Unutur mu insan? Tam da bulmuşken, kendine ait ne varsa tüketmişken, sevmişken, bağlanmışken...
Unutur mu insan? Ona bende olmuşken, yanmışken, kül olmuşken...
İnsan olmak; zayıf, aciz, güçsüz, takatsiz...
Tükenmek sabrın detaylarında, hapsolmak avazın üst hududunda...
Ne sevmeye ne de unutmaya mecali olan!
Mevlana Celaleddin yanıp piştiğini zannederken ne kadar ham olduğunu idrak etmeye başlamıştı. Ne unutmayı biliyordu ne de aşık kalabilmeyi.
Günler birbirini kovalıyordu. Aklına Seyyid Burhaneddin Hz nin manalı bakışları gelmişti.
Şama yolculuğa çıkmadan önce kendisine öyle manalı bakmıştı ki öğreneceğin ve yaşayacağın çok şey var. Daha çok yanacaksın. Yandıkça nefsinin esaretinden kurtulacaksın yandıkça benliğin bataklığından sıyrılacaksın der gibiydi.
O bakışlarda ki hikmeti şimdi daha iyi görebiliyordu. Nefsi ammare öyle sinsiydi ki insana yanlışı doğru, sahteyi gerçek diye gösterebiliyordu.
Kalp ve ruh olgunlaştıkça farkına varmaya başlıyordu bu detayların.
Mevlana Celaleddin yanında taşıdığı ve bir an olsun ayrılamadığı kitaplarına baktı.
Hayattaki en değerli hazineleriydi onlar. Bütün birikimi elindeki kitaplardı. Şamda bir çok el yazması kitap edinmiş ve her birini göz bebeği gibi koruyarak gözünün önünden ayırmamıştı.
Konya'ya ulaşmalarına az bir yol kalmıştı. Yolculuğun külfeti tüm bedenine yayılmış artık sıcak bir yatakta uyumak için can atıyordu.
Bu meşakkatli yolculuğun ardından kitapları dışında kendisine kalan ne kadar çabalarsa çabalasın içinden çıkamadığı gizemler.