7 - Yok ya ne ağlaması, öyle sulu göz değilimdir

799 92 5
                                    

"Yok ya ne ağlaması, öyle sulu göz değilimdir"

Aksu...

Aksu masaya döndüğünde kaçıp kurtulmak istediği alana da dönmüştü. Bu ortamı sevmemesinin en büyük nedeni masadaki diğer insanların da onun gibi olmasıydı. Yırtıcı... En iyi davaları almaya çalışan avukat sürüsü! Aksu stajını bitirmiş, sektörde tanınmak için İstanbul'un en büyük hukuk bürolarından birinde işe girmişti. En büyük amacı kendi bürosunu açmak olsa da şu anlık bir büroda çalışmak onun için en iyisiydi. Elbette bu işi almasında ona yardımcı olan gencinde hakkını yiyemezdi. Mehmet ona referans olmasa biraz zor bu işi alırdı. Ama yeteneği ve atikliği onu her zaman ön plana çıkarıyordu.

Kahvaltı için geldikleri mekânda Levent ile karşılaşmasından çok onun bir kız arkadaşı olmasına şaşırmıştı. İkilinin dostluğu uzun zaman öncesine dayanıyordu. Hatta Levent gibi Aksu'da onunla ne zaman tanıştığını hatırlamıyordu. Çalışma arkadaşları içinde pek fazla kimseden hoşlanmazdı. Mehmet ile muhabbetleri de olmasa ofis çekilmez oluyordu.

"Aslında ben kalksam, ofiste görüşürüz" dedi masadakilerden müsaade isteyerek. Hızlı bir kalkışla yerinden kalktı. Mehmet nereye gittiğini sorduğunda dişçi için randevu aldığını hatırladığını söyledi. Merdivenlerden inip mekânın ön kısmına geçti. Valeyi beklemek istemediğinden otopark kısmına geçip arabasını aldı. Levent'in grubundaki en dobra kişi olmasından dolayı grup arkadaşları tarafından da yer yer sevilmese de Aksu genelde herkesle anlaşırdı. Ücretsiz hukuki yardımlar bile verirdi.

Dik başlı, akıllı ve özgürlüğüne düşkün genç bir kadındı. Hala ailesiyle yaşaması arkadaşlarının ağzına sakız olsa da o ailesi ile birlikte yaşamayı seviyordu. Yalnız büyüyen bir çocuk olduğundan oldukça kıskanç, paylaşıma kapalı ve kindardı. Her şeyi çabuk elde etmeye alışkın, ortamdaki tüm sevgiyi etrafına toplanmayı seven biriydi. Bu sebeple de erkeklerle ilişkileri sürmezdi. Çünkü Aksu karşısındaki insana tüm sevgisini veriyorsa ondan da tüm sevgisini almak istiyordu. Ancak bu günümüz erkeklerinde olan bir özellik değildi. En azından onun karşısına çıkanlarda...

Aracını evin ön tarafına park edip bahçe tarafına geçti. Annesi her zamanki gibi bahçede yoga yapıyordu. Sessizce hazırlanmış kahvaltı sofrasına oturdu. İş arkadaşları ile yapamadığı kahvaltısını yapacak ve huzurlu bir sabah geçirecekti. Annesi bir süre esneme hareketi yaparak yerinden kalktı. Huzur bulmuş gözüküyordu. Huzuru bulduğuna inanmak istiyordu. Kızının kahvaltıya başladığını görünce gayri ihtiyari gülerek ona baktı.

"Tatlım iş yerindekilerle kahvaltıya gitmeyecek miydin?" dedi sandalyeye oturarak.

"Boş ver onları ben sizinle olmak istedim" dedi Aksu çayından bir yudum alarak "Babam nerede?"

Aksu'nun annesi ve babası oldukça genç insanlardı. Üniversitedeyken evlenmeye karar vermiş ve hemen kızlarını kucaklarına almışlardı. Elbette evlenmelerinin en büyük sebebi de Suna'nın hamileliğiydi. Bir süre sonra babasına da masaya gelince mutlu aile tablosu tamamlanmış oldu. Aksu ailesine o kadar çok değer veriyordu ki onlar için ölmeyi bile göze alabilirdi. Hastalık derece ailesine bağlıydı. Anne ve babası da elbette kızlarını çok seviyordu. Aşklarının meyvesi olan kızlarına koydukları isim bile kendi isimlerden türetilmişti. Akın ve Suna... Hicran'ın çok sonralarda tanışacağı bu aile dıştan bir mutluluk abidesi gibi gözükse de içinde derin çatırtıları ve yarıkları vardı. Akın ve Suna üniversitede tanışıp âşık olmuş iki gençken hemen evlilik yoluna gitmişlerdi. Akın eşine düşkünlüğü ile bilinse de yakışıklılığı ile nam salmış bir adamdı. Yaşına göre oldukça dinç ve yakışıklıydı. Bu sebeple genç kızların bile dikkatini çekiyordu. Eski Türk filmlerindeki jönleri andırıyordu. Uzun boylu, yapılı, karizmatik bir adamdı. Suna'da hoş, sessiz, uyumlu, sevgi dolu bir kadındı.

BÜYÜK SIR, KÜÇÜK YALANLAR (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin