kulübede kaldığı için montunu almak zorunda kaldım çünkü... çünkü dışarıda tek montla dayanamazdım."

"Hah!" Üzerine yürüme isteğiyle dolup taştım fakat hamile olduğunu hatırlayarak kendimi frenlemek zorunda kaldım. ''Sen yalancı ve bencil bir kadınsın Alice! Orada senin hayatına karşılık beni öldürseler kılın kıpırdamazdı, bundan o kadar eminim ki... Neden bana ait olan her şeyde..."

Tamamlayamadım. Ah, Yüce Tanrım, aptallık ediyordum. Kadınsal dürtülerime engel olmalıydım. En azından burada, şimdi...

"Pera, sakin ol."

Nicolas elini bana uzattığında hızla geri çekildim. İşaret parmağımı sallarken, "Sakın." diye uyardım onu. "Sakın bana dokunma."

"Sözlerinle bizi yaralıyorsun Pera. Bana hiç şans vermiyorsun."

"Sana neyin şansını vermemi bekliyorsun? Bu kadar basit mi? Neden anlamıyorsun ki, seninle bunu konuşmayacağım."

Dişlerimin birbirine vurmasına engel olamadım. Dakikalardır hareketsiz durduğumuz için her birimizin burnu kıpkırmızıydı ve titriyorduk.

"Alice, bize biraz izin verir misin?"

Ne yazık ki Alice ile aynı anda aynı cevabı verdik. "Hayır!"

Bu sefer bakışlarını ona çevirdi ve daha sert bir sesle konuştu. "Uzaklaş, sadece beş dakika. Bunu yapabilirsin."

Alice suratında astı ve mecburi bir kabullenmeyle yanımızdan ayrıldı. Gidişinin ardından Nicolas uzun ve ince bedenini yaklaştırdı. Ellerimi cebime sokmuş, yere bakıyordum.

"Konuşmak istemiyorum. Zaten burada yeterince vakit kaybettik, gitmemiz gerekiyor."

Ellerini bir şeyleri izah etmek istermiş gibi havaya kaldırdı. Ante haklıydı. Bu konuyu burada açmamalıydım. Kendime engel olmadığım için şimdiden pişman olmuştum. İlerleyen dakikalar hem direncimizi kırıyor hem de Sesir ve Talar'ın bize bizi bulma olasılığını artırıyordu.

"Sarhoştum."

Gözlerimi kapatıp burnumdan sıkıntılı bir nefes verdim. Hayır, dinlemek istemiyordum.

"Çok içmiştim Pera, kendimde değildim. Evin yolunu zor bulmuştum, inan bana..." Başını pişmanlıkla iki yana salladı. "Alice'i kapımda görünce ona gitmesini söyledim, ona defalarca çekip gitmesini söyledim."

Gözlerimi açtım ve alaycı bir şekilde gülümsedim. "Görünüşe göre gitmesini gerçekten istememişsin."

"Parfümü senin parfümüne çok benziyordu, belki de aynısıydı. Kokusu zihnimi çeldi, yemin ede-"

"Kes şunu!" diye bağırdım kendime mani olamayarak. "Dinlemek istemiyorum! Duyuyor musun? Beni anlıyor musun Nicolas? Dinlemek istemiyorum."

Beni kollarımdan yakaladığında geri çekilmeye çalıştım ancak bu sefer izin vermedi. "Beni anlamak zorundasın. Bunun tek gecelik bir hata olduğunu anlamak zorundasın!"

Ayağımı öfkeyle yere vurdum. "Hiç bir şeyin zorunda değilim. Sen beni aldattın. Nasıl bu kadar adi olabildin!"

"Kelimelerine dikkat et. Fazla büyütüyorsun, bunu aramızda halledebiliriz."

Acıyan canıma aldırmadan kollarımı çekiştirdim ancak öyle sıkı kavramıştı ki kurtulamadım.

"Sen neden bahsediyorsun? Nasıl bu kadar normalleştirebilirsin? Seni hiç tanıyamamışım Nikolas." Tepinmeyi bırakıp gözlerinin içine baktım. "Ne var biliyor musun? Sizi duymasaydım bunu bana asla itiraf etmeyecektin. Bundan adım kadar eminim."

Bir anda gözleri karardı. Kollarımdaki baskısını arttırırken, iyice yaklaştı. "Hangi adın? Hangi adın kadar eminsin Pera? Yoksa, Mihrimah mı demeliyim?"

Yaşanmışlıklarımız orta yerinden kırılırken, ruhum şiddetle sarsıldı. Tüm gücümle dizine tekme attım ve iki büklüm olmasını fırsat bilerek geri çekildim. "Ne saçmalıyorsun sen? Kendime gel, benimle böyle konuşamazsın!"

Elini dizinden ayırdı ve doğruldu. Beklemediğim bir şekilde üzerime gelmeye başladı. Attığı her adımda ben de geri gidiyordum. Korkmuyordum ancak ne ara bu hale geldiğimiz anlam veremiyordum.

"Senin pesinden geldim. Senin! Kurtarma ekipleri bana kulübede kalmam gerektiğini söylediğinde bir an bile bunu düşünmedim."

"Keş şunu, bunun konumuzla ne alakası var? Sırf peşimden geldin diye ihanetini göz ardı etmemi mi bekliyorsun?"

"Senin için yaptığım tek fedakarlığın bu olduğunu mu sanıyorsun? Senin için aileme soyu belli olmayan bir kızı gelin olarak kabul ettirdim!"

Tüm bedenimin tutuştuğunu hissettim. Gerçek miydi? Bu gerçek miydi! Duyduklarımı içimde yadsıyarak yanan burnumu çektim. Sözleri tonlarca ağırlıktaki bir kaya gibi üzerime yuvarlanıyordu. Bunun annem ve babamla aramızda bir sır olduğunu sanıyordum... Oysa Nicolas biliyordu ve onca zaman böyle mi düşünmüştü!

"Bilmediğimi sanıyordun, değil mi? Gerçek ailenin aslında kim oldukları hakkında bir fikrin var mı? Yok. Gerçek anne ve babanın kim olduğunu, seni neden istemediklerini asla bilemeyeceksin. Sen evlatlıksın Pera. Ben ve ailem bunu en başından beri biliyorduk. Seni onlara kabul ettirmek için nelerden vazgeçtiğimi duymak ister misin?"

Başımı iki yana salladım. Ona susması için yalvaracak duruma gelmiştim. Yeniden yanıma geldiğinde bu kez uzaklaşacak gücü bulamadım kendimde.

"Seni çok istedim Pera. Sana dokunmayı, sana sahip olmayı..." Elini yanağıma uzattı, sesi fısıltı halinde dökülüyordu dudaklarından. "Her defasından kendini geri çektin. Beni ne halde bıraktığının farkında bile değildin."

Gözlerimden süzülen yaşlar parmaklarıyla buluştuğunda, bakışlarım yüzünde donup kalmıştı. "Bir kez olsun kendini bana teslim etseydin, bunların hiçbiri yaşanmayacaktı."

Islak yüzümü parmaklarıyla sildikten sonra bana sarıldı. Öyle kötü hissettim ki, belime sardığı sanki kolları değil kıskaçlarıydı.

"Buradan gitmek istiyorum." diye mırıldandım. "Gitmek istiyorum."

Başımı yasladığı göğsünden ayırırken, Alice'in kıskanç gözlerle bizi seyrettiğini gördüm. Nicolas'tan ayrılarak yürümeye başladığım an koşarak önüme geçti. Beni göğsümden itip sendelememe sebep olurken, deli gibi bağırmaya başlamıştı.

"Az önce sarıldığın adamın bebeğini taşıyorum. Duydun mu! Nasıl bu kadar gurursuz olabiliyorsun?"

Nicolas ikaz dolu bir sesle adını seslendi ama Alice duymamış gibi bana bağırmaya devam etti. "Sana bu bebeği nasıl yaptığımızı anlatmamı iste-"

Nicolas hızla yanımıza gelip Alice'in koluna yapıştı. Onu kendine öyle sert bir şekilde çekti ki Alice önce sendeleyip ardından Nicolas'ın bedenine yapıştı.

"İkinizin yüzünü de şeytan görsün."

Koşar adımlarla yola devam ederken, aralarında bağrıştıklarını duydum. Nicolas bir hata olduğunu söyledi, Alice onu sevdiğini... Nicolas ondan bebeği aldırması istedi, Alice ısrarla doğuracağını... Nicolas onu sevmediğini söyledi, Alice hıçkırarak ağlamaya başladı...

O an sağır olup onları duymamayı istedim. Bir süre sonra her ikisinin adımları da hemen arkamdaydı. Tek kelime etmeden Nicolas ile yanyana, Alice ise hemen arkamızda dakikalarca yürüdük.

Kendime bir not; eve döndüğümde -tabi dönebilirsem- önümüzdeki iki ay boyunca yürümeyeceğim.

Çok geçmeden Nicolas'ın bahsettiği kamp alanını ulaştık. İki çadır vardı. İkisi de fazla büyük sayılmazlardı. Çadırların önünde büyük bir ateş yakılmıştı. Ateşin etrafında ise kamp sandalyeleri vardı. Bu manzara bana tek bir şeyi hatırlattı; buraya geldiğimiz ilk günü. O günün sonrası ömrüm boyunca hatırlamak istemeyeceğim kadar dehşet doluydu. Uzaktan gördüğüm kadarıyla dört kişilerdi. Adımlarımıza hız kazandırarak yanlarına ulaştık. Alice insanların şaşkın bakışları arasında kendini ateşin yanına attı.

Kızıl saçlı, kısa boylu kadın elindeki kadehi yere düşürürken, "Siz de kimsiniz?" diye sordu.

Nicolas ve ben Alice'nin aksine onlara fazla yaklaşmamıştık. Cayır cayır yanan kamp ateşinin kokusunu içime çektim. Sıcaklığını tenimde hissetmek için sabırsızlanıyordum.

"Sizleri korkuttuğumuz için üzgünüm ama... bizim başımıza çok kötü şeyler geldi. Yardımınıza ihtiyacımız var."

Kızıl saçlı kadın dışında sarışın bir kadın ve iki adam vardı. Uzun boylu adam muhtemelen kırk yaşının üstündeydi. Orta boylu, esmer olan ise en fazla yirmi beş yaşındaydı. Bize dikkatle baktıktan sonra gözlerini merakla açtı. "Kaybolan gençler sizler misiniz? Dün gece özel ekip sizi sordu."

Kaybolmak... Keşke sadece bununla sınırlı kalsaydı, demek istedim ama onları korkutmak istemiyordum.

"Lütfen oturun, üşümüş olmalısınız. Abella, mangala biraz köz koyar mısın?" Kızıl saçlı kadın kırılan kadehin üzerinden atlayarak sandalyedeki battaniyeyi aldı ve Alice'nin omuzlarına bıraktı.

Kusursuz Fransızcalarından anladığım kadarıyla buranın yabancısı değillerdi. Yine de onlara yaklaşan tehlikenin haberini vermeliydik.

"Sizi korkutmak istemem ama bu dağ amaçlarını bilmediğimiz adamlar tarafından abluka altına alındı. İzninizle burada biraz ısındıktan sonra gitmemiz gerekiyor, hep birlikte."

Adı Abella olan sarışın kadının dudaklarından korku nidaları yükseldi. Yanındaki genç adam onu kolunun altına aldı. "Sakin ol tatlım, onlar yalnızca..." Bitap halimizi acıyarak süzdü. "...biraz korkmuşlar."

Genç adam bize yaklaşarak, "Arkadaşınız için endişelenmeyin, o iyi." dedi ve Nicolas'ın kolunu sıvazladı.

"Arkadaş mı?" Nicolas ile birbirimize bakıp anlamaya çalıştık.

"Evet, arkadaşınız. Şu an içeride uyuyor. Onu bulduğumuzdan çok daha iyi durumda."

İçimi tek saniyede sarıp sarmalayan karanlık sis beynimi ele geçirdi, düşünemedim. Geri gitmek isteyen adımlarımın titrediğini hissederken, soldaki çadırın örtüsü aralandı. Karşımızda dikilen heybetli beden mavi gözlerini gözlerime kilitledi ve dudaklarında tehlikeli bir kıvrıma yer verdi.

"Ah dostlarım, beni almadan gitmeyeceğinizi biliyordum. Size minnettarım."

Beki, bu ondan başkası değildi. Dudaklarımı korkuyla araladım. Bağırmak üzereyken, elini beline götürdü. Oradaki silahın varlığını anlamamızı sağladığında, yükselemeyen çığlıklarım boğazımda infilak etti.

"Pera... Pera, seninle yeniden karşılaşacağımı biliyordum. Haydi, gel ve bana sarıl."

❄️

Merhaba! Maalesef ki Wattpad'in akıbeti henüz değil. Vpn üzerinden bir yere kadar idare edebiliyoruz. Eğer bir şekilde tamamen koparsam, çizgi stüdyo da kitaplarımı bulabilirsiniz 🖤

Instagram~ _durumavii

UZAK IŞIKLAR "Kanlı Ay"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin