Henüz kendi hayatımda hiç rastlamadığım bir olayın içine girmiştim. Şu Amerika filmleri gibi biraz fantezi olsaydı hiç fena sayılmazdı. Ne olduğunu bilmediğim, bilmek için çırpındığım ama Bir türlü kavrayamadığım bu insanlara bakıp durdum.
“Ne oluyor? Ne istiyorsunuz benden?” Diye onlara karşı tepki içerisindeydim. Ne kimse cevap veriyor, nede tepkilerini değiştiriyordu. Artık kariyerimi düşünmeyecektim, balıklama atlayarak bir sana, bir bana bulunup kendimi savunacaktım. Boşuna spor salonunda fitnes yapmıyordum ya! Onları güzel bir dayak vurup olayın içinde kanlı bir şekilde ayrılacaktım. Evet ben güçlü bir yapım var. Onlara gücümün fazlasını gösterecektim. Giydiğim ince gömleğin elinin düğmesini açtım. Yukarı doğru katlayıp ters bir bakış atmıştım. Yüzümde öfke saçtığının farkındaydım. Kameramı bu olaydan uzak tutmak için taş blokların üzerine verdim. Eğer kamerama bir şey olursa onları mahvedecektim. Onlar tam bana doğru adım attı ki, bir ses duyuldu. Sağıma baktığımda, karşımda bir çömlekten yapılmış, evin içinden çıkan genç kıza baktım. Güneşin vurmasıyla pek görmemiştim ama tanıdık bir yüz gelmişti bana. Bunu tanıdım. Evet tam da tanıdığım kişiydi. Hızlı adımlarla yürürken herkesin gözü ondaydı. Daha olayı çözmeden, bu kızda nerden çıkmıştı?
Şekha diye mırıldadım.
Ona zarar gelmesini istemezdim. Onu korumalıydım hata.
Urfa Arapçasıyla onlara bir kaç kelime etti. Pek anlayamamıştım. Onlarda hararetlice anlatmaya koyuldular. Daha sonra şekha bana yaklaştı ve taş blokların üzerindeki kamerama baktı.
“Ne yaptın sen?” Dedi öfkeyle.
“Ne yapmışım ben!” Dedim yüzümdeki kızaran ve sinirli halimle.
“Neden genç kızın fotoğrafını çekiyorsun”
“Ne!” Dedim şaşkınca “ne alakası var! Tek sorun bu mu yani?”
“Evet. Tek sorun bu! Senin fotoğraf aşkın buraya dahi getirdi.”
“Allah aşkına ne diyorsun sen! Kızın çekimiyle ne alakası var”
“Ah siz İstanbulular bizim kültürümüzün kendiniz gibi bilirsiniz. Şu fotoğrafını çektiğin ve küçük kızın fotoğrafını çektiğinde yanlış anlayabiliyorlar”
“Ne! Bu nasıl... saçmalık. Küçük bir
Kızın fotoğrafını çektim diye bu kadar insan benimi dövecek. Bunu medeni bir şekilde söyleyerek anlatabilirdi. Bende silebilirdim.”
“Silmek mi! Neyse seni bu durumdan kurtaracağım”
“Kurtarmak mı! Sen ne diyorsun! Yapmadığım bir hata için beni kurtarman çok saçma”
“Delirdin mi sen, senin peşini bırakmayacağını mı sandın. Bunlara bir açıklama yapmasam eğer, sen bu durumdan kendini kurtarsan bile bunlar senin peşini bırakmazlar.” Hayatım boyunca hiç böyle bir şey rastlamamıştım. Çok saçma değil mi? Bir kızın fotoğrafını çekerek tehlikeye girmiştim.
“Seni bu durumdan kurtarırım ama bir şartım var” dedi şekha.
Beni nasıl bu durumdan kurtaracaktı? Dahası ne olacaktı? Çok saçma, gerçekten çok saçma. Artık bu olaydan çabuk kurtulmak isterdim ve bu kıza karşı nasıl mahcup içerisinde olacaktım.
çok egolu kız, beni küçümseyerek görebilirdi. Ama bu durumdan bu şekilde de kurtulamazdım. Eğer kavgaya meyilli olursam, kariyerim söz konusuydu. Şartı neydi ki? Dahası benden ne isteyebilirdi ki? Ah şu doğu kadınlarından hiç bir şey anlamamıştım.
“Tamam. Şartın ne ise kabul edeceğim” dedim kulağına fısıldayarak.
Bir anda sırıttı ve konuştu.
“Söz ver” dedi.
Ona şaşkınca bakarak bu kızın amacı ne? Böyle sözler verdirterek ne isteyebilirdi ki? Acaba beni öpmek için olmasın. Çok komik diye geçirdim içimden.
“Söz veriyorum” dedim.
“Tamam ben seni kurtaracağım” diyerek onlara doğru yürüdü. Daha sonra Arapça bir şeyler söyleyip durdu. El kol hareketleri yapıp beni işaret etti. Ben ise onlardaki tepkinin değiştiğini fark etmiştim. Sanki yumuşamış gibi. Bu kız ne yaptı böyle? Tuhaf insanlar, üzerime tuhaf bakışlar yağdırıyordu. Ben ne olduğunu bilmeden kendime baktım. Onlar büyük, kaba olanı yanıma yaklaşıp, sert bir bakışında bir tebessüm belirlendi. O an, bende sinirli baktım ama tepkisi değişince bende bir tuhaf oldum.
Aniden elimi yakalayıp tokalaştı.
Ne oluyor? Diye düşündüm.
“Çoğ özür dilerim ağam. Ben sizin bir fılm çekimci olduğunuzu bilmiyordum. Benım kusurumu görmezlıkten gel ağam.”
Hah işte böyle olun. Diye geçirdim içimden. Medeni olun, en önemlisinde insan olun.
“Yok sorun değil” dedim. Diğer kişilerde yanıma yaklaşıp benden af dilediler. Ve ben çok tuhaf olmuştum. Bu kız ne yaptı böyle? Herkes bana karşı iyi davrandılar. İlginç dedim.
Büyük kaba olan adam
“Lütfen bızım bi yemeğımızı, kahvemızı içmeden bırağmayız seni” dedi.
“Yok teşekkür ederim”
“Yoğ ağam. Öyle olur mu? Misafirimizsınız”
Ben ne kadar reddettiysem, çok ısrar edip kilden yapılmış evine girdim. Yemekler, kahveler, yiyecekler, içecekler ikram edildi. Ben o sıra aklım şekha’daydı. Nasıl böyle Hızır gibi yetişip beni korumuştu. Bu yaptığı neydi? Şimdi Neredeydi ki? Harran insanları ilk başta sert davransa da aslında büyük bir yanlış anlaşılmadan ibaret olduğu kesindi. Şu an bana verilen hürmet, beş yıldızlı otel odasında bile verilmiyordu.
Şu filmlerde çıkan hani çölde yaşayan insanlar, sonra oraya bir turist gelir ya o havadaydım.
Batıda bu gibi şeylere nadir rastlanır. Gittiğim kafelerde ikramlar edilir ama şu var ki, onlar para istiyorlardı. Burada paranın söz konusu dahi değildi. Karşılıksız ve misafir Perverilikten geliyordu. Belki de benim sandığım gibi iyi insanlar değildir?
Belki de asıl karanlık yüzleri bana, bir kaç saat öncesi karşılamalarından ötesindeydi. İnsanlara iyi diyerek kendi zayıflığımı ortaya koyuyordum, ve bunu anlamalıyım ki kimse iyi değildi, sadece biz iyi sandığımız için iyilerdi.
Şekha ne yaptıysa bu insanlar benim etrafımda pervane ettirmişti. Başımı yukarıya kaldırdığımda Şekha içeriye girmişti. Ondaki güzelliğe bakarken ağzım açıktı. Bu kız beni nasıl etkilemişti? Neden ona karşı hislerim cazibesinde etki yapıyor, pek anlayamıyordum.
Biraz zaman geçirdikten sonra kalkmak için doğruldum. Herkesten teşekkür ederek ayrıldım. Şekha’da arkamdan geldi, etrafıma baktığımda Kil ve çömlekten yapılmış evler gözlerimi kamaştırmıştı. Fotoğraf makinemi çantamdan çıkarıp Tam bir fotoğraf çekerken elimden fotoğraf makinesini aldılar. Kim olduğuna baktığımda şekha’nın kara gözlerine baka kaldı.
“Neden fotoğraf makinemi aldın?” Diye sorduğumda.
“Unutmuş olamazsın. Sen bana bir söz verdin”
“Ne! Ne sözü?”
“Eğer seni o durumdan kurtarırsam bana bir söz verdin unutun mu?”
“Aa evet hatırladım”
“Şimdi sözünü tutma zamanı”
Öylece baka kaldım. Elindeki fotoğraf makineme bakınıp durdu.
“Ne sözü?” Diye sordum.
“Bana fotoğraf makineni vereceksin”
“Ne! Delirdin mi sen! Sen fotoğraf makinemi ne yapacaksın? Senin işine yaramaz o. Lütfen ver bana” dedim.
Şekha geriye doğru adım atıp, işaret parmağıyla iki yana salladı.
“Hayır sözünü tutacaksın” dedi.
Ben şu an ağlasam yeridir diye düşündüm ama bir erkek için hiçte inandırıcı değildi. Bu kız şaka yapıyor olmalı. Yada tehdit, blöf falandır yani öyle düşünüyorum. Ne yazık ki hiç öyle bir tepkisi yoktu. Kameramı tutmuş ve sahiplenmişti bile. Üzülsem mi, ağlasam mı bilemedim. Donuk bir şekilde baktım. Ayaklarım uyuşmuş heykel gibi dondum adeta. Şekha’nın gözlerinde güldüğünü, dudaklarındaki sırıttmayı gördüğümde beynimde şimşekler çaktı. Bu hiç adaletli değildi. En sevdiğim kameramda gitmişti şimdi.
Ne olacaktı? Tek umudumu ona bağlanıp onun için mutlu oluyordum. Başka kamera istemiyorum. Ben kameramı istiyorum. Ne yazık ki çok sevdiğim kameramda gitmişti. Şakha içinde şeytani gülüşler yaparken, ben oradan uzaklaşıp arabama bindim. O kim ki? Daha makineyi kullanmayı bilmiyor. Pis cahil ne olacak, bir şey bildiğini sanıyor hah güleyim bari. Nerden karşıma çıkmıştı şu aptal kız?
Arabayı son gaz sürerken depo kiralama işim bitmişti ve şimdi ufak tefek işler kalmıştı. Tüm yaz boyunca o deponun içinde çekim olacaktı.
Pencereyi açarken kuru sıcaklığın rüzgarı yüzüme çarpmıştı. Aklım hala kameramdaydı ve onsuz bir yaşam, dahası kameram benim her şeyimdi. Kendimi savunmasız hissediyordum. Çılgına dönme potansiyelindeydim. Hani insanın bir parçası eksik olur ya, onun yokluğunu ne kadar unutmaya çalışırsanız aslında hep sizin peşinizdedir. Benim umudum buna bağlıyken nasıl olurda elimden kameram gitmişti. Tıpkı bir annenin yavrusundan ayrılmış gibi hissediyordum.
Urfa’da bir kaç tur atarken insanlarına baka kalıyordum. Herkes çok tuhaftı. Onları tanıdığımı sanmıştım. Her geçen gün daha çok yanılıyorum. Belki de çok farklı olabilirler veya sıradanda olabilirler. Asıl beni şaşırtan ise bu Urfa’nın en tuhafı şekhasıydı.
Tanımak istiyorum. Ama öyle bir gücü var ki insan ondan ne uzak, ne de yakın durabiliyorsun. Kızıyorum, aynı zamanda ona sıcak mütevazi davranmaya çalışıyorum. Acaba bu kızın amacı ne? Benimle neden uğraşıyor? Ya da ben neden onun oyununa gelebiliyorum? Oyun sandığım bu tuhaf maceralar beni derin kuyulara çekiyor. Aslına bu benim zoruma gidiyordu.
Tanıdığım kızlar beni sevip, saygı duyarken bu kız beni avcunda oynatıyordu. Ben kendi irademle oynayıp bu oyuna giriyordum. Derken Yusuf abinin evine varabilmiştim. Her zamanki evin şahane hali beni büyülemişti. Tam güneş batmak üzereyken bir anda köşkün devasa büyüklüğüne baka kaldım. “vay vay anası” diye mırıldadım. Şahane bir köşktü ve İstanbul’daki o binalara, villalara taş çıkartırdı.
Bu manzarayı yakalamalıydım. O an kameramı alacaktım ki onun olmadığını hatırladım. Yüzüm düştüğü her halimden beliydi. Kapıyı çaldığımda Uvaş teyze kapıyı açmıştı. Ne kadar çok sevmiştim bu kilolu kadını. Esmer teni, sürme çekmiş kahverengi gözleri, giydiği geleneksel şal ve dudağının altında yeşil dövmesiyle mükemmeldi. Her ne kadar kültürlü olsa bile ben onun bu halini çok sevmiştim. Doğal ve sevimliydi. Bana bakıp tebessüm ederek, bende ona tebessüm ettim.
“Nasılsınız teyze?” Diye sordum sevecen bir şekilde.
“Eyeyım oğlum, allah razı olsun. Gel içeri hadı” diyerek içeri girdim.
“Yusuf abi yok muydu?”
“He he içeride. Çay içiyo” bahçeden içeriye girdiğimde Yusuf abi sigarasını yakarak çayla birlikte keyf yapıyordu. Öyle bir özendim ki, keyif bunu keyfi.
“Nasılsınız Yusuf abi?”
“Eyeyım oğlum gel bir çay iç” dediğinde meşe ağaçlarıyla yapılmış sedirlere oturdum. Çay içerken sohbet derinleşti. Bazen siyaset, bazen film sektörü, konu konuyu açmıştı. O askerlik yıllarını, ben Antalya’da yaptığım askerliğimi anlattığımda bir gülme krizine girdik.
anlatırken ben dinleyerek onunla birlikte güldüm. Onun şiveli konuşmasına hayran kaldım. Ne yapıyorsa artık beni güldürebilmişti.
“La oğlumun sınavı geldığında onun ıçin kendimi imtihanda zanatım. Sanırsın cumhurbaşkanı olacak. Allah cezasını vere gavadın. Yapmışlar bir sınav yoğ imtihanmış. La oğlum insan öli daha ne imatihanı, ver bir diploma eline istedığı ğadar geçsin. Bir türlü anlamadığ gitti. Oğlum benı dün ari diyo ki ‘baba vize haftası sitesliyim’ la ne vizesi, ne sitresi bildiğin boğ yıyorlar. Bizim zamanımızda stresın ne olduğu daha bilinmezdi. Vizeymiş. La ben senın vize haftanı ne yapacağım sanki benım için doğdor olacak. Bıldığın boş boğazlık yapi” dedi Yusuf abi.
Ben gülmekten karnım ağrılar girmeye başladı bile. Bu şivesi çok komik ve tuhaftı. Konuşma tarzı hiç yapmacığa benzemiyordu. Açık sözlü insanları sevmezdim ama Yusuf abiye çok yakışıyordu. Keşke herkes onun gibi açık sözlü olabilseydi. Kendisine özgü bir kişiliğiyle beni kendisine hayran bırakmıştı. Bir süre onun doktor oğlunun maceralarını dinlerken, ona karşı isyanların da bir hayli kızgındı.
Yemek yedikten sonra çaylar geldi. Urfa’nın has kültürlü kaçak çayı çok sevmiştim. Bir kaç bardak çay içtikten sonra odama gitmek için kalktım ve O sıra, uvaş teyzeye teşekkür ederek odama doğru ilerledim. Koridordaki koşuşturan çocuklar ve kalabalık ev her seferinde beni şaşırtıyordu. Henüz kimseyi tanımıyordum. Ama yanıma gelip soru soranlar olurdu. Uvaş teyzenin kız kardeşi ve kız kardeşinin çocukları kafamı şişirirdi ve yine koridorda adeta beni bekler bir vaziyette bakınıyorlardı.
“Okaan abi size bir kaç soru sorabilir miyim?” Dedi uvaş teyzenin yiyeni. Hasme. Kendisi on sekizlik lise öğrencisi ergen biriydi. Sorduğu sorular beni bayardı o, yetmezmiş gibi selfiler çekerdi. Esmer güzel ve baydırıcı biriydi.
İstemsizce “tabi” dedim.
“Okkan abi siz çekim yaparken senaryoları kim hazırlıyor?”
“Senaryo genellikle yönetmen karar verir ve ortaklaşa bir karar verip çekim yapıyoruz” dedim.
“Peki. Siz bu ortaklaşa kararı nasıl veriyorsanız?”
Yorgunluktan şişmiş gözlerimi açtım.
“Hasme” dedim ondaki sıcak ve saflığı görürcesine “bu sorular çok ince sorular. Eğer çok öğrenmek istiyorsan sana bu konu hakkında bir kitap önerebilirim.”
“Kusura bakmayınız.. size çok soru sordum” dedi yüzü bir anda düşerek.
Ondaki bu ifadeyi gördüğümde yüreğim burkuldu. Üzüldüm açıkçası, neden üzüldüğümü bilmiyorum.
“Hasme.. eğer çekime başladığımız zaman ilk seni sete götüreceğim”
“Gerçekten mi?” Dedi gülümseyerek
“Gerçekten”
“Söz mü?”
“Söz” diyerek tebessüm ederek odama geçtim. Odaya girdiğimde kapıyı hızlıca kapattım.
Bir an aklımdan şekha geçti. Bu hasme’nin gözleri onun gibiydi. Allah korusun, hasme saf ve temiz kalpli bir kız. Onu şekha’nın çevirdiği oyunlarla karıştırmamam gerekiyor. Şekha tam bir şeytanken şu küçük kız, berrak bir saflığı vardı.
Sahi gözleri tıpkı şekha’nınki gibiydi. Acaba akraba mıydı? Bunları düşünerekten yatağa uzandım. Başımda bin tane soruyla ve kendimden çok sevdiğim kameramı düşünmüştüm. Artık bu sorular beni baymıştı ve Gece saat bir olmuştu. Biraz hava alayım diye bahçeye çıktım, gökyüzünde harika bir görüntüsü vardı. Hep o derinlikleri izleyerek geceyi sabah ettiğim günler dahi olmuştu. Gözlerimi kamaştırdı. Yıldızların çokluğundan, ayın parlaklığı görünmez hale almıştı. O an içimde fırtınalar kopuyordu. Sanki bir parçam eksik gibiydi ve Derdimi kime anlatsam güleceklerdi, bunu biliyordum. Derin bir nefes aldığımda bir anda karşıma uvaş teyze çıkıvermişti. Bu kadının sıcak iyimserliğine çok sevdim. Keşke annemde böyle olabilseydi. Keşke o benim annem olsaydı diye düşündüm. Ama olmayacak duaya amin denilmezdi.
“Ne yapıyorsun oğul?” Dedi sevecen bir şekilde.
“Hava alıyordum” dedim.
O da yanıma oturdu ve derin bir nefes aldı.
“Hava almak guzeldır ama havayı içine sindirebilirsen”
Şaşkınca ona baktım. Evet içinde sindirmekte beceri istiyordu.
“Bağ gördün mü yıldızların çokluğu ayı soluklatmış. Eğer yıldız çoğ olmasaydı belki ayında kendisince bir görüntüsü olurdu.”
“Uvaş teyze” dedim ona bakarak “insan bir şeyini kaybedince ne oluyor?”
Bana baktı ve hafifçe güldü.
“Bu dünyada her şey kaybetmek üzerinde kurulmuştur. İnsanda kaybedersın, başka bir şeyinide kaybedersın hata kendini bile kaybedersin. Bunlar hıç bir şey onemlı olan insanın insanlığını kaybetmemesidir. Bağ oğul her şey geri alınır ama kırılan bir kalp, kırılmış bir gönül alınmaz. İnsanlık insanın kalbinde yaşayan bir şeydir. Onu kaybeden kalbinide kaybetmiştir. Kalbini kaybeden nefes almayı, yaşamayıda bitirmiştir” dedi uvaş teyze.
Bu gerçekten doğruydu. Çok mantıklı gelmişti. İnsanlık insanın içinde yaşayan bir varlıktır. Onu kaybeden nefes almayı da kaybetmiştir. Onunla bunu konuşarak içim açıldı. Yıllardır hiç bu kadar huzurlu hissetmemiştim. Uvaş teyzenin tatlı dili beni büyüledi.
“Haklısın” dedim.
“He oğul, haklı olmak bazen yanılmağdır. Yinde iyi düşünmek iyi olmak her zaman iyidir”
Uvaş teyzenin böyle konuşması kaybettiğim her şeyin, sanki bir anda hiç bir değerinin olmadığını anladım.
İnsanlık en önemli şeydir.
“Hayat” dedi uvaş teyze “bizden çoğ şey alır. En sevdiğimiz eşya, ev, araba ve insan bıle alır. Aslında yaşamımızı bunun üzerinde gördüğümüz o şeyler bizim hayatımızı mahvetiğının farkında değılız. Kaybedince anlığ onun beş kuruş para etmedığını. O insanlar hayatımızda çıktığında mutlu olmayı öğreniğ.”
“Gerçekten bu doğru” dedim.
Bir süre sessizce otururduk ve daha sonra odama kalkmak için ayağa kalktım. İyi geceler diyerek odama yol aldım. Sabah erkenden Halit bey’in aramasıyla erkenden uyandım. Artık Halit bey’in beni araması sinirimi bozmuyordu, aksine sevinmiştim. Mail postalarımı gözden geçirerek aşağıya indim. Yine evin yoğun karabalığı beni şaşırtmadı. Yiyenler, kız kardeşler ve erkek kardeşler.. ilginç.
Bu esmer tenli insanlar tek ayrıcalığı bu olması gerekirdi. Sadakatli ve sevgi çerçevesi içinde olmak. Geleneksel elbiseleri Arapça aksanlarını sürekli izlerdim. İlgimi çekmezdi sadece hal hareketleri çok tuhafıma giderdi. Halit bey yarın geleceğini söyledi. Evin içine bir kaç koltukla kapatıp döşeyecektim. Depo hazır sayılırdı. Son işlemleri halletmek için, dışarıya çıkmam gerekti. Büyük evin bahçesinden dışarı çıkmak için kapıya yöneldim. Yaz mevsiminde şu gülerin kokusu beni benden alırdı. O sıra bunu düşünürken, kapıyı açar açmaz karşıma biri çıktı. Ağzım açık dilim lal olmuş gibiydi. Ben ona bakarken o asi tavırlarıyla beni süzdü. Adeta kalbimi yerinden oynattı diyebilirim. Kara gözlerine çekilmiş sürmesi, giydiği halkalı pirsing ve esmer teni beni büyülüyordu. Sanki cennetten bir melek gibi derler ya işte böyle bir şeydi.
Şekha diye mırıldadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI)
Teen Fictionİki tutkunun bir araya geldiği, imkansızların olduğu, sınırların var olduğu bildiği halde aşkın tutsaklığına kapılan iki aşk.. Ölümün yakın olduğu, gökyüzünün ise derin olduğu, doğunun karşı konulmaz adetlerin var olduğu unutmuştu genç adam. Acılar...