Bu hikaye kitap olduğu halde burada yeniden sizler için yayınlanıyor. Lütfen oy ve yorum bırakmayı unutmayın.
❄️
Üçüncü zıplayışımda montun kolunu yakaladım ve dalın üzerinden aşağı çektim. Kurumuştu. Üzerinde ağır bir is kokusu vardı ancak bunun şu anda bir önemi yoktu. Omuzlarımdaki battaniyenin yere düşmesine izin verdim. Ardından onun koca montunu yeniden üzerime geçirdim. Ne yazık ki, içine düştüğüm şartlar bazı şeylere sırt çevirmeme izin vermiyordu. Fermuarı çekerken civardaki ürkütücü sessizliğe kulak kabarttım. Görüş açımı süsleyen dağlar alabildiğine beyaz, gri ve karaydı. Sabah ışığında her zamankinden daha göz alıcı görünüyorlardı. İrili ufaklı buzullar, kıvrak çıkıntılar ve mavinin en parlak tonuna bürünen gökyüzüne hayal kırıklığıyla baktım. Buraya gelirken tüm bu manzarayı keyifle keşfedeceğimizi düşünmüştüm. En başından burun kıvırdığım kış tatilinin bu noktaya geleceğini asla tahmin edemezdim. Zamanı geri alabilseydim eğer, şimdi ulaşmak için her yolu denediğim Chomonix kasabasının yakınlarından bile geçmezdim.
Başımı hüzünle önüme eğdim. Şimdi hayıflanmam yersizdi. Her birimiz bir yana savrulmuştuk ve en acısı da arkadaşımı kaybetmiştim. Bunu kabullenmek öyle zordu ki... Onu kendi ellerimle, biçare, yapayalnız o çadırda bırakmak zorunda kalmıştım. Bunu her hatırladığımda, bize bunları yaşatan dört adama karşı safi kin ve nefretle doluyordum. Gözlerimi kırptım, yanaklarına düşen damlalara yenileri eklendi. Dişlerimi sıkarak hıçkırıklarıma mani oldum.
Biraz sonra henüz sönen ateşin bıraktığı köz yığınına yaklaştım. Elimin tersiyle botlarımın içini yokladım. Neyse ki onlar da kurumuştu.
"Yere atarken iki kez düşün, tekrar ihtiyacın olacak."
Beki az önce omuzlarından düşen battaniyeyi alırken, ona sırtımı döndüm ve serçe parmağımın iç kısmıyla yüzümü kuruladım.
"Umarım tekrar ihtiyacım olmadan yakalanır ve hapsi boylarsınız."
Nefret dolu bir bakış attım. İfadesiz suratı ve dümdüz bakışlarıyla ona ne hissettirdiğimi anlamam olanaksızdı.
"Böyle bir ihtimal yok. Umut bağlamasan iyi edersin."
"Umudum var," diye çıkıştım. "Bu yaptıklarınızın bedelini ödeyeceksiniz."
Bakışları bir tüy yavaşlığında yere düşerken, sözleri kafamdaki karmaşaya bir yenisini ekledi.
"Hiç şüphesiz, ödeyeceğiz."
Devam etmesini bekleyen gözlerle suratına baktım. Ancak bu kısa diyalog onun için son bulmuştu. Elindeki battaniyeyi ikiye katladı ve dün gece Ante'nin yattığı çadır kılıfının üzerine serdi. Çadırın yanındaki ateşi yeniden canlandırdığında anladım ki, bir süre daha buradaydık. Malesef! Önce çorapları sonra botlarımı ayağıma geçirdiğim sırada kara batıp çıkan adım sesleri yaklaştı. Gelen Ante'ydi. Ellerine takılan bakışlarım aç midemdeki safra tadını ağzımda hissetmeme sebep oldu. Bir elinde kanlı bir çakı, diğer elinde ise kahverengi kürkü kana bulanmış bir dağ tavşanı vardı.
"Yemeğimizi yakalamak kolay olmadı. Ateş hazır mı?"
Beki avuçlarını birbirine sürttü. Garip bir ifadeyi takınan gözleri tavşanın üzerindeydi. "Elbette dostum. Nihayet karnımı olmasa da gözümü doyurabileceğim!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UZAK IŞIKLAR "Kanlı Ay"
FantasyPera, arkadaş grubuyla kış kampına katılırken, içinde tarifsiz bir huzursuzluk kol geziyordu. Avrupa'nın en yüksek dağı Mont Blanc'un karlı etekleri, kızıl granitleri, sivri buzulları ve göz alıcı zirvesiyle birlikte bir sürprizi daha vardı. Büyü...