Yaşamın içinde geçte olsa farkına vardığı bir şey vardı oda insan olarak kalmak. Neydi insan heva ve heveslerine esir olan mı yoksa her anını şükür ve zikir halinde geçiren mi? İnsanı diğer canlılardan ayıran ön önemli fark düşünmekti. Düşünce insana bambaşka tatlar katıyordu. İnsana insan olmaya dair vasıflar kazandırıyordu. Celaleddin'in merak ettiği şey insanların nasıl bu kadar umursamaz vurdumduymaz davrandığıydı. Oysa tüm lezzetleri bitiren, insanın keyfini kaçıran bir gerçek vardı ki oda ölümdü. Ölüm vardı ve insanlar ölümü umursamadan yaşıyorlardı. Ölüm vardı ve insanlar hiç ölmeyecek gibi dünyanın peşinden sürüklenip gidiyorlardı. En çok dikkatini çeken ayrıntı ise yaşlı insanların dünyaya daha çok bağlandığıydı. bir çok yaşlı insan tanımıştı kimi hayatının kalan kısmını ibadetle geçirirken kimisi hiçbir şeyi umursamadan adeta ölümü yok sayıyorlardı. Oysa an belliydi vakit dolduğunda kapıyı çalmadan girerdi Azrail ve görevini en mükemmel şekilde yerine getirirdi. Celaleddin gençliğin verdiği heyecanla her ne kadar dünyaya meyletse de kalbi kendisini hakikate sürüklüyordu. Zamandan ve mekandan münezzeh olan ALLAHI' anmadan edemiyordu ve ALLAH'I andıkça insan olmanın farkını daha çok idrak ediyordu.