Yüzüme fırlatılan buz gibi suyla ayıldım. Bir an boğuluyormuşum gibi hissetmiştim. Nasıl olmuştu bilmiyordum ama bir şekilde uyuyakalmıştım ve hava kararmıştı.
"Parayı ne zaman yolluyoruz?" diye sordu Sıla elindeki telefonu sallayarak. Öksürüklerimin arasında, "Hiç bir zaman," dedim. Karnım acıkmıştı ve susamıştım. Aslında, susuzluk daha ağır basıyordu. Burada ne kadar süredir tutulduğumu anlamaya çalıştım. Sıla'yla kavga ettiğimizde zaman öğleye yaklaşıyordu ve şimdi akşam olmuştu. Kafadan 12 saat diyebilir miydik?
Eliyle çenemi tutup sıktı ve başımı arkaya doğru yatırdı. "Şu. Lanet. Parayı. Bana. Ver. Zamanım kalmadı artık!"
Ben acıyla inlerken kafamı arkaya doğru daha fazla yatırdı. Yanağım şişmişti ve elleriyle bastırdığında daha beter bir hal alıyordu. Beni bırakıp bir kaç adım geri çekildi. Birine bir mesaj yazıyordu.
Vücudumu kontrol ettim. Muhtemelen kolum kırıktı ve vücudumun çeşitli yerleri acıyla sızlıyordu. Ölecek gibi değildim ama yaşayacak gibi de durmuyordum açıkçası.
Caner'in açtığı yaradan daha kötü değildi gerçi.
"Bana neden mektup yollayıp durdun, gerekli miydi gerçekten?" diye sordum. Madem yüzleşiyorduk, her şeyi aradan çıkarmak daha mantıklı olurdu. Madem ölecektim, bilmeden ölmek istemiyordum. Yaptığı o kadar gereksiz ve onun standartlarına göre bile o kadar hadsizceydi ki, anlam veremiyordum.
"Bak," dedi elleri titrerken. "Mektuplarını ben yollamadım. Bunu sana bir daha söylemeyeceğim. Neden uğraşayım ki?" Sonra telefonu bana uzattı. "Şifreni gir,"
Kol damarlarındaki morarmaları gördüğümde memnuniyetsizlikle yüzümü buruşturdum. Gerçekten çok beter haldeydi. Büyük bir boka batmıştı ve çıkmaya uğraştıkça daha çok batıyordu muhtemelen. Onun adına biraz, sadece biraz üzüldüm.
Kollarım saatlerdir arkamda bağlı durmaktan koparcasına ağrıyordu. Kendimi biraz oynatıp kaslarımı gerdirmeye ve kendimi rahatlatmaya çalıştım. Sıla'nın gerçekten beni öldüreceğini düşünmüyordum. Gerekli cesaret onda yok gibiydi. Hala bir çocuk gibi davranıyordu ve bunları da bir oyun olarak görüyordu muhtemelen. Belki de olayların gayet ciddi olduğunun ve bir uyuşturucu çetesi tarafından en iyi ihtimalle öldürüleceğinin farkındaydı.
"Acıktım," dedim umursamazca. Suratıma okkalı bir tokat geçirip hırsla üzerime atılmaya hazırlanıyordu ki araba farları arkamdaki minik pencereden yansıyıp odanın içini doldurdu. Motor durduğunda arabanın kapılarının açılma seslerini duydum ve bir kaç saniye sonra birileri evin içine daldı. Sıla küfrederek belinden bir bıçak çıkardı ve boğazıma dayayıp beklemeye başladı. Hem tutsağıydım, hem de rehinesi.
Yüzümü buruşturdum. Neden hep kesici aletler olmak zorundaydı ki? Bir gün ölürsem silahla ölmek istiyordum, oramın buramın kesilmesinden sıkılmaya başlamıştım. Sıla kulağıma eğildi.
"Nasıl ama, Caner gibi boğazın kesilerek öleceksin. İstediğimi verseydin böyle olmazdı." Tamamen kafayı yemişti. Delirmiş gibi sesi titreyerek konuşuyordu. Aslında bütün vücudu titriyordu ve eli titredikçe boğazımdaki keskin bıçak hassas derimde ufak ufak kesikler açıyordu.
Bir kaç damla kanın yavaşça köprücük kemiklerimin üzerine aktığını hissedebiliyordum.
Sonunda bizi bulduklarında bodrumun kapısını tekmeyle kırıp açtılar. Kapıda 3 tane adam vardı. Onları tanımıyordum bile. Silahlarını çıkarıp anında Sıla'ya doğrulttular.
"İndirin silahlarınızı," diye ciyakladı Sıla. Adamlar bir bana bir Sıla'ya bakarak seçeneklerini tartıyorlardı. İçlerinden biri, diğerinin kulağına eğilip, "Onu ne olursa olsun canlı olarak buradan çıkarmamızı istedi." diye fısıldadı.
Kim, kimi buradan canlı çıkarmak istiyordu bilmiyordum ama şu an pek de umurumda değildi. Sıla'yı ve bıçağını benden uzaklaştırdıkları sürece bir çok şeyi kabul edebilirdim.
Araba farları bodrumu tekrar aydınlattığında bu insanların bizi nasıl bulduğunu merak ediyordum sadece. Tek bilmek istediğim buydu. Sıla elindeki bıçağı boğazıma biraz daha bastırdı. Birisi üst katta patır kütür koşturdu ve bodruma inen merdivenlerden bize doğru yaklaşmaya başladı.
Elif'i kapıdaki adamların arasından gördüğümde rahatlayıp derin bir nefes aldım. "Derin!" diye haykırdı. "Sıla! Bırak Derin'i! İstediğin neyse ben vereceğim. Derin'i öldürünce eline bir şey geçmeyecek!"
Sıla arkamda alay edercesine güldü. "Benim istediğim şeyi sen veremezsin. Bırakın çıkayım, bu geri zekalı da sizin olsun. Nasılsa onunla tekrar karşılaşacağım." dedi saçımdan çekerken. Acıyla haykırdım. Elif arkasını dönüp üst kata çıkmaya başladı.
Beni bırakıp nereye gidiyordu? Arkasından bağırmak için ağzımı açtım ama tek bir ses bile çıkaramadım. Gerginlikle yutkunup başımın dönmesini görmezden gelmeye çalıştım ama vücudum artık pes ediyormuş gibi hissediyordum.
Elif yaklaşık 10 saniye sonra geri döndüğünde adamların arasından sıyrılıp bize doğru gelmeye başladı. Sıla tısladı, "Yaklaşma! Yemin ederim keserim bunun boğazını!"
Tekrar yutkundum ve kesiklerim, derimin gerilmesiyle acıyınca yüzümü buruşturdum. Bu sefer de yanağım acımıştı.
"Sıla, buradan çıkmana izin vereceğim. Eğer bıçağı çekersen, adamları geri çekeceğim. Ama önce Derin'i bırakmalısın," dedi bir adım daha atarak. Sıla'nın parmaklarındaki eklemleri bıçağı sıkmaktan bembeyaz olmuştu. Bir kaç saniye seçeneklerini tarttıktan sonra bıçağı yavaşça boğazımdan çekti ve çekerken özellikle tenime değmesine dikkat etti. Küçük bir çizgi halinde kesmişti boğazımı.
Ellerini saçımdan çektikten sonra bıçağı yerden Elif'e doğru yolladı. Çok kolay olmuştu ama zaten Sıla'nın başka bir seçeneği de yoktu. Ona silahlarını doğrultmuş 3 tane adam vardı sonuçta. Elif bu adamları nereden bulmuştu ki?
Elif bıçağı ayağıyla adamlara doğru tekmeleyip, "Yakalayın şunu," dedi buz gibi bir sesle. Adamlar alelacele Sıla'yı paketlerken, Sıla bağırdı.
"Anlaşma yapmıştık! Ne yapıyorsunuz!"
"Polis birazdan gelir," dedi Elif yanıma koşarak gelirken. Ellerimi çözdüğünde acıyla haykırdım. Kollarım o kadar uzun süredir aynı şekilde duruyordu ki eklemlerim yerinden ayrılıyormuş gibi hissediyordum. Elif bacaklarımı çözerken kendimi yere atıp kıvranmamak için zor tutuyordum. Elif kolumun altına girip bana destek olmak ve ayağa kaldırmak için kolumu tuttu, "Hayır! Hayır, elleme, kırık sanırım."
Adamlar Sıla'yı bodrumdan yukarı sürüklerken çığlıkları kafamda yankılanıyordu. "Yürüyebilir misin?" dedi Elif beni baştan aşağı süzerken. Telefonuna sürekli bildirim gelip duruyordu. Bacaklarım titreyerek ayağa kalktım. Burada çok uzun süre durmamama rağmen sanki 10 yıllık esaretinden kurtarılan biri gibi hissediyordum. Kırık kolumu kendime sardım ve sağlam kolumla alttan destek verdim. Kolum mu kırılmıştı yoksa omzum mu çıkmıştı anlayamıyordum. Tek anlayabildiğim her yerimin acıdığıydı.
"Neredeyiz? Nasıl buldun beni?" dedim yavaş yavaş bodrumun kapısına doğru yürümeye çalışırken. "Göl evindeyiz," dedi Elif. Sonra kotunun arka cebine soktuğu telefonu çıkarıp hızlı hızlı bir mesaj yazmaya başladı. Başım dönmeye başlamıştı.
"Göl... evi mi?" Başını sallayıp telefonu geri cebine sokuşturdu.
"Derin, şu an duygulanamazsın anladın mı? Seni toparlayıp buradan çıkaracağım ve önce hastaneye sonra evime gideceğiz. Gerekirse istifa eder senin olduğun şehre taşınırım ama seni bir daha yalnız bırakmayacağım." dedim sert bir ses tonuyla. Elif'in bu huyunu seviyordum. Net biriydi. Gereksiz panik yapmazdı. Göl evinde olduğumu öğrendiğimden beri nefes alamıyormuş gibi hissediyordum, kaburgalarım ağrıyordu sanki. Kalbim sıkışıyordu.
Zorlukla merdivenlerden çıkıp kendimi dışarı attığımda polis arabaları ve ambulans kapının önüne yanaştı. Kendimi karanlığa teslim ederken uzaktan Elif'in adımı bağıran sesini duydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Hayalet II: Sessizlik (Tamamlandı)
General Fiction18.04.2019 Bazen konuşamazsın. Derin, yaşadığı şanssızlıklardan sonra kendine son bir defa huzurlu bir yaşam kurmaya çabalamaktadır. Evine gelmeye başlayan mektuplar bütün huzurunu kaçırana kadar bir süre bunu başardığını düşünecektir. İki Hayalet...