Episode Nine

6.7K 373 126
                                    

Jeon Jungkook Anlatımından;

Lisa hala kucağımdaydı. Boynuma sıkıca sarılmış ve yavaş yavaş iç çekiyordu. Onu öpmek aklımın ucundan bile geçmemişti. Sadece o anı unutması için yapmıştım.

Ters tepki vermesinden ölesiye korkmuştum ama karşılık verdiğinde ise cennetin kapıları bana ardı ardına açılmıştı.

Jung Woo olacak şerefsize haddini bildirmem gerekiyordu.

"Lisa...''

Cevap gelmedi.

Yavaşça kafasını boynumdan kaldırdım ve uyuduğunu gördüm.

Dudaklarımda hafif bir tebessüm yükselirken başını göğsüme yasladım. İki yandan sarkan bacaklarını da kaldırıp yavaşça koltuktan kalktım. Bir elimle incecik belini sararken, diğer elimle de bacaklarından tutup onu kucağıma aldım.

Bebek gibi uyuyordu. Uyurken büzüşen dudaklarını öpmemek için kendimi zor tutuyordum.

Odaya geldiğimizde bir bacağımı yatağa yaslayıp onu kucağımdan yatağa bıraktım. Kafasının altındaki yastığı düzelttim ve üstüne ise üşümesin diye battaniye yerleştirdim.

Kenara oturup onu seyretmeye başladım. Çok güzeldi. Tanrıçaları kıskandıracak bir güzelliği vardı.

Ben onu seyretmeye dalmışken gülümsedi. Onun gülümsemesi benim de gülümsememi sağladı. Uyurken bebekler gülümserse onları melekler yaparmış. Eh o da benim bebeğim olduğuna göre.

Cebimden telefonumu çıkarıp Namjoon hyungu aradım.

''Efendim Kook?''

''Hyung, herkes en geç 1 saat içinde cehennemde olsun. Jung Woo olacak şerefsizi ağırlayalım. Bakalım beğenecek mi. ''

''Jk, bak Hose-''

''Hyung ne diyorsam onu yap. Lütfen.''

''Tamam, tamam. Yapacağım.''

Telefonu kapatıp cebime attım. Üstümü değiştirmem gerekiyordu.

Siyah bir pantolon, lacivert renginde şifon üstünde gümüş rengi detaylar olan bir gömlek ve siyah botlar.

Lisa'nın yanına tekrar döndüm eğilip saçlarını okşayıp öptüm. Uyandığında korkmaması için için ise bir not yazıp komodinin üzerine bıraktım.

''Benim bir işim çıktı. Acil ve uzun sürebilir büyük ihtimal. Geldiğimde yemeği birlikte hazırlarız. Sakın sen hazırlama zehirlenmek istemiyorum."

Güzel yemek yaptığını biliyordum. Maksat sinir etmek değil mi?

Arabanın anahtarını, evin anahtarını, cüzdanı alıp evden çıktım. Korumalara döndüm.

''Lisa evde. Bir şeye ihtiyacı falan olursa mutlaka yapın. Bir yere gitmek isterse de birlikte gidin. Kesinlikle tek başına kalmayacak. Anlaşıldı mı?''

Hepsi bir ağızdan tamam dediklerinde arkamı dönüp arabaya yürümeye başladım.

''Mark sen benimle geliyorsun. Arkadan beni takip et.''

''Peki efendim.''

Arabama bindiğim gibi gaza yüklendim ve sürmeye başladım. O anlar aklıma geldikçe daha fazla basıyordum.

Cehenneme gelmem 10 dakika bile sürmemişti. Artık nasıl bastıysam.

Mark yanıma geldi ve yürümeye başladık.

''Diğer adamlara söyle kimse içeriye girmeyecek. Bugün kimse alınmayacak buraya. İçeride sadece hyunglar, Jung Woo, sen ve ben olacağız. Biri varsa da hemen boşaltsınlar.''

''Peki bay Jungkook.''

Mark en güvendiğim adamımdı. Ona her şeyimi anlatabilirdim.

Cehennem üç katlı çok büyük bir binaydı. Alt gizli yerdi. Herkes giremezdi. İkinci kat ise bar olarak kullanılıyordu. Üçüncü kat ise sadece hyunglar ve bana aitti.

İlk kata girerken Hobi hyungun bağırış sesleri duyuluyordu.

''Sana söyledim! Hemde dün akşamdan beri söylüyorum! Sakın Lisa'ya sulanma diye, damarına basma diye! Laftan anlamıyor musun sen! Jungkook seni mahvedecek, bırakacak mı sanıyorsun! Sen başını kendi ellerinle yaktın Jung Woo! Ben ise hiç bir şey yapmayacağım çünkü sen başına gelecekleri hak ettin!''

Ben içeri girdiğim an herkes sus pus oldu. Mark ise yanıma şimdi gelmişti. Yavaş adımlarla Jung Woo'ya doğru ilerledim.

''Jung Woo. Özledin mi burayı? Buraya hep Hoseok hyung için gelirdin. Ama artık o bile kurtaramayacak seni. Nasıl, misafir hanemizi beğendin mi?''

Oturduğu yerin tam önüne geldim ve ona yukarıdan bakmaya başladım.

''Jungkook... Be-''

Yumruğumu suratına geçirdim.

''SEN KİMSİN LAN ŞEREFSİZ! KİMSİN SEN?! BENİM SEVGİLİME YAVŞIYORSUN!''

Jung Woo'ya ardı ardına yumruklarımı geçiyordum. O sahne aklımdan gitmek bilmiyordu. Namjoon hyung en sonunda beni durdurdu.

''Seoul'den siktir olup gidiyorsun. Sana 3 gün süre. Sakın ama sakın bana baş kaldırmaya kalkma. Yoksa..."

Belimde olan silahı çıkarıp kafasına dayadım.

''Yoksa beynini dağıtırım. Anlaşıldı mı?!"

Kafasını hızla evet anlamında salladı.

''Mark. Alın bu piçi evine bırakın. Ne bok yerse yesin orada.''

Jung Woo'yu aldıklarında Hobi hyunga baktım. Gözlerini bana çevirdiğinde sorun yok dermiş gibi gülümsedi. Silahı tekrardan belime soktum.

''Ben üçüncü katta olacağım. Bir kaç saat dinlenmek istiyorum.''

Bir şey demelerine izin vermeden bizim gizli mekana geldim. Gelir gelmez de kendimi yatağa attım.

Düşünceler beni boğmadan da hemen kendimi uykuya teslim ettim.

16:52

Gözlerimi zar zor açtım ve çalan telefona bakmadan elimle nerede olduğunu yokladım. Neredeydi bu lanet telefon.

Bulduğumda kim olduğuna bakmadan cevapladım.

''Ne var?''

Arkadan silah sesleri ve cam patlama sesi geliyordu.

''EFENDİM, DANİEL VE ADAMLARI EVE SALDIRIYOR. ÇOK ACİL GELMENİZ LAZIM. ARKA BAHÇEDEKİ ADAMLARI ETKİSİZ HALE GETİRİP ÜST KATA SİZİN VE LİSA HANIMIN ODASINA GİRMİŞLER. ŞİMDİ İSE LİSA HANIMI KAÇIRMAYA ÇALIŞIYORLAR. ALO... BAY JEON ORADA MISINIZ? ... ALO...''

Ağzımdan küçük bir fısıltı eşliğinde sadece bir isim döküldü. Kalbim sanki ağzımda atıyordu.

''Lisa...''

''

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Burning Passion / LiskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin