Gözlerimdeki kurağa alışmıştım.
Gözlerim ne zaman derine dalsa düşlere giden bir yolda ilerledim. O düşlerde yaşamak istiyor, bir türlü kendime yediremiyordum. Mideme bir sancı giriyordu ve ben o sancıyla boğuşuyor, kendime bir türlü gelemiyordum.
Geceleri kabus görmekten, sabahları acı çekmekten bezmiştim.
Artık annemi, kardeşlerimi gelen hiç bir sesi duymuyordum. Ben kendi fon müzik eşliğime dalmıştım. Dışarıda güneş vardı. Hava esiyor, çiçekler filizleniyordu.
Ben bir odaya mahkum kalmıştım. Erkenden kalkıp iş yerine gidecektim ama bir türlü gitmeye cesaret edemiyordum.
Kötü geçeceğinden emindim. Ayağa kalktım ve her nefes aldığımda dün ki olayın etkisinden çıkamıyordum.
Şerit gibi bir geliyor, bir geçiyordu. Sonra bir uçurumdan düşer gibi başımın duvara çarptığını hissediyordum.
Dar sokaklardan ilerledim ve kendime gelmek için derin nefes aldım. Soluğu dayımın evinin önünde buldum.
Kapıyı çaldığımda bir kaç dakika sonra kapı açılmıştı.
Kapıyı açan kişiye bakarken o da bana şaşkınlıkla bakıyordu. Gözlerimin önünde sanki o vardı.
Okan, gibiydi. O muydu? Yoksa ben mi hayal görüyordum. Yüzü bir değişiyor, bir farklı bir adama bürünüyordu. Ben hala kabusun etkisinden çıkmamıştım. Yoksa ben uykuda mıydım?
Uyanmak istiyordum. Gözlerimin önü bir an karardı. Başım döndü ve kendimi bir uçurumdan düşer gibi düşürdüm.
****
En son bir adamın beni kucakladığını
Hatırlıyordum. Gözlerimi açtığımda nesra, yengem, dayım ve bir adam vardı. Bu adamı az çok tanımıştım ama kimdi?
Tanıdık bir yüzü vardı. Bana çocukluğumu anımsatan, bana sıcak bir empatisi vardı.
Peki kimdi bu?
Yengemi herkesi bir kenara bırakarak adama baktım.
Parmağımı uzatarak “kimsin sen?” Dedim.
Dayım ve yengem bana bakarak sırıttı. Neden sırıttıklarına anlam veremiyordum.
“Dayı bu kim?” Diye sordum.
Neden merak ettiğimi bilmiyorum ama kapıdayken bana çok kötü hisler vermişti.
Ona baktığımda okan’ı görmem çok saçmaydı. Okan ismi bile kalbimi sıkıştırmaya yetiyordu. Sanki boğazımda bir düğüm gibiydi. Nefes aldıkça takılıyordu.
Mideme kramplar ve karıncalanmaya sürüklerdi. Bilmem kötü müydü, iyi miydi hiç anlam vermiyordum.
Artık bunları düşünmek istememiştim.
“O kızım sen bu yakışıklı oğlanı tanımısen mi?”
Başımı hayır anlamında sallayarak genç adama baktım. Siması bana tanıdıktı. Geniş omuzları, siyah uzun saçları ve siyah gözleri vardı.
Kirli sakalarıyla çatı kaşları çok rahat ve esnek bir yüze sahipti.
Gözlerini benden almıyor, ben ise bana bakmasından rahatsızlık duymuştum bile.
“Şekha bu Mahsum hatırlamadın mı?”
“Ne!” Dedim gözlerimi kocaman açarak.
Mahsum’mu! Bu onun olması mümkün değildi. O çok zayıf ve çok neşeliydi. Sanki şimdi ise onunla ruh değiştirmiş biri duruyordu.
Konuşmuyor, sesi dahi çıkılmıyordu. Dayımın tek oğlu Mahsum’du. Ama doktor olacağım diye kaç yıldır kendi memleketine gelmiyordu.
Görmeyeli kaç yıl oldu? Altı yıl olmuştu. Tam ben on dört yaşımdayken onu görmüştüm. Böyle neşeli şaka yapan biriydi.
Şimdi karşımda buz gibi gözlerini benden ayırmıyordu.
Böyle buz gibi birine asla selam vermem.
“Hmm.” Diye mırıldadım “iyimiş doğdor olmuş inşallah tüm şehrin mikroplarını bitirir” diyerek kendimi toparladım. Aslında ona çok öfkeliydim, hiç kimseye duymadığım bir öfke.
Onun gözlerine baktığımda kendimi çok değersiz hissediyordum o ise bana rahatça bakıyordu.
Değil bana bakmasını onun o muşka suratını görmek istemiyordum.
Evet iyiydim. Gözlerimi bir açıp bir kapattım. Şimdi ise daha iyiydim.
“Kızım otur, daha yeni uyandın. Ne oldu sana böyle? Allah’tan mahsum oğlum seni tutu. Yoksa maazallah kafanı bir yere çarpardın. Dikkat et kendine” dedi uvaş yengem.
Ben zaten başımı duvarlara vurmuşum şimdi vursam ne değişecek ki.
Keşke tutmasaydı. Düşmeye razıydım. Bu pis egolu insanla karşılaşmamayı tercih ederdim.
Ters bir bakış atarak yüzümü çevirdim. Bana bakmaması için, koluma bağladığım şalı başımla örtüm.
O bakmaya kalkışsa yüzümü kapatacaktım. Bu pis görgüsüz beni görmesini istemiyordum.
“Benim gitmem gerek yenge”
“Aa olur mu! Daha demin bayıldın. Böyle alelacele nereye böyle. Bir nefes al”
“Ben iyiyim yenge”
“Olmaz öyle şey”
Dayım araya girerek “nereye böyle kızım”
“Dayı ben..” diyerek onlara çalışacağımı söylemek için bir oraya bir buraya kıvrıldım.
Nesra bana kaş göz işareti yapıyor, ben ise söylemeye kararlıydım. Böyle gizli saklı şeyler çevirmek istemiyordum.
“Dayı ben bir işe başladım.. eğer karşı çıkacaksanız bir kuaför salonu.. yani uzakta değil az ileride” diyerek üzerimden büyük bir yük atmıştım.
“Ne!” Dedi dayım ve sonra kaşlarını çatı. “Olmaz öyle şey..”
Yengem ona baktı ve dayıma karşı gelmişti. “Aa Yusuf neden olmasın.. kızın bir ışte çalışması gereğ. Zaten köyde çalışmıyor muydu? Ha bura, ha köy”
Nesra’da araya girerek “evet baba.. onun çalışması gerek.. hem o köyde güneşin altında kavurulurken, burası daha iyi” dedi.
Nesra ilk defa doğru bir şey söylemişti. Tamda onun kanatlındaydım. Sıcak bir tebessümle ona baktım.
“Ee hade tamam bu sefer böyle olsun ame bir şartım var” diyerek mahsum’a baktı.
“Mahsum oğlum seni bıraksın. Ne zaman işi olmazsa o seni eve bıraksın”
Hafifçe sırıttım. Bu şapşal mı beni eve bırakacaktı. “Dayı biliyorum benim için diyorsun ama ben kendim gider gelirim. Uzak bir yer değil. Yürüyerek yirmi yirmi beş dakika.. “
“Biliyorum kızım ama o seni arada bıraksın.. “
Dayımı ikna edemeyecektim ve “tamam” diyerek ayağa kalktım.
“Hade oğlum şekha’yı iş yerine bırak” dedi ve ben bir anda gözlerimi kocaman açtım.
Şimdi mi götürecek?
Ben bununla gideceğime sürünerek gitmeyi tercih ederdim.
Ona baktığımda gözlerinde bıkkınlık var gibiydi.
Böyle elimin tersiyle vurasım gelmişti. Ama artık sakin olmaya özen göstereceğim. Kibar olmak erdemliliktir.
Son zamanlarda okuduğum beden dili; kitabına çok takıntı yapmıştım.
Hareketlerime çok dikkat ediyor, davranışlarımda bir farkındalıkla var olduğunu biliyordum. Çok kadınsı davranmaya çalışıyordum. Hele dünden sonra çok utanmıştım. Genç kadına ’abla’ demiştim.
Dünden sonra ben evrimleşmeye karar vermiştim. Öyle güzel olmak değil ve ya yapımı değiştirmek de değil sadece bazı değişikler. Huy ettiğim kötü ve saçma şeyler.
Farklı olmaya sıradanlık dışına çıkmaya adım, adım ilerliyordum.
Artık daha sakin davranmaya, ya da bilemiyordum. Neden böyle bir şey yapmaya kalkıştığımı anlayamıyordum.
Yoksa o artiste mi özeniyordum. Evet çok kültürlü, çok rahat davranan biriydi. Etrafındaki kızlar da çok modern kibar kızlardı.
O kibar kızlar onun etrafında pervane oluyordu, o artist de
sanki bir Cumhurbaşkanın havasını alıyor gibiydi.
Nefret ediyordum. Öyle davranınca benim kuzenlerim daha çok hayran duyuyordu.
O artist sürekli açık saçık kızlarla takıldığına göre bana hiç bakmazdı. Hele ki o kızlar etrafında dolanırken ancak beni o kızlar gibi eğlence olarak görürdü.
Üstelik ben hiç kibar ve düzgün davranan biri değildim. Bunları düşünürken arabada Mahsum’un araba sürüşüne dikkat çekmişti.
Normal insanlardan farklı sürüyordu. Neden bunu fark ettiğimi anlamıyordum. Gergin bir yüz ifadesi vardı ama onun bu hali beni zerre ilgilendirmiyordu. O benimle konuşmayana kadar asla konuşmayacaktım.
Cebimden sigarayı çıkartarak, bir sigarayı elime tutuşturup yakacaktım ki, aklıma okuduğum kitap gelmişti.
O kitap da sigarayı her yerde içmemelisiniz demişti.
Sigarayı olduğu gibi yerine koydum.
Bir anda mahsum dönüp bana baktı.
“Sigara içtiğini bilmiyordum. Ama çekinme iç” dedi boğuk sesiyle.
Salak herif, senden mi çekineceğim. Tabii ki içerim ama kitap olup olmadık yerlerde içmemelisiniz diyordu.
Sırf ona inat bir sigarayı çıkartarak yaktım.
“Çok farklı olmuşsun şekha” diyerek gözlerini gözlerime koyarcasına baktı. Kendimi geri çekerek caddelerdeki mağazaları izlemeye koyuldum.
“Farklı olmakta bir etkendir”
“Kaç yıl öncesinde bile davranışlarını hatırlıyorum da” diyerek tebessüm etti.
Onu gördüğümden beri ilk defa konuştuğunu ve güldüğünü fark ettim.
“Hatırlıyorsun ama nedense ben sana dair hiç bir şeyi hatırlamıyor ve hatırlamak istemiyorum” dedim ve elimi ağzıma verdim.
Ah kendime söz verdim. Kibar olacaktım. Resmen ilk deneyimde kaybettim. Hemen bir kelimeyle kapatmak istiyordum ama nasıl?
“Be-n pardon öyle demek istemedim. Yani hatırlamıyorum” dedim ve derin nefes aldım. Anlımda boncuk boncuk terler akıyordu.
“Çok tuhaf” diye mırıldadı. “Birlikte kaç yıl okula gittik. Okul birincisiydin ama davranışların hiç bir zaman normal değildi şimdi olduğu gibi” diyerek güldü.
Şimdi ben sana davranışlarımı göstereceğim o zaman göreceksin. Ah hiç beceremiyordum kibar olmayı.
Bunun farkındaydım. Sigaramı pencereden atarak, üzgün bir ifadeyle dar sokakları izlemeye koyuldum. Bir kaç dakika sonra kuaförün önünde durduk.
“Akşam seni almaya gelirim.”
“Yok sağol ben kendim giderim ve ayrıca ben akşam çıkmıyorum. Saat beşte çıkıyorum. “
“Tamam o zamana kadar işim olmazsa gelirim”
“Gelmeni istemiyorum. İşinle ilgilen”
“Maalesef bende gelmek istemezdim ama babam.. yani o saatlerde gelmeye çalışırım, olmazsa ahmet onları gönderirim. “
Bu adam laftan anlamayacaktı ve ben hızlıca kuaför salonuna girdim. Bir kaç müşteri gelmişti. Elemanlar ise sıraya almış işlerine koyulmuştu.
İlk gün olmasına rağmen çoğu işin elinden tutuyordum. Ayak işleri ve bazen de bana yapılacak tekniklerden bahsediyordu.
Ben bir türlü kavramama rağmen kuaför salonun sahibi bana yardımcı olmak için elinden geleni yapıyordu.
Sibel abla kuaförü işletmek için çok tecrübeye sahipti. Aslında iyi bir kadındı ve ben ilk gün onun hakkında yanıldığımı fark ettim. Gayet sıcak samimi biriydi.
Bir kadın olarak bu işi en harika şeklinden yapıyordum. Oysa ben güzellikle pek içli dışlı değildim ilk deneyime göre harikaydı. Sibel abla Bana yardımcı olduğunda orada çalışan diğer elemanlar ise şaşırıyordu.
Patron genelde kimseye yardım etmez hata elemanları hiç sayardı. Ne oldu da bana karşı iyi ki?
Daha önce kimseye böyle yardımcı olduğuna şahit olmamışlardı. Sibel abla her ne kadar soğukkanlı davransa bile, bana empati geliyordu.
“Şekha işi böyle yapacaksın yoksa hiç bir şeyi öğrenmesin” demesi bile bana sıcak bir empati vermişti.
Son bir saat kala elemanlar salonu temizlemem için temizlik malzemelerini getirmişti. Şimdiden çok yoruluyordum. Buna alışmam biraz zaman alacaktı.
Salona baktığımda her yerde saç, kir, mikroplar vardı. Alışkın olmadığım saçlara tiksinti duyuyordum. Önce süpürerek sonra bezle siliyordum. Bir kaç dakika işim kala içeriye sibel abla girmişti.
Soğukkanlı bir görünüme sahib olsa bile yanıma yaklaşarak etrafı kontrol etti.
“Afferim. İçeriyi hiç olmadığından temiz yapmışsın. Gözüme giriyorsun” dedi.
Gözüne girsem ne fark ederdi ki.. sabahtan akşama kadar çalışıp yaptığımın karşılığını almak istiyordum. İşim ve görevim ne ise onu yapıyordum. Kimsenin gözüne girmeye niyetli değildim.
Gelen Müşterilere dört gözle izler ve güzelliklerine hayran kalıyordum. Kimisi öğretmen, kimisi doktor, ev hanımı, çocuklu her türlü insanla karşılaşıyordum. Çoğunun güzellikleri harikayken makyajla mahvediyor, kimisi gür saçlarını kısacık kesiyordu. En kötüsü ise saçlarına renk katmaya kalkışırken kendi saçlarını yakıyorlardı. Kendi yapılarını değiştirip bambaşka birine çeviriyordu. Doğallıktan hiç bir eser kalmamıştı. Bir insan kendini mahvetmek için tüm birikimini veriyordu. Güzelim kaşlarını inceltip gözlerine renkli lensler takıyorlardı. Neden insan dışına çıktıklarını anlamıyordum ve kendilerini mahvediyorlardı.
Saat beş olduğunda gitmek için kapıya yöneldim. Caddenin yokuş aşağısında güzel bir tabelayla SİBEL KUAFÖR yazıyordu.
Kapıyı kapatarak dışarıda bir sağa bir sola baktım. Mahsum, gelecek miydi? Diye düşünürken bir araba önümde durdu.
Onu görünce ister istemez kendimi kötü hissediyordum.
Mahsum olduğunu fark ettiğimde ön koltuğa bindim.
Öylece dar sokakların ardında baka kaldım. Yaz mevsiminden dolayı her yerde çoluk çocuk dışarıda oynuyordu.
Buradaki kadınların, yedi sekiz çocuk doğurup, hiç bir eğitim vermeden hepsini dışarıya salar. Sonra çocukları birer hırsız, birer serseri uyuşturucu bağımlısı çıkar. Bir tek kızlarını mahalle çocuklarından uzak tutar. O da namus meselesi olunca.
Her yerde çocuklar vardı. Mahsum, bir yandan yolu izledi bir yandan dönüp bana baktı.
“Hatırlar mısın eskiden köye gelen arabaların ardından koşardık.. “ dedi ve sesinde özlem, hasret vardı. Gözleri ise buruktu. Üniversite onu çok değiştirmiş başarı yerine içinde büyük başarısızlık meydana getirtmişti.
En son onu gördüğüm de üniversite için hazırlık yapıyor gece gündüz ders çalışıyordu.
Bir an aklıma çocukluğumda bir çok anılarım canlandı, gözümün önünde.
“Evet. Bir keresinde beni itimmiş ayağım burkulmuştu. Sonra bir hafta yalpayarak yürüdüm.” Dedim. Zaten okul yolu uzak olduğu için yürümekten üşeniyordum. Bir de ayağım burkulunca tüm okul benimle dalga geçiyordu.
Benim, için o zaman en kötü durum olurken, şimdi komik geliyordu.
Sırf dalga geçenleri yumrukla tekmeyle kendimi savunmuştum.
Neden böyle bir şey yaptığımı anlayamıyordum. Onların dalga geçip geçmemesi benim umurumda olmaması gerekirdi.
İşte çocuk aklı!
“O zamanlar sana erkek fatma diyorlardı.”
Bir an öfkelendim. Tam kibar olmaya çalışırken ağzımdan “erkek fatma sensin davul. O erkek fatma değildi erkek zaynaldı” deyiverdim.
Ah yine kibarlık dışına çıkmıştım. Neden kendime hakim olamıyordum. Bu sefer düzeltmem zaman alacaktı.
“Yani ona zaynal diyordu. Arapçası unutun mu Arapçayı?”
Tebessüm ederek “yok ben Arapçayı unutmadım ama sen çok değişmişsin”
“Herkes bir gün değişir, herkes bir gün yaşadıklarından ders çıkarır ama kimse geçmişini unutmaz. Unuttum dersen bir gün mutlaka yakanı tutar ve seni ele alır” diyerek kaşlarımı çattım sonra tek kaşımı kaldırdığımı fark ettim.
O kitap da mimiklerinizi çok oynatmayınız ama çok sabit de durmayınız yoksa duygularınızı ifade edemezsiniz.
Kapının önüne geldiğinde annemin beni kapının önünde beklediğini gördüm.
Ah canım annem. Sanki ilk defa ayrılmışım gibi.
Mahsum arabadan çıkarak annemin elini öptü. Onlar konuşurken, ben yine iç dünyama dönüş yapmıştım.
Ne zaman tek kalsam okan’ı düşünmekten başka bir şey düşünmezdim.
Soluk aldıkça onu düşünüyordum. Bu nasıl bir şeydi Yarabbi? Her an aklımdaydı. Bir boşluğa fırsat vermiyordu.
Sonunda mahsum arabayla sokağın dışına çıkmıştı. Annem acı bir gülümsemeyle bana baktı. Hızlı adımlarla ona yaklaşıp sarıldım.
“Kzım şimdiden seni özledim” diyerek saçımın kokusunu içine çekti.
“Anne işim çok rahat hiç yorulmuyorum” dedim. Oysa sırtım acıdan inliyordu. Hele ki deterjanların elimi nasıl yaktığını düşünmüyordum bile.
“Yorulmadığına sevındım. İnşallah hiç yormazlar senı”
“Yok anne ne yorması yediğim önümde yemediğim arkamda” diyerek başımdan saldım.
Eve girdiğim gibi, yemek sofrası hazırda beni bekleyen kardeşlerime sarıldım.
İkisi her ne kadar yaramaz olsalar bile onları canımdan çok seviyordum.
Zaten giden kardeşimden sonra bunlara daha çok bağlanmıştım.
Yemek yerken gün boyu ne yaptığımı anneme anlatmaya başladım. Annem ise söylediklerime çok şaşırıyordu. Upuzun saçlarını kesmeye gelen kadınlardan bahsettiğim de ağzı açık şaşırmıştı. Bunları anlattıktan sonra kitap okumaya başladım. Okuduğum kitap ise bir beden diliydi. Eskiden bu tarz kitaplardan nefret ederdim. Ta ki sibel abla’nın bana hanımefendi deyin demesiyle çok utanmıştım.
Bugün ise bana kibar olmamı söylemişti. Onun demesi beni çok utandırmıştı. Ayrıca okkan gibi rahat olmayı istiyordum.
Her şeye saldırmaktan vazgeçmeliyim. Açık sözlü olmaktan geri adım atmalıyım.
Akşamları uyuyamıyordum. Zaten yatağa girdiğim gibi, onun beni öpmesi aklıma gelip geçiyordu.
Benimle oyun oynuyor veya beni elde etmek istiyordu.
Beni çok sevseydi dakikalarca öpebilirdi.
Aman allah’ım neler düşünüyordum. Yok bir de tecavüz etsin.
***
Sabah işe giderken, sibel ablanın bana verdiği öğütleri dinliyordum. Aslında sandığımdan daha iyiydi. Diğer elemanları ise bana karşı iyimserliğine tavır göstermiyor değildi.
Sanki beni kıskanıyor gibiydi. Tüm temizliği, tuvaleti pis olan her şeyi bana yaptırıyorlardı.
Gücenmiyordum, bu benim işimdi.
Kibar davranmak için durmadan beden dilini okuyor ve uyguluyordum.
Burada gelen kadınlardan az çok bir şey öğreniyordum. Güzellik hakkında bir çok ayrıntı, hata bir ara saçıma düz fön çektim. Sibel abla diğer kızlara bir maske göstermek için benim yüzümde denemişti. Eskiden olsa asla kabul etmezdim ama şimdi güzel olmak istiyordum. Benim de, yumuşak parlak bir yüzümün olmasını istemiyor değildim.
Çoğu nazik, kibar bir kadının kullanacağı kelimeleri kavramıştım.
Mahsum ise beni almak için benden önce kapının önünde bekliyordu.
Bu haline şaşırmıştım. Beni ilk götürdüğünde pek hoşuna gittiği göstermiyordu.
Ben işime alışmış ve düz bir şekilde ilerliyordum. Peki ya sonrası? Hep burada tuvalet temizlemeyecektim tabii ki. Elbette bunun bir çözümü vardı. Sibel abla bana bu işi göstermek için elinden geleni yapıyordu.
Umarım çabuk kavrayıp o, elemanların bana tuvaleti temizlemesini hiç istemezdim.
Ara sıra kendimi boş hissettiğimde aklıma hiç unutmadığım okkan geçiyordu. Bende nasıl bir his yaratığını bilmiyorum ama son zamanlarda hiç unutamıyordum.
Her boş kaldığımda, bir boşlukta hissettiğimde o aklımdaydı. Biri beni dürtüyor gibiydi. Aklımdan ne çıkıyor, ne de beni kendine getiriyordu.
Bir gün unutacak mıydım? O batıdan gelmiş ve onunla olmam saçmalıktı. Beni terk edip şehrine gidebilirdi?
Duygularımla değil aklımla hareket etmeliydim.
Ona karşı ne hissediyorsam kenara vermeliydim.
O ile ben olamazdı. Olmamalıydı.
Yerlerin yapış yapış saçlarını zar zor temizleyerek etrafı derli toplu yaptım.
Saatte baktığım da mesaim bitmişti. Perdeyi çekerek dışarıdan gelen temiz havayı içime çektim.
Mahsum’un gelmesini beklerken, sigarayı yakmıştım bile.
Güneş tepelerden yükselmiş adeta saçlarıma renk katıyordu. Caddenin gelip geçen arabalarına baktım.
Yaz mevsiminden dolayı pencereler açılmış, dışarıya müzik eşliğinde arabalar ilerliyordu.
Ben gördüğüm en ufak şeylere dalarken, iç dünyamdan çıkmayan Okan’ı düşünmekten başka bir şey aklıma gelmiyordu.
Mahsum bir türlü gelmemişti ve ben kendi başıma gitmekten zevk duyuyordum.
Giydiğim pantolon ve uzun kalçama kadar uzanan badiyi rahat yürümem için düzeltim.
Saçlarımı içeride topladığım için güneş tam gözlerimi yakıyordu. Çantamda bulundurduğum şapkayı başıma geçirdim ki, çevreme bakınca hepsinin gözü bendeydi. Tekrar çantama koydum. Böyle şeylere alışkın değildim ve ben bunları giydiğim de kendimi çok farklı hissediyordum.
Söylenerek dar sokaklardan ilerledim. Tam caddeye sapacaktım ki, tepeyi aşan ev aklımdan geçti.
Dün öğle arası yine uğramıştım. Her ne kadar yokuş olsa bile beni yormuyordu.
Oraya ne pahasına olursa olsun gidiyordum. Şehirden, kalabalıktan uzak bir kent gibiydi. Sevmemek elde değildi.
Acaba tekrar gitse miydim?
O da oraya gelir mi?
Gelirse gelsin.. umurumda değil, ben sadece oranın muazzam manzarasını izlemek istiyordum.
Gideyim mi? Gitmeyeyim mi diye düşünürken kendimi o yokuşta buldum.
Dar sokakların, yokuşunda ilerleyerek arabayla buradan geçtiğim günü hatırladım.
O evi o zaman da çok sevmiştim ama pek yerini bilmediğimden gitmeye imkanım olmamıştı.
Şimdi tesadüf eseri karşıma çıktığına sevinmiştim.
Yorucu rampayı aşarken gün batımına daha vardı.
Yokuşlardan giderek sıcaktan nefes almayacak gibiydim. Her yerim terlerken sonunda tepeye ulaşmıştım.
Büyük bir hazine görmüş gibi koşarak eve yaklaştım.
Tam kapının önüne geldim ki, bir araba uzaklaşıyordu arkasında baka kaldım.
Bu araba onun ki değil miydi?
Ben öylece arkadan ona baktım. Dikiz aynasında yansımamı fark ettim. Araba ilerlerken birde stop etti.
Beni gördüğü için durmuştu.
Ben ise gelmesini istemiyordum. Kalbim şimşek hızıyla aynı potansiyelde çarpmaya başladı.
Güneş batıya doğru ilerleyerek gözlerimin içine hapis olmuş gibiydi.
Bir mevsimin vakayla karşılaşması gibiydi aşk..
Araba durdu ve ben başımı arkaya doğru çevirdim.
Hafiften gözlerimi kıstım ne olacaksa olup bitsin. Artık canımın yanmasını istemiyordum.
Garip bir duyguydu. Sanki o aşk Türk dizilerindeki gibiydi. Belki ben Türkan Şoray olmayacaktım, o da kamyoneti olan kadir inanır olmayacaktı. Biz bir filme sığacak kadar öyle güzel bir aşk yaşamayacaktık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI)
Teen Fictionİki tutkunun bir araya geldiği, imkansızların olduğu, sınırların var olduğu bildiği halde aşkın tutsaklığına kapılan iki aşk.. Ölümün yakın olduğu, gökyüzünün ise derin olduğu, doğunun karşı konulmaz adetlerin var olduğu unutmuştu genç adam. Acılar...