Bir şeylere başlamak için, bir şey yapmak gerekirdi. Çekim için konağa doğru yola çıktık. Bu iş beni çok yoruyordu ve ayrıca şimdiden bıkmış sayılırdım. Neyse ki içimi kıpı kıpır eden şekham vardı. Yoksa halit beyin dediği yanlışlarımı hiç düzeltemezdim aksini yapar her şeyi mahvederdim. Şekha bana sabretmeyi ve benim yüzümü güldürmüştü.
Benim bakış açımı değiştirmişti ve Ona çok borçluydum..
Telefondan gelen mesaja bakıp dışarıdan yolu izledim. Pencerenin ardında bir sis vardı, sanki sisin ardından o görünüyordu. Hayaldi bunu biliyorum ama ben
“Seni seviyorum arap kızı” diye mırıldadım.
Konağın önünde durduk, ben öylece konağa baktım. Son çekim için gelmiştik, ben bu konakta neler yaşadığımı bir ben bilirdim gerisi ruhum bilirdi.
Çok şükür şimdi huzurluydum şekham vardı, gerisi boştu benim için. Tüm ekipler içeride koşuşturuyordu. Her şey hali hazırdaydı, bu gidişle bir saat sonra başlardı.
Karavanın içine girdim ayça ben girmeden “okkan bey bu senaryoya çok çalışın Halit bey söyledi” diye seslendi.
Ben dosyada kağıda bakıp gözden geçirdim. Kaçıncı çalışmam olduğu ben bile rakamına bakamıyordum. Geceler uykusuz bir şekilde bu senaryolara çalışmak bir işkence gibiydi.
Sürekli ezber yapıp oraya buraya koşuştruyordum.
Rol gerekçesiyle geleneksel bir elbise ile bu çalışmaları yapmak baydırmıştı beni. Dışarı çıktığımda sıcaklık gökyüzünü kavuruyordu.
Bir an kötü bir hisse kapıldım, sonra başımı kaldırdığımda Şekham karşımdaydı.
Birden şaşırdım ve sonra tedirgin oldum.
Neden bilmiyorum ama bir şeylerin ters gittiğinin şüphesindeydim.
Ya da bana öyle geliyor ama gerçekten onu çekimden önce görmek beni mutlu etmişti. Son sahneyi çok güzel oynamalıydım ve şekha bana çok iyi geliyordu.
Hep onu uzaktan izlemek, göz mü gözlerinden ayırmamak hep onunla yaşamak istemiştim.
Bu olabilecek miydi?
Hep yanımda hep çekimlerimden önce görecek miydim?
Bana çok iyi geliyorsun Arap kızı, sanki damarlarımdan girip tüm vücudumun fonksiyonlarımı devreye koyuyorsun.
Zeytin siyahı gözlerine bakıp o çekilmiş sürmesi olmak geldi içimden.
“şekhamm” diye fısıldadım.
Sesimi duydu ve kibarca “efendim” diye mırıldadı. Sahi bu kız ne kadar kibar olmuştu. Şehir havası onu bambaşka biri yapmıştı ama ben onun her haline aşıktım.
Kalbim yerinden çıkacak gibiydi koşarak ona sarılmak istedim. Yapamazdım.
Burası gizli aşk bahçemiz değildi.
Eğer biri görürse bizim açıdan felaket olurdu, sonra düşünce burası batı değildi. Orta Doğunun Arap kültürünü yaşıyorlardı. Biz ise batıya yakındık, oraya gitmemizle tamamen batı Avrupa medeniyeti yolundan giderdik. Ne medeniyet ama hiç bir bok bilmeyen, göt suratlı insanlarla dolu medeniyet.
Asıl medeniyeti bizden çalarak, bir çok ülkenin tarihini ateşe atıp yalanmış gibi yapıp tahta geçtiler.
Ama burası batı değil, doğu adetlerin kültürüydü. Haklı biz miydik? Yoksa orta doğu mu? Yoksa iki yüzlü fuhuş batılılar mı? İşte bu çelişki üzerinde dört döneceğiz. Herkes kendi olmaktan çıkacak ve zaman ilerledikçe masumlar kaybedecek, zalimler ise zafer bayrağını sallayacaklar.
Öylece şekha’ya baktım.
Burası sıralar dolu yasakların olduğu bir konaktı.
Bana doğru bir kaç adım attı kulağıma fısıldayarak
“burada yalnızca gizlice bakışabiliriz uzaktan uzaktan”
“evet” dedim “burada olmaz ama çekim bitiğinde seni gizli aşk bahçesinde bekliyor olacağım”
“be-n gelmem”
“bekliyor olacağım bul bir yolunu”
Diyerek yanından gittim.
Öylece kala kaldı arkamda.
Ayça’nın yanına gidip, yine halit beyin bağırışlarını duydum.
Kameramanlar, asistanlar vesaire..
Film çekimine başladığımda ailenin yeni üyesi olan mahsum, dikkatlice bana baktı.
Aslında bu adamda kötü bir enerji algısı alıyorum, sanki benim olan bir şeyi almış gibi.
Uvaş teyze ve yanındaki kızlar elinde çekirdekleri eksik halde çekimi pür dikkat izliyorlardı.
Sahne başladığında rolü birlikte oynadığım şebnem, yani rol icabı ona acıklı son sahne rolü oynamalıydım.
Gözlerimi ona diktim tıpkı şekha’ya baktığım gibi bakıyordum.
Sanki şekha’yı son defa görüyormuşum gibi, düşüncesi bile beni deli ediyordu.
Kamera durduğunda yanımıza bir asistan geldi, şebnemin gözlerine bir şey damlattı.
Sonra asistan gitti çekim başlamıştı.
Şebnem elimi tuttuğunda içim ürperdi. Bu eller şekha’nın değildi.
Bir an zoruma gitmişti. Şebnem giydiği geleneksel entaride çok yapmacık duyuyordu. Bir de çok beğenmiş havası vardı. Eğer kırılmayacağını bilseydim şunu söylerdim “çok yapmacık duruyor oysa bu bir kız da daha çok yakışıyor” diyecektim.
“be-n artık sana kavuşmak istiyorum galiba sana kavuşmak kuru çölerin suya kavuşmaması gibi.. Be-n..” diyerek ağladı şebnem.
Sıra bendeydi.
Gözlerine baktım ağlamak için gözlerim kırmızı tonlarına karıştı. Sonra elimi saçlarında gezdirdim, tabi ki saçlarının rengi boyalıydı. Kumraldı ama yumuşak değildi.
Oysa şekha’nın saçları çok yumuşak ipek gibiydi.
Bana küçüklüğümü andırırdı o saçları. Bulutları izlediğimde ne kadar yumuşak olduğunu anımsardım, sonra hep elimle onu dokunur gibi yapardım.
Bulutların üzerinde zıplıyorum o saçları tıpkı küçükken izlediğim bulutlardı sanki.
Gözlerimden bir damla yaş süzülmüştü bile.
“acıları ver elime rüzgâralar savurayım hepsi uçup gitsin. Biz gidelim buralardan kimsenin olmadığı bir yere” diyerek rolümü oynadım.
“kestik mola” diye bağırdı yönetmen.
Bir kaç dakika sonra halit beyin ortak olduğu rejisör Muzaffer Tunç yanıma doğru adım attı.
Orta yaşlarında, seyrek uzun saçları, boyu benim gibi her ne kadar uzun olsa bile kiloluydu.
“merhaba okkan”
“merhaba” dedim şaşırdım aslında bu adam pek kimseyle konuşan biri değildi.
“rolleri güzel oynuyorsun, büyük başarı seni tebrik ediyorum” dedi.
Bir an duraksadım, sonra birden yüz ifadesi değişti.
“teşekkür ederim bende şaşırdım ne söyleyim ki.. ” dedim açık konuşarak.
“doğru ben mükemmelliği seven biriyim, ne yalan söyleyim beklenmedik performanslar veriyorsun. Sen hangi tiyatrolarda yer alıyorsun”
“hiç birinde”
“nasıl hiç oynamadın mı? Yoksa yanlış mı duyuyorum!”
“yok hiç bir tiyatroda oynamadım eskiden oynadığım bir kaç figüran replikleri vardı, onun dışında pek tiyatrolara katılmaya zamanım olmadı.”
“o zaman sen bir ışık gibi parlayacaksın bak ne diyeceğim” diyerek sandalyeye oturmamı işaret etti.
Ağır hareketle yanında oturdum. Ahşap sandalyede pek rahat olmazsam bile otoriteyi sağlamıştım. O konuşmadan ben sözünü böldüm.
“ben ışık gibi parlamak istemiyorum çünkü ışıkların belli bir süresi vardır. Muzaffer tunç” dedim inceleyici sözlerle.
Böyle adamları ben çok iyi tanırım, insanları insan yerine koymazlar.
Sonra varsa bir çıkar insana insanmış muamelesi yaparlar.
Hiç sevmediğim hareketler.
“doğru, katılıyorum sana, sen başarılı zeki birisin.
O yüzden sana bir teklifim olacak bizim bir film projesi var diyorum ki sen gel baş rol oyna bak gör”
“Muzaffer Tunç” diyerek konuşmasını böldüm. Beni tiksindirmişti, sanki kan beynime sıçramıştı. Böylesi adi alçaklar sadece çıkarına bakaralar. Önceden selamı çok görürken şimdi yalvarmadığı kalıyor.
Pis adi, şerefsiz.. Diyerek içimden saydım. “benim amacım sizin gibi şerefli haysiyet sahibi insanlardan teklif almak değil. Aksine şerefsiz insanlardan almak bir onurdur” diyerek yanından ayrıldım.
O çok akılıysa ağzının payını aldığının farkına varmıştır. Pek sanmam, yine de ona güzelce saymak vardı. Anasını satıyım anlamıyor ki adi namussuz.
Kendimi role odaklamaya çalıştım,
O sıra yanıma Halit bey geldi.
“güzel oynuyorsun bak isteyince oluyormuş.”
“evet oluyor nasıl olduğunu bilmiyorum bir şekilde oluyor. Sanki bu rol benim için biçilmiş bir kaftan. Kötü olduğumu düşünürken daha iyi oluyorum”
“neye borçluyuz oğlum”
“Arap kızı” diye mırıldadım
“ne!”
“yok yani.. Galiba insanın bir şeyde iyi olabilmesi için, kendini birine aitmiş gibi hissedip kendini yalnız hissetmemesi gerekiyor.
Başarının sırı birinin omzundaki ağırlığı bir başkasının eliyle hafifletmesi gerekiyor. Aksi taktirde işler çıkrığından çıkabilir.”
“oyunculuk sana yaramış”
“öyle” diyerek aslında oyunculuk değil aşk bana iyi geldi diyemedim.
Oysa bunun hepsini şekha’ya borçluyum.
Gözlerimi kapatsam hayali her an karşımdaydı.
***
Bahçenin çiçeklerini sularken birinin bu eve girdiğini fark ettim. Çok yorgundum, hele urfa’nın kızgın güneşin altında film çekmek daha zordu.
Yaklaşık bir saattir bekliyordum.
Ne zaman geleceğini bilmiyorum ama ben gitmemeye kararlıydım.
Gerekirse geceyi burada geçirir yine de beklerdim. Evet çok işim vardı.
Daha çekim bitmemiş bir kaç gün sonra Urfa’yı geride bırakıp gidecektim.
Tabii ki sonsuza dek bırakmayacaktım, beni burada tutan biri vardı. Değil oyunculuk Hollywood oyunculuğu bile beni buradan koparamazdı.
Yine de büyük konuşmak istemiyorum.
Aşk dolu evin dekore haline baktım, bir şeyler eksik değildi.
Dağ başında penceresiz harabe bir evdi oysa.
Şimdi gözümde bir saraydı.
İçeriye girip şekha’ya hazırladığım güllere bakıp onu anımsadım.
Sonumuzun ne olacağına pek bir fikrim yoktu, sanki onunla son günümü yaşıyormuşum gibi.
Aramıza dağlar girecek gibiydi ve biz hiç bir zaman bir araya gelemeyecekmişiz gibi.
Acaba ne olacaktı sonumuz?
Bunu düşünmek daha erkendi daha gözlerimin nemini silkelememiştim.
Onu unutmak düşüncesi bana acı verici geliyordu.
Kapının cız diye bir ses geldi.
Şekha gelmişti, hemen ayağa fırladım ve koşar adım ona sarıldım.
“dur yavaş”
“bana yavaş deme bir saatten fazla seni bekliyorum”
“be-n ancak gelebildim. Biliyorsun amcam yine bir şeyler karıştırıyor evin tapusunu ona devre ettik. Elimizde olan evi aldılar o yüzden biraz yorgunum. ”
“ne! Nasıl?”
“bir şekilde çıkmış işte, para çok olunca rüşvetçilik haddinden fazla oluyor” diyerek omzunu silkeledi.
Elimle saçlarını okşadım dediğim gibiydi, ipekten farksızdı. Saçları bir sırma gibi uzayıp gidiyor bana bulutları anımsatıyordu.
“neyse boş ver cana geleceğine mala gelsin. bırak kendini üzmeyi o sana bir daha karışamaz”
“evet, bir daha bana karışamaz çünkü can güvenliğim var. Sen varsın”
Gözlerine sıcak bir şekilde bakıp göz rengini ayırt etmeye çalıştım. Sanki oda benimkini ayırt ediyorcasınaydı.
Birden elindeki çantayı bana uzattı.
“sana vermeyi unuttum”
“nedir?”
“aç” dedi çantayı açıp Canon’num karşımdaydı.
Buna inanamıyorum. Bu kırılmıştı.
“ama bu kırılmıştı.”
“burada biri bana yaptı, bir parçası parçalanmıştı haftalardır onun için tamirdeydi.”
“sen her halinle mükemmelsin” diyerek ona sarıldım.” ama olmaz bu senindi. Hatırlatırsam sen benden almıştın”
“aslında o güne sana hile yaptım”
“ne! Nasıl?”
“o günü sen fotoğraf çektin diye olay çıkmamıştı seni ben onlara şikayet ettim.” Diyerek güldü.
“vay hayin” dedim “ne dedin onlara”
“bizim kızlara göz dikmiş sapığın biri bana saldırmaya kalkıştı diyerek akılarını çeldim”
Bir anda öfkeyle ona bakarak ellerini sertçe kavradım. Gözlerimi onun gözlerine dikerek kaşlarımı çatım.
“bunu nasıl yaparsın” dedim öfkeyle.
“ama b-en bu kadar kızacağını bilmiyordum o gü-nü be-n seni kurtardım”
“sen bunu nasıl yaparsın” diyerek daha sert tuttum ellerini.
“be-n” diyerek gözleri doldu.
“oyun böyle değil böyle olunur” diyerek gülmeye başladım.
“deli misin sen? Ödümü patlatın”
“ne yapayım oyunculuk içime işlemiş”
“sen bitin” diyerek üzerime saldırdı.
“dur” diyerek ellerini tutum neyse ki bir kaç dakika sonra sakin olmuştu.
Asi Arap kızını sakinleştirmek zordu.
Her hali zordu tıpkı ona olan aşkım gibi.
Dakikalar birbirinin ardından geçiyordu. Ben onu el üstünde tutarak güller, kolye verirken o ise beni her geçen dakika büyülüyordu. Keşke bu dakikalar hiç bitmese, hep burada kalsak, insanlardan uzak bir dünyamız olsa.
Sanki son buluşmamız gibi hiç ayrılmasak.
Biz konuşmaya dalarken Şekha bana aşiretin ne demek olduğunu anlatıyordu.
“aşiret ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu şekha.
“bilmem kan davaların toplu kabilelerin bir araya kavramdır.”
“ben sana anlatayım... Aşiret soyguncuların asilmiş gibi davranıp alçakların, kaçakçıların, dolandırıcıların bir araya geldiği topluluktur. Yani o ortama geldiklerinde ağır başlı iyimser gözüküyor olsalar bile, aslında hepsinin karanlık yüzleri vardır.
Kısacası dava çözecekleri görünüşünü kapsamış olsalar bile aslında hepsi birer bozucudur. O öldürdü bizden birisini bizde onlardan birisini öldürelim, o bizim kızımızı kaçırdı bizde onlarınkini çalalım hesabı.
Çözüm bulunmazsa ölüm bir nimettir onlar için..
Dünyanın kanunu bu bozguncular bozuyor sonra adettir diye ortalıkta şirit atıyorlar”
“ne yazık” diye söylendim “böyle bozguncular ortalıktan kaldırılması gerek senin amcan gibi..”
“sen bakma amcama korkağın tekidir. Aslında o ölümden ve hapisten çok korkar. Hep şöyle derdi insan hayatta iki defa ölür, birincisi mezarını kendin kazarsan ikinci ölümün gerçeklerinse. Mezarını kazmakta kendi dört duvara hapis etiğin vakittir derdi”
“baya korkakmış” diyerek güldüm.
Durmadan bana bir takım şeyler anlattı. Çok ilginç şeyler, benim hiç bir zaman bilmediğim dünyada neler olup bittiğinden hiç haberim olmayan şeyler..
Ben bu vahşet şeyleri dinlerken gerçekten de hiç bir şey bilmediğimi anladım.
Ben sadece rol oynamayı, gezmeyi kendi çemberimin etrafında dolanıp duruyorum.
Ben hiç yaşamadığımı dünyadan uzak bir şekilde yaşamışım.
İnsanların diri diri katledilmesi, masum sevgilerin bir hiç uğruna öldürülmesi, ne zalimlikti.
Dışarıdan mükemmel görünen her şey gizli bir sır perdesi vardı ve o perdeyi çektiğiniz an her şey bir bir göz önüne seriliyordu.
Şekha o perdeyi gözümün önünden çekti şimdi her şeyi net görebiliyordum.
Annesinin babasına kaçıp, sonra akrabaları tarafından öldürülmesi gerektiğini düşünen cahil insanlar annesini yıllarca acılara boğmuş.
Babası dönmemek üzere gitmiş her gün pencere kenarında bekleyen annesi bir süre sonra umudunu kesip Urfa’nın iline taşınmış.
Oysa hala kocasını gelmesi umuduyla bekliyormuş, bu bekleyiş hiç bir zaman bitmeyecek bir bekleyişti.
“annem bana beli etmemeye çalışıyor ama hala babam dönecek umuduyla bekliyor. Biliyorum ben!
Arada resimlerine bakıyor belki gelir diye etrafı gözetliyor. Ne kadar kızsam, bağırıp çağırsam da aslında annem kendini bu bekleyişe adamış”
“şekha”diyerek sözünü kestim “hepimizin uğruna savaş verdiğimiz beklediğimiz bir şeylerimiz vardır. Sen bunca yıl annen için bir çok şeye katlanmışsın, annen ise baban için bir çok eziyet çekmiş hemen söküp atılmıyor.
At diyorsun da kalp dinliyor mu?”
“ben onun unutmasını istemiyorum ki sadece.. Gelmeyecek bunu biliyorum beklemesi bize de acı veriyor. Biraz bizi de düşünsün babam kendini düşünerek bizi unuttu artık ona kızmıyorum, öfkede duymuyorum yalnızca..
Benim için bir yabancıdan farksız.. Çünkü hakkım yok ona kızmaya bir insan bir yabancıya hiç kızar mı? Öfke duyar mı?
Hakkım yok hakkım olan her şeyi aldılar gerisini salıverdim..” diyerek gözleri doldu ve yaşlar akmaya başladı.
Gözlerini silerek başını göğsüme yasladım.
“haklısın ama üzülmenin hiç bir anlamı yok çünkü bir yabancıya üzülecek bir şey yok. Mutlaka onunda kendince bir sebebi vardır, belki de başına kötü şeyler geldi ve gelmemesi için bir takım kötü olaylar olmuştur..
İyi tarafını düşün eğer annende olmasaydı o zaman..
Daha kötü olmaz mıydı?”
“ölürdüm ben.. Annem olmadan ben nefes alamam o benim her şeyimdir”
“o zaman annenin iyiliği için onu eğlendir, ona iyi şeyler söyle zaten başına çok kötü şeyler geçmiş onu daha fazla üzme! yol yakınken onu sar sarmala onu mutlu et”
“evet haklısın onu mutlu etmeliyim.” Diyerek tebessüm etti o an fark ettim de çenesine yakın bir gamzesi belirginleşti. Esmer yüzüne ne kadar da yakışıyordu.
Öylece baka kaldım.
Su gibiydi, içinde akıp gidiyordum.. Öyle şeffaf öyle berraktı..
Aradan geçen zamanla bir gürültü meydana geldi.
İkimiz birbirimizin gözlerine bakıp endişelendik.
Şekha’nın gözlerindeki korku bir an beni de korkutmuştu.
Hala içimi ürperten bir şey vardı, içimden akıp gitmesiydi bu korku.
Tek endişem ise bir daha asla onu görmemek..
Şimdi daha iyi anlıyorum birinin sevdiğini kaybetmesi, o korkuyla yaşıyorum sanki.
Her an gidecek gibi, kendime hakim olamıyorum..
Kendimi onun ruhunda salmışım, oysa ayrılık diye bir kavramı hiç düşünmemişim.
Onun korkusuyla benim korkum çok farklıydı.
Ben onu kaybetmekten o ise hayattan vazgeçmek korkusuyla karşı karşıyaydı.
Derin bir nefes aldım daha sonra gözlerinin içine bakıp
“korkacak bir şey yok ben varım”
Şekha aksini yapıyordu daha fazla korkuyordu. Bunu onun gözlerinde görüyordum.
Sanki onun nefes alış verişini bile hissediyorum, belki aramızdaki yakın mesafedendir ama bu öyle bir şey değildi.
Gözlerini adeta okuyordum, elimde olsa gözlerinden romanlar yazardım, kendimde o gücü bulamıyorum.
Ruhen çok bitkindim buraya gelmekle çok şeyi geride bırakmıştım.
Eski hayatımın zerresi bile kalmamıştı.
Aslında o sıradan hayatı özlemiyor değildim.
Ben oraya aittim, yalnızlık benim karargahım orada büyük devlet kurmuştum.
Yalnızca bana ait bir devlet sıra dışı bir şey.
Yani özlüyorum, ruhen ölmektense sıradan bir hayatı geri gelmesini istiyordum.
Bu bir rüya mı, kabus mu? Bitmesini istiyorum.
Her şey tekrar tekrar geriye aksın ve ben her şeyi unutmak istiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI)
Teen Fictionİki tutkunun bir araya geldiği, imkansızların olduğu, sınırların var olduğu bildiği halde aşkın tutsaklığına kapılan iki aşk.. Ölümün yakın olduğu, gökyüzünün ise derin olduğu, doğunun karşı konulmaz adetlerin var olduğu unutmuştu genç adam. Acılar...