26

46 7 2
                                    

“başım” diye inledim.
Gözlerimi hafif araladığımda her beyaza bürünmüştü.
Çok isterdim odamın içinde güneşin doğuşunu seyredip uyanmak..
Bunlar hepsi bir hayaldi, pikeyi başıma geçirdim kendimi odamda hissettim ve annem beni uyandırmak için başımı okşayarak uyandırıyor bende elinden tutup uyanıyorum.

Sevgiyle ona bakıp sonra sıkıca ona sarılıyorum. Bizim ikizler bizi böyle görünce onlarda bize eşlik ediyor.
Hep öyle mutluyuz.
Annem babamı bekleyişini bize yansıtmıyor, biz de babamızın yokluğundan hiç söz etmiyoruz.
Hata ben ikizleri her zaman uyarıyorum.
Annem mis kokulu yemekler yapıyor,  ben şekerli mi şekerli tatlılar yapıyorum.
İkizler yine kavga ediyor, biz bağırıp çağırıp tatlı kavgalara karışıyoruz.
Hep mutluyuz..
Öyleydik.
Her şey yavaş yavaş elimden kayıyor ve ben elimi uzatıyor gibiyim.
Bir bir gidiyor..
Geriye hiç bir şey kalmıyor biz diye bir şey kalmıyor, mutluluk artık bize hiç mi hiç uğramıyor.
Güzel hayal ettim ama başımı döndüren o kokuyu içime çektiğimde hastanede olduğumu fark etmiştim. Korkuyordum, gözlerimi açtığımda hastanede olduğumu görecektim. O yüzden, açmaktan korkuyordum..

Lütfen lütfen gözlerimi açtığımda odamda güneşin doğuşunu görüyor olayım.
Bir, iki, üç diye içimde fısıldayarak gözlerimi açtım.
Gözlerimden hemen yaşlar akmaya başladı.
‘neden Allah’ım’ bizi neden buraya sürüklüyorsun?

Biliyorum kötü bir şey olduğunu her şeyin farkındaydım ama kendimi teselli ediyordum. Öyle olmaması gerekirken neden ters gidiyordu.
Şimdi her şeyi toparlamaya çalışıyorum da, yine parçalar birbirini tutmuyor. Sanki bana inat gibiydi bu yapboz oyunları..
Elime bağlı olan serumu izlemeye koyuldum, damla damla geliyordu. Hemşire gelip kontrol etti ve hızlıca akmaya başladı.
Pencerenin kenarındaydım, yanımda boş bir yatak vardı ama ben dışarıyı seyretmekten başka bir şey yapmıyordum.

Boş gözlerle dışarıyı izliyor, aklımda deli gibi kötü şeyler dönüyordu.
O kadar çok soru dönüp durmuştu kafamda, konuşacak takatim yoktu.
Sersemlemiştim.
Gözlerimde istemsizce yaşlar akıyordu yarım saat sonra Uvaş yengem içeriye girdi. Ağıtlar feryatlar söylüyordu. Henüz anneme bir şey olmamıştı ve hala hayattaydı. Farkındaydım.

Peki neden Uvaş yengem böyle dertli dertli söyleniyordu.
Hakkı yoktu ağıtlar yakmaya o an ona bağırdım “yenge susar mısın! Annem hayatta” dedim bunu söylerken bile yorgundum. Durmadan ağlıyordum.
Yengem anlatı annem ev işlerini yaparken bayılmış, bizim ikizler komşulara haber vermiş. Sonra ambulans ve sonrası ben buradaydım.
Annem uzun zamandır hastaydı bunu bizden saklamış.
Nasıl saklardı, bunu nasıl yapardı?
Neden bunu yaptı?
Bizi hiç mi düşünmedi, onu en iyi doktorlara götürürdüm elimden gelenin fazlasını yapardım.
Neden anne?
Yoksun işte.. Şimdi hıçkırarak ağlamaya başladım ve bir çığlık koptu hastaneden. Elimdeki serumu çekerek kendimi yerlere atıp bağıra çağıra ağladım. Tüm hastanedeki doktorlar beni sakinleştirmek için koşuşturdular. En son bir iğneyle derin uykuların esiri oldum.
Kafamı duvarlara vursam bile nafileydi annem tekrar uyanacak mıydı?
Durumu çok kritikti. Uzun zamandır verem hastalığıyla savaşıyormuş, en son karaciğerine vurmuş. Daha önce böbrek hastalığı vardı, şimdi karaciğer ve verem..
Doktorlar bir mucize bekliyordu ve bu imkansızdı. Verem tedavisi olunurdu, eğer uzun süre farkına varılıp karaciğerine vurulursa daha sonra böbreklerde verem çıkardı, sonra tüm organlar iflas eder.
Yani ölümün çaresi yoktu, annem ölecekti. Beni ne kadar teselli ederle etsinler bunun en çok ben farkındaydım.
Belki onlar bilemezlerdi, ben annemin ne acılarla bu hale geldiğini son nefesini vermek istediğini biliyordum.

En fazla annem bir yıl ve ya iki yıl yani hiç zamanı yoktu. Ben onsuz yaşayamazdım ki?
Yaşarsam bile buna yaşamak denir miydi?
Annem bir daha dönmemek üzere gidecekti. Eğer o giderse ben fazla yaşayamazdım, onsuz bir hayat asla!
Tekrar gözlerimi açtım, bu sefer beni başka bir odaya koymuşlardı.
Yan yatakta Kürt bir kadın vardı, yan taraftan inliyordu. Apandisten ameliyat olmuştu. Durmadan karnını tutup kısık bir sesle inliyor, aynı zamanda ayağa kalkıp pencereden dışarıyı izliyordu.

Canı bu kadar yanarken en azından o yatağından kalkabiliyordu. Ben ise yatağa bağlıymışım gibi canım acımıyordu ama, acımasını isterdim. Belki bana unutturan bir acı. Evet bu çok mantıklıydı. Elim, ayağım canım yansa her şeyi unutturabilecek bir acı. Yataktan hızlıca kalktım elime serumumu alarak oda oda dolaştım. Mutfağa girince gözüme ilk çarpan bıçağı elime aldım. Her yerde doktorlar, hemşireler çıkıyordu. Hepsi beni tanıyordu, çünkü burada yalnızca benim çok derin yaralarım vardı. Psikolojik olarak ben bu hastanede çığlıkları basmıştım.
Ölü gibi yatağa bağlı olmam doktorlara dikkat çektirmiş ve merak konusu olmuştum.
Burada çok feryat koparmış sinir krizi geçirmiştim.
Kimsenin beni fark etmemesi için, saçlarımla yüzümü kapattım. Üçyüz atmış beşinci odaya girdim. Tuvalete girdiğimde aynadan yüzüme baktım.
O kadar yıpranmıştım ki sanki aradan yıllar geçmiş ben yaşlı birine bürünmüştüm.
Gözümdeki sürme akmış hemşireler tarafından temizlenmişti. Gözlerimde öyle bir morluk oluşmuştu ki gözlerimi göremiyordum.
Kaç saattir buradaydım, kaç gün oldu bilmiyorum.
Elime bıçağı aldığım gibi ellerimi yaralamaya başladım. Bir anda ortalık kan gölüne büründü. En son bileğime bir bıçak atacaktım ki tuvalette hasta olan kadın girdi.
Benim ellerimde kan şip şap dökülürken başım dönmeye başlamıştı bile sonrası hayal..

Tam bir günde bu kadar olay azdı, belki defalarca uykudan uyanıp çığlıklar eşliğinde bayıltıldım.
Hastanenin lavabosunda kan gölünde ben yatan değilmiş gibiydim.
Dışarıyı boş gözlerle izlerken, kendimi ince bir halata bağlanmış uçurumdan düşme riski varmış hissi vardı.
Neden böyle yapıyordum?
bende bilmiyordum, sadece hayatta en değerli bir şeyini kaybeden bir çocuk gibi davranıyordum. Elimde değildi, canım çok yanıyordu ne zaman sakinleşip uzunca bir yerlere dalsam annemi kaybedeceğim aklıma geliyordu, kendimden geçip böyle şeyler yapıyordum.
Farkında bile değildim. Bir kaç gün geçmişti tüm hemşireler, doktorlar beni yakından tanıyordu. Bana iyi davranıyorlardı hele dayım kahırdan ölecekti nerdeyse.
Her saat yanıma uğrar beni bir şekilde teselli ederdi. “sabret güzel kızım, Allahtan ümit kesilir mi? Yapma etme günah! Kendine yazık ediyorsun”

Susuyordum. Anneme yazık değil miydi dayı? Anneme günah değil miydi? Bana günah değil miydi?
Bunca zaman o mutlu olsun diye her şeyi yaptım. Kardeşlerime bakıp saatlerce çalışıp onlara baktım, sırf annem üzülmesin diye kendi acılarımı yok saydım.
Okul okumadığım için üzüldüğümü hiç ona belli ettirmedim, her genç kızda olan pahalı elbiselere özenmedim. Mahalleye çıkıp kızlarla lakur lukur konuşmadım, çünkü çalıştım. Annem yorulmasın diye hep onun yerine de çalıştım.
Ondan başka kimsenin yanına gidip öyle uzunca konuşup hikayeler anlatmadım.
Ben yalnızca okuduğum kitapları ona anlatım, kendini yalnız hissetmesin diye saatlerce onun elini tutup yanında uyudum.

Birlikte film izleyip çekirdek çitleyip ara sıra dedikodu yapardım ona.
Çünkü köyde kimse onu arasına almak istemiyordu, nedeni ise babamın gelmemesinin onun bir büyü yaptığının konuşulmasıydı. Hata bazıları büyücü derlerdi. Bazıları yanımda oruspu diye söylenirdi. Kaç defa kavga ederek saç başa giriştiğim günleri unutmadım hala.
Ne kadar cahil insanlar değil mi?
Biri gider kalan kötü olur, kimse bizim neler çektiğimizi kimse bilmez, anlayamaz.
Anne lütfen gözlerini aç!
Sana ihtiyacım var.
Aç lütfen..
İçimde kendi dünyamı kurmuştum, tek kötü olan annem içimde yoktu. Sanki içimden sıyrılıp gitmiş ve hiç bir iz bırakmamıştı.
O kadar yalnızdım ki biri elimi tutsa şöyle bir boşluğa savursa, benimle birlikte oda savrulsa.
Okan.. Neredesin lütfen yanıma gel..
Onu arayıp konuşacak takatim yoktu, kendimi çok yorgun hissediyorum.
Sanki ellerim felçti, hata bedenim hepsi felçliydi.
Kendime gelemiyorum bari iki adım yürüyüp annemi şöyle bir uzakta görebilsem.
Ah annem..
Onu öyle yatağa bağlı görmeye dayanamazdım. Tekrar bir sinir krizi geçirmek istemiyorum, artık utanıyorum.
Bu dünyada yalnızca ben yokum, benim dışımda milyarlarca insan yaşıyor.
Kendimi öylece düşünüp insanları yok sayamazdım bu bencilik olurdu.
Dayım elleriyle başımı okşayıp

“hadi güzel kızım şu yemeğini bitir.”
Dedi ben istemsizce yiyorum.

“kızım hadi biraz toparla böyle kendini salma İkizleri düşün. Onlar perişan haldeler seni sorup duruyorlar ve çok korkuyorlar. Hadi biraz toparlan”

Utanmıştım. Ellerime baktım hepsi yaralı pansuman yapılmıştı. Ben ne yapıyorum? Neden bu haldeyim? İkizler!
Onları unutmuştum. Nasıl çıkarım onların karşısına bu şekilde.
Ne kadar salağım!
Annem beni bu şekilde görürse içi rahat olmazdı. Benim kalkıp onun yanına gitmeliydim.

“dayı” dedim sesim solmuştu. Yıpranmıştım adeta. Yüzümde soluk bir ifade vardı. “ben annemi görmek istiyorum. ” dedim bu beş kelime bana o kadar zor gelmişti, sanki robot gibi konuşmuştum.
İfadesizce bana bakıp “elbette kızım, sen önce şu yemeğini bitir ben seni onun yanına götürürüm”

“dayı daha fazla yemek istemiyorum Valaha. ” dedim yalvarır bir ifade yüzümde vardı.

“tamam öyleyse, hazırlan seni ben götürürüm. ”

“tamam” dedim kısık bir sesle.

Bir kaç dakika sonra koridordan aşağı kata indik. Ellerim titriyordu, kendimi bir ruh gibi hissediyordum. O kadar uzun gelmişti hiç bu kadar uzamamıştı hiç bir şey.
Yol çok uzundu, soluksuzca yürüdük. Benim gözlerimden şimdiden bir kaç damla yaş akmıştı.
Hemşireler, stajyerler hepsi bana bakıyor gibiydi. Dayımın kolundan tutarak irkildim. Hastane biraz sessizlik kaplamış hiç kimse ortalıkta görünmüyordu.
Şanlıurfa araştırma hastanesinde, kalabalık her zaman olurdu ama bugün sessizlik sanki bize inat gibiydi.
Kalabalığı sevmezdim, kalabalık olmayınca da kendimi yalnız hissediyordum.
Çünkü gerçekten de yalnızdım. Annem beni terk ediyordu, ben şimdi daha daha yalnızdım.
Birlikte çok şey yapacaktık, onunda hayali vardı bana anlatırdı. Denizin tenha bir köşesinde, gün batımlarını izleyip acılardan uzak bir şekilde yaşamayı hayal etmiştik.

Genç kızken denizi çok merak edermiş, babam onu denize götürmüş ama denizi görünce orada ömür boyu yaşamayı her zaman hayal etmişti. Belkide babamla yaşamayı hayal ediyordu. Olsun, yeter ki o mutlu olsun. Her ne kadar babamdan nefret ediyor olsam da onun için katlanırdım. Yeter ki o mutlu olsun.
Bir kaç dakika sonra yoğum bakımın koridoruna girdik. Gözlerimde yağmur gibi akıyor durduramıyordum. Buraya gelmek için büyük cesaret alıp geldim, güçlü olacaktım.

Şimdi annem tam karşımdaydı. Kahverengi saçları yeşil bir poşetle sarmışlardı. Siyah gözleri göz kapaklarının ardında saklanmış, dolgu dudakları oka burnu solunum cihazına bağlıydı. Zayıf düşmüş beden içinde ruh yok gibiydi.
Son zamanlarda çok zayıflamıştı bunu fark etmiştim. Hastaydı ama bu kadar ciddi bir hastalık olduğunu sanmıyordum.
Güzel annam, aç şu gözlerini bir bak bana. Aramızda bir metre vardı, yalnızca camın ardından onu izleyebiliyordum.
Ellerimi cama yaslayarak ağlamaya başladım.  Az kalsın yere düşecektim dayım beni zor tutuyordu.  Şimdi ise çığlıklar eşliğinde ağlamaya başladım.  

“dayı annam ölmesin! Ona ihtiyacım var o giderse benim kimsem kalmaz..  Dayı lütfen  bir şey yap”  diyerek ağlaya ağlaya bağırmaya başladım.

“olur mu hiç öyle biz varız ya. ”

“dayı ölmesin... Dayı ölmesin ona söyle ölmesin”  bağırışlarım nafileydi en son “dayı ölmesin. ”  dedim kısık bir sesle sonra bayılmıştım.  Doktorlar beni odama götürüp sakinleştirmişti.
Herkesin dilinde şu vardı “bu kadar abartmanın anlamı yok! Hepimiz bir gün öleceğiz. ” öyleydi ama siz hiç annenizle akşamın zifiri karanlığında birbirinize sarılıp ağlaya ağlaya uyudunuz mu?
Siz hiç anneniz dışında arkadaş edindiniz mi?
Ben annem dışında kimseyle arkadaş kurmadım. Yalnızca o vardı hayatımda. Birlikte aç kalıp bir kuru ekmeğe muhtaçtık.  Annem beni bitkin gördüğünde ev ev dolaşıp dilenip bir kuru ekmeği istemişti. Kendisinde açtı ama o yalnızca beni düşünmüştü. Gece üstümü örtmeden uyku tutmazdı onu.
Hastalandığımda hastaneye gidecek paramız yoktu. Annem durmadan başımda durup ateşimin düşmesini beklerdi.
Sonra ev ev dolaşıp bir bardak süt bulurdu. Şimdi hastalandığımda kim bana bakacaktı? Kim benim için mücadele verecekti?
Hayatta kiminle el ele verip yaşayacaktım?
Ondan başka kimim vardı benim..
Elimi uzatsam kim tutacaktı?
Gidiyor..
Gözlerimi açtığımda her şeyi bulanık görüyordum. Kaç ziyaretçim gelmiş, kim gelmiş kim gitmiş hiç bakmıyordum. Bir ara gözlerimi araladığımda tanıdık bir yüz belirdi önce başımı okşadı, sonra bir müddet beni izledi. Gözüm hafif aralıktı kulağım ise açıktı ama bir ses duymuyordum. Hıçkırık sesi duydum ve başımın kenarındaki masanın üzerine güller indirip gitti.

Bunları bildiğim halde neden uyanmamıştım? 
Artık vücuduma antidepresan iğneleri mi, ne ise vurmalarını istemiyorum. Bunu diyecek kadar aklım başımda değildi.
Dayım giriyordu içeriye, daha sonra yengem, bazı kuzenlerim beni ziyarete geliyordu. Altıncı günün sabahı gözlerimi nihayet açıp, lavaboda bir duş almıştım.
Güneşin doğuşu burada gözükmüyordu, sadece batışı vardı. Bu da beni delirtiyordu. Sanki evren bana gün doğuşunu değil batışını gösteriyor, bana bir şey ima ediyordu.
Oysa okkanla aramızdaki bağın tek simgesiydi gün batımı.
Ah onu çok özlemiştim.
Yanımda olmasını elimi tutuşunu özlemiştim, şu an en ihtiyacım olan tek kişiydi.
Bende evrene inat gün doğuşunu karşı odada izliyordum, zaten boş bir odaydı.
Bir kaç saat içerisinde kendimi toparlayıp annemin yanına gitmek için kendimi toparlamıştım. Ne acı vericiydi. Daha geçen güne kadar ölüm bizden çok uzak bir kavram iken şimdi önümüzde, avucumuzun içindeydi.
Aslında gün doğarken bu şehre, geride kalanların hiç bir izi kalmıyordu.
Serin hava ile günün doğalığını gösterirdi. Fakat, bir kaç saat sonra yakıcı sıcaklığıyla insanı bunaltırdı. Yani aldatma içerisinde dolanıp dururdu. İnanmak elde değildi ve şimdi annemi izliyordum.

Onu tanıyamıyorum.. Bu annemden uzaktı, onu orada hayal etmek bile içimi ürpertirken şimdi tamamen gerçekti.
Yanımda kimse yoktu, istediğim kadar bağırarak ağlayıp başımı duvarlara vurabilirdim. Yapamıyordum.. Sanki her an annem uyanacak şekha kızım ben buradayım ağlama!’ diyecek gibiydi.
Demiyordu, öylece tembelliğin esiri olmuştu. Öfkemden çıldıracak gibiydim.
Onsuz asla yaşamayacağımı biliyor ve orada ruhsuz bir şekilde uyuyor.
İfadesizce ona bakıp kendimi teselli ediyordum.
Derler ki en iyi tesellin kendin kendini teselli etmendir.
İşte şu an kendi kendimi teselli ediyordum. Güçsüzce oradan ayrılarak baygın bir şekilde uyuyakaldım.
Gözlerimi açtığımda dayım bana sesleniyordu. Sesinde bir neşe var gibiydi. O an hiç olmadığım kadar heyecanlanmıştım. Saatte baktığımda Nerdeyse üçtü.

“kızım nasılsın bugün daha iyimisen?”

“evet dayı” dedim usulca.

“bağ sana ne diyeceğem”

Hemen söylemesini bekledim. “annen seni sayıkli onu yoğum bakımdan çıkarmışlar hadi hazırlan onun yanına gideğ”

“ne!” dedim sevinç çığlıklarıyla. O an çok mutlu oldum, gözlerim mutluluktan dolmuştu bile. Derin bir nefes aldım annem, beni ağlarken görüp de üzülmesini istemiyordum. Dayımın elini sıkıca tutum “dayı iyileşecek mi?”

Dayım umutsuzca bana baktı. Ne değişir ki? İyileşmeyeceğini doktorlardan daha iyi biliyordum. Hani derler ya tıbbi bir mucizeye inanın. Ben o tıbbi mucizeye inanmıyorum, çünkü mucize hiç bir zaman yanımızda olmamıştı.
Bu kadar sevinmemeliydim. Değişen bir şey yoktu, sadece annem er ya da geç ölecekti. Hiç bir şey değişmeyecekti. Yine de en azından uyanmıştı ona doyasıya sarılacak vaktimiz vardı. Buna bile şükretmeliydim.
Yavaşça yataktan kalktım her yerim tutulmuştu. Günün şeffaf ışığı hastanenin kasvetli havasına karışmıştı.
Bir umut arayışındaydı herkes. Hemşirelerin mesainin bir an önce bitmesini beklerken, doktorların bir an önce elindeki makası bırakıp masa başına geçmesinin bekleyişindeydi. Hayattın bir çok zorluklarında koşuşup duran insanları, bitmek tükenmek bilmeyen koşuşturmacalar..
Ben bir an önce anneme sarılmak hevesinde yanıp tutuşurken, gözlerimde istemsizce yaşlar süzülüyordu.
Her ne kadar istemesem bile gizli saklı ağlayışlar içerisindeydim.

Annemin gözleri kapalıydı. Beyaz bir çarşafla üzerini örtmüş göğsüne bir kaç cihaz aleti bağlıydı.
Şimdi daha çok ağlıyordum, yavaşça adım atıp annemin çarşafına sarıldım.

“anne” diye kısık bir ses çıkardım.

Odanın loş ışığı yüzünü daha parlak hale getirmişti annemin. Daha gençti ve yaşayacağı çok şey vardı. Onun gibiler yeni evlenip yuva kurarken, oysa annem tüm acıları içine biriktirip verem olmuştu.
Bunu neden kendine yaptın anne?
Odanın içinde umutsuz ölüm eşliğinde bir fon sesi geliyordu.  Adeta bas bas bağırıyordu ölüm.

Bir ses geldi uzak ama işitebilecek bir tondaydı. “kızım” demişti. Tüm güçsüzlüğümü bir kenara bırakıp aniden ayağa kalktım. “şekhamm.” Dedi o an ve içime bir burkulma hisi  girmişti.

“anne..” dedim titreyen dudağımla.
Ellerimde titriyordu ve giderek tüm vücudum titremekteydi.

“ağlama g-üze-l kız-ım”

Ağlamak elde miydi?
Çaresizce ölümü beklerken, nasıl sessizliğe baş eğebilirdim. “ağlamıyorum anne sadece sevinçten ağlıyorum..”

“yalan söyled-iğ-ini bilmiyorum eğer üzülüp kendi-ni harap eder-sen sana hak-ımı hela-l et-mem” dedi kısık, boğuk sesiyle zorluklar içerisinde konuşuyordu.

“tamam annem sen ne dersen onu yaparım. ”

“be-nim kuçüğ kızım”

Dayım o sıra dışarı çıktı ona dönüp baktığımda gözleri kan fışkırıyordu adeta. Bizim görmememiz için odadan hızlıca ayrıldı.
Annem dayımın orada olduğunu bile bilmiyordu.
“küçüğüm”

“ha annem..”

“sana bir şey deyeceğem”

“de annem” dedim onun için her şeyi yapmaya hazırdım. 

“kızı-ım sana hasta olduğumu söylemediğim için affe-t be-ni.. Senin mutluluğuna engel olmak istemedim. ”

“benim mutluluğum sensin annem..”

“h-yır kız-m öyle deme.. Be-n öldükten sonra”

Ağlamaya başladım tekrardan “sen ölmeyeceksin! “ dedim hıçkırıkların içinde.

“bu-nu iki-mizde bil-iyoruz”

“anne daha fazla kendini zorlama”

“hay-ır ben iyi-yim ama sana diyeceğim bi-r şe var beni iyi dinle” başımı olumluca sallayıp onu dinledim “baban..” dedi o an. Yine o adamdan bahsederek moralimi daha çok bozdu. “baban-dan he-r zaman habe-rim vardı.. Sana söylememin sebebi seni daha fazla üzmek istemiyordum.. affet güzel küçüğüm. ”

“anne.. Asıl sen beni affet.. Senin değerini bilmedim şimdi yokluğun daha acı..”

“olu-r mu heç öyle sen olmasa-ydın be-n ayakta nasıl dururdum.. Şimdiye kadar yaşad-ğı-ma şükretmeliyim.. Sen olmasaydın ben hayatta neyle tutunurdum..”

“anne” dedim acı acı ağlayıp gözlerimi sildim. “beni bırakıp gitme..” dedim hıçkıra hıçkıra ağlayarak.

“kızım, senden son bir isteğım olacak..”

“söyle buyur annem..”

Bir müddet sustu ve derin nefes alıp gözlerimin içine baktı.
“kızım bab-an senden son isteğim olacak onu buraya getir..”

Donuk bir şekilde ona baka kaldım. Gözlerim o an kocaman açıldı, beynimde bir şey şakladı. O adamı nasıl!
Bunu benden nasıl isteyebilir?
O adamı asla çağırmam!

“bunu benden nasıl istersin”
Dedim. Öfkeli bir şekilde ona baktım resmen deliye döndüm.

“kızı-m biliy-orum ona kız-gınsın ama şu öfkeni bir kenara bır-ak onu so-n bir de-fa görmek is-tiyorum.. Gözüm açık gider.. Bu-nu bana çok görme!”

“hala o adamı görmek mi istiyorsun?   Anne o seni bu yatağa koydu. O senin hayatını mahvetti. Bizi bu hale o getirdi. Böyle bir şeyi yapmam..” dedim ve devam edecekken içeriye doktoru ve hemşiresi girmişti.
Tansiyon ve kalp atışını kontrol ederken “hastayı yormayalım, lütfen dışarı çıkın!”

Öylece anneme bakıp ifadesizce odadan ayrıldım. Kendimi daha fazla kötü hissettmiştim. Oysa oraya giderken ne kadarda mutluydum. Daha ona sarılıp onu öpemeden, kendimi uçurumlarda buldum.
Böyle bir saçmalıkla karşılaşacağıma hiç girmeseydim daha iyi.
Benden nasıl böyle bir şey isteyebilirdi ki?
Bu olamazdı. İmkansızdı.
Ben kabus görüyordum, kendi elimle kendi dilimle o adamı buraya davet edecektim.
Bizi terk eden o değilmiş gibi.
Biz onu bırakıp gitmiştik ve şimdi pişman olup onu çağırma eylemindeyiz.
Benimle dalga geçiniliyordu ama hiç sırası değildi.





Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin