Nice zahidler vardı nefsini terbiye etmek için mağaralarda ibadetle ömür geçiren.
Mevlâna celaleddin hayatını bir mağaraya hapsetmişti bunun yerine halk içinde hak ile olmayı tercih etmiş olan Seyyid Burhaneddin hz ne uyarak o da insanlara hakkı ve hakikati anlatma peşine düşmüştü.
Hayatında herşeyin normal gittiği kendini tasavvufda olgunluğa eriştiğini düşündüğü bir zamanda nasıl olmuştu da meczup bir insandan bu kadar etkilenmişti?
Hayatı süt liman devam ederken bir anda kendini bulduğu bu boşlukta geçmişte kafasında büyüttüğü her çıkmazı silmiş ve içinden çıkılmaz bir çırpınış olarak içini sarmıştı.
Yürüyordu içinde yürüdüğü yoldan habersiz, yürüyordu varacağı hedefi belirsiz...
Oysa kainat aynı melodiyi mırıldanıyordu. Aynı ezgi, aynı umut, aynı sesleniş...
Tek sorun vardı içinde yükselen ve bindiği tekneyi uçsuz bucaksız ummanda bir sağa bir sola sürükleyen düşünceler...
Mevlâna çileyi kalbinde yaşıyordu, ruhu acının her zerresini hissederek umutsuzca çırpınıyordu.
Sabah ezanıyla uyanıp doğrulduğu yatağından aldığı abdest ve kıldığı dört rekâtlık sabah namazıyla tüm sorunlarından kışa süreli de olsa sıyrılmıştı.
Mevlasına açmıştı ellerini. Her zorlukta sığındığı ve ihsan ve merhametinden başka liman olmadığına şüphe duymadığı yüceler yücesi olana...
Artık mürşidine yolculuğun zamanı gelmişti. Niyetini Allah rızası için yapıp hazırlıklarına başlayan mevlana uzun zaman sonra seyyid Burhaneddin hz görecekti. Düşündükçe içindeki sıkıntıları azda olsa azalmış kalbi umudun kırıntılarına tutunmayı başarmıştı.