*** Yusuf ***
Ertesi sabah ve günün geri kalan saatleri benim için oldukça hareketli geçiyor. Bir süredir memlekette yatışta oluşum kısa bir süre de olmuş olsa yine de hamlamama neden olmuş anlaşılan. Ağır geçen tatbikatın ardından komutanın odasında oturup dinlenmeye çalışıyoruz.
" Yusuf, yemekte ne varmış bugün?"
" Kuru fasulye ve pilav komutanım."
" Hangi ara öğrendin sen onu ya adamın işi gücü yemek. " diye takılan Ahmetin omzuna hafifçe vuruyorum.
" Bu yüzden ona soruyorum ya." diyor komutan bu halimize gülerken. " Lahmacun mu söyleseniz midemiz şenlense, şöyle bol acılı."
" Siz izin verdikten sonra." diyorum.
" Yaşayın komutanım, fasulye gibi olduk aynı şeyleri yiye yiye."
Sonraki bir kaç gün aynı rutinlikte sürerken istemsizce Güneşi düşünmekten alamıyorum kendimi. Bu durum hem kendime kızmama hemde kendimi Rümeysa'ya ihanet ediyormuş gibi hissetmeme neden oluyor. Beni neden bu kadar etkilediğini ise bir türlü çözemiyorum. Belki de sadece içimdeki merhamet duygusundan kaynaklanan bu duygularımdan bir türlü emin olamıyorum. Sık sık Alperenle irtibatta olduğumuz için mahkemenin tarihinin verildiğini şahit yazıldığımı ve o pislik adamın da yakalanarak mahkemeye kadar ceza evine gönderildiğini öğreniyorum. Hak ettiği yerin orası değil dar ağacı olduğunu düşünmeden edemiyorum. Bir kez daha karşılaşıp ağzını yüzünü dağıtmak için can atıyorum. Elbette ki bunu yapamayacağımı biliyorum. Bir pislik için sicilimi kirletmeye gerek yok. Onun cezasını vermek de bana düşmez zaten. Her kötü insan gibi onun da hesabını Allaha bırakmak en güzeli.
Yorgun argın lojmanın kapısından içeriye giriyorum. Biraz rahatlayıp dinlenmek için kendimi banyoya duşun altına bıraktıktan hemen sonra akşam namazımı eda ediyorum. Sıra geliyor yine aç karnımı doyurmaya, bekar olmanın en zor yanı... Buzdolabına ulaştığım sırada telefonumun çaldığını fark ederek yatağıma yöneliyorum. Arayanın Alperen olduğunu gördüğümde yüzümde istemsiz bir gülümseme oluyor.
" Sende bensiz yapamaz oldun ha."
" Aleyküm selam kardeşim bende iyiyim işte."
Verdiği cevaba gülmeden edemiyorum."
" Selamın aleyküm. Nasılsınız Alperen bey?"
" Elhamdülillah Yusuf bey, siz nasılsınız?"
"Allah iyilik versin bizde yuvarlanıp gidiyoruz işte."
Bir kez daha gülüyoruz bu resmi sohbete.
" Napıyon la?"
" Yemek yiyeyim dedim de dolapta da bir şey kalmamış."
" İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş. Betülle yemeğe çıkacağız, sıkılmasın diye Güneşi de davet etmiş hadi sende bize katıl."
Teklif çok güzel gelse de bu durumun uygun olup olmayacağını kafamda tartıyorum. Aslında deli gibi gitmek isteyen tarafıma rağmen başta reddetsem de tüm itirazlarıma rağmen Alperene söz geçiremiyorum. On beş dakikaya kapıdayız diyor. Mecburen kabullenip telefonu kapatıyorum. Mavi keten gömleğimi giyip altıma da koyu mavi kotumu çekiyorum üstüme bir ceket alıp evden çıkıyorum. Aşağıya indiğimde çoktan gelmiş olduklarını fark ediyorum. Arabanın ön koltuğunu bana bırakmış nişanlısı anlaşılan, kapıyı açıp biniyorum.
" Selamın aleyküm."
" Aleyküm selam."
Çok lüks olmayan ama aile ortamı olduğunu önceden bildiğimiz bir lokantaya gidiyoruz. Yemeklerin siparişinin verilmesinin ardından koyu bir sohbet başlıyor aramızda. Güneşin çekingen hali de gözümden kaçmıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir YUSUF Masalı ( Tamamlandı)
RomanceO ne güzel tehdit öyle, namazını kılmazsan evlenmem seninle!