Başımı aniden havaya kaldırdığımda derin bir sessizlik karşıladı beni. Hızlanan nefesim ve kulaklarımda gümleyen kalbim dışında hiç bir şey duymuyordum.
Karanlık.
Neden karanlık?
Gözlerim bağlıydı, demir bir sandalyeye oturtulmuştum. Bacaklarım sandalyenin bacaklarına sarılıydı ve kollarım arkamdan bağlanmıştı. En keskin hissettiğim şey ise sessizlikti. Boğucu bir battaniye gibiydi ve hiç bir kaçışı yoktu. Konuşmaya başladığımda sadece kendi sesimi duydum. Beş dakikadır kendimdeydim ve şimdiden neler olduğunu anlamıştım.
"Sıla!" diye bağırdım karanlığa doğru. "Çöz beni! Çıkar beni buradan!" Ellerimi kurtarmaya çalıştım ama bileğime giren ani acıyla beraber nefesim kesildi. Kolumu mu kırmıştım?Bir kapının açılıp kapanma sesini duydum. Sonra bulunduğum odanın kapısı açıldı ve topuklu ayakkabıların sesini duydum.
"Kes sesini," diye tısladı. Ne tarafa bakacağımı bilemiyordum. Kafamı bir o yana bir bu yana çevirip onu aradım. "Başını çok büyük belaya soktun. Sana o parayı versem bile beni geri bıraktığında polise gitmeyeceğimi mi düşündün? Hapiste çürüyeceksin!"
Ah.
Bir saniye düşününce bunun pek de akıllıca bir hareket olmadığı belliydi değil mi? Tam tersini yapıp 'beni bırakırsan kimseye gitmem' falan demem gerekiyordu. Olan olmuştu.
Kafama eliyle bir fiske vurduktan sonra, "Seni Caner'in yanına gömeceğim." dedi. Tamamen kafayı yemişti.
"Tamam, öldür. Tamam, arka bahçene göm. Neden Caner'in mezarına gömüyorsun?" Bütün vücudum korkudan titremeye başlamıştı. Evet. Korkudan. Ölüm korkusundan değil ama. Caner'in iskeletinin yanına konmaktan. Gerçi düşününce, zaten ölmüş olacaktım ve bilincim yerinde olmayacaktı.
Yine de düşüncesi tüylerimi diken diken ediyordu.
"Aslında, ne yapmalıyız biliyor musun?" Gözümdeki bezi saçlarımı yolarak çekip çıkardı. Makyajını silmiş, gözlerinin altındaki koyu halkalar ortaya çıkmıştı. Dudakları bembeyaz, cildi hastalıklı bir şekilde griydi. Sıla eskiden böyle değildi, ona ne olmuştu?
"Seni öldürmeden Caner'in mezarını açmalıyım, sonra seni canlı canlı oraya koyup ikinizi orada baş başa bırakmalıyım ne dersin?" Gözlerimi yumdum. Ona baktıkça deliliği bana bulaşacakmış gibi hissediyordum. Yanağıma bir tokat patlatıp çenemi tuttu.
"Yüzüme bak!"
"Neden yapıyorsun bunu?" diye sordum bitkin bir sesle. Susuzluktan boğazım kurumuştu ve kafamda dünyanın en kötü ağrısı vardı. Bana her vurduğunda sanki balyozla kafama çivi çakıyorlarmış gibi hissediyordum.
"Parayı. İstiyorum." dedi tane tane. "Böylece bütün o beyinsiz zengin erkeklere yalakalık yapmak zorunda kalmam. Ayrıca... Biraz eroin de fena olmazdı açıkçası. O parayla alabileceğim miktarı düşününce bile heyecanlanıyorum."
Ah.
Birbirinizi en başından beri sevmemiş de olsanız, parkta oynarken başınızdan aşağı kovayla kum da dökmüş olsa ve elinizdeki her şeyi çalmaya çalışmış olsa da çocukluk arkadaşınızın uyuşturucu bağımlılığı olduğunu duymak hiç bir zaman kolay olmuyordu. Demek bütün derdi buydu.
Omuzlarımdan tutup beni sarstı. "Borca battım Derin. Çok kötü borca battım. Canımı kurtarmam lazım, yoksa beni... beni satacaklar."
Kafam çalışmıyordu. Doğru karar verebiliyormuş gibi hissetmiyordum. Sıla o ilk gün evime çıkıp geldiğinde bana bunları anlatmış olsaydı ona para verip, borcunu kapatıp kapatmayacağımı düşündüm. Muhtemelen yapmazdım. Bu beni kötü bir insan mı yapardı? Muhtemelen evet.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Hayalet II: Sessizlik (Tamamlandı)
General Fiction18.04.2019 Bazen konuşamazsın. Derin, yaşadığı şanssızlıklardan sonra kendine son bir defa huzurlu bir yaşam kurmaya çabalamaktadır. Evine gelmeye başlayan mektuplar bütün huzurunu kaçırana kadar bir süre bunu başardığını düşünecektir. İki Hayalet...