25

47 7 2
                                    

Ellerini elimin üzerine verdi, sesindeki güven korkusuzca bakışları beni başka korkutmuştu.
Ben korkuyordum ama korkum farklıydı.
İçimde kötü bir his vardı acı veren bir his..
Durmadan sızlıyor.
Okan, kapıya bakmak için bir kaç adım attı. Kim geldiğini umursamıyorum, bu gerçekten umurumda değildi.
Belki bu harabe evin sahibi gelmiş ve ya burayı sahiplenen biri.
Ters giden bir şey vardı farkındaydım. Yüreğimi burkuyor içimde sancılar vardı.
Çok uzaktaymış gibi tersine gidiyordu.
Okkan biriyle konuşuyordu, bende bu ters giden şeyi unutmak için ona doğru  gittim. 
Ayaklarım sendeliyordu sanki.
Ters giden şey beni iyice kendine sarmalamıştı. Bu bir yanılgı olabilir neden bu kadar endişe duyuyorum, işte ben bile bu sorunun cevabını bulamıyorum.
Kapıda yaşlı bir adam durmuştu okan’a bir şeyler anlatıyordu. Yaklaşıp onu dinlemeye koyuldum.

“sen kimsen”  dedi şiveli bir şekilde “oğlum ne işin var senın burada?”

“amca ben..” dedi okkan “ben.. Gidecek yerim yok uzun süredir burayı boş buldum”

“boş buldın diye hemen yerleşisen. Oğlum sen siye gel burası benım mekanım..”

“tamam amca ne kızıyorsun çıkarım”

“baksana çıçeklerım de solmış”

“amca ben yenilerini ektim valaha”

“hadi lan oradan sen ne anlisen çıçeklerden..”

“ben anlarım çiçeklerden”

“yüzünden beli çıçeklerden anlamisen sen kara gül hiç ektın mı?  Hı..”

“amca hiç kara gül duymadım ilk defa senden duydum”

“bak hele anlimiş bu mu senın anlaman.. Sen sefa çıçeklerden hiç anlamasen onlar gündüzleri sefa çeker geceleri ay gıbi parıldar.. Kara gül hiç bir memlekete ekilmez ekilse bile bir kaç günde solar onlar yalnızca halfetide ekılır.. Ben ekip burada bir sürü kara gül yetiştirdim sen ne anlisen”  yaşlı adam durmadan söylendi.

Kapıyı araladım beyaz saçlı, Beyaz sakalarıyla ay gibi parıldıyordu yaşlı adam.
Ona bakınca kendimi iyi hissettim, sıcak bir yüzü vardı.
Konuşmalarımda bir o kadar komikti.
Anlaşılan arada buraya uğruyor, Belkide uzun bir yolculuğa çıktı diye gelmedi.
Kapıyı tam açtım ve yaşlı adam beni görmüştü, görmesine ağzı açık kalmıştı.
Ne oldu der gibi baktım.

“neden geldin bu adam senin burada olduğunu bilmemeliydi.” diyerek kulağıma fısıldadı.

“bir şey olmaz. ”

“biliyorum bir şey olmaz ama adam kaçığın teki”

“abartma” dedim ve yaşlı adama döndüm. Yaklaşık atmış yaşındaydı. Böyle davranması normaldi hele ki yalnızsa laf gevezeliği yapacak birini arardı yaşlılar.
Oysa onları dinlemek bir erdemlilikti, aslında dinlenecek biri varsa hayatta bir çok deneyim yaşamış yaşlılar olması gerekirdi.

“o bir kızda varmış” diyerek okkan’a baktı “daha yoğ mu birileri şimdi sen leşleri buraya getirmişsen.. Bu kız öyle birine benzemiyi.. Her neyse müsade edersenız içeriye buyur edeceğem”

“amca lütfen sorun çıkarmayın, sadece iki kişiyiz birazdan çıkarız”

“ama” dedi okkan

“okkan lütfen”

“yoğ kızcağızım kalın, ben sana öyle demek istemedım.. Bu gavat beliki ahlağı yoğ”

Ben dönüp okan’a baktım. Bir an güldüm, aslında komikti. Oda zoraki bir sırıtmayla benimle alaycı bir ifade verdi.

“heh o zaman” dedi yaşlı adam “ben bu kızı sevdım sen burada kalabilisen
Ama.. Bu gavadı bilmem”

“benim hatırım için oda kalsın”

“eh.. Senin hatrın için oda kalsın”

“aman ne mutlu bana” dedi okkan öfkeyle.

“sakin ol rejisör” dedim sonra yaşlı adam içeriye girdi.
Evin değişmiş halini ağzı açık baka kaldı. “sen burayı düzeltin?”

“yok amca şuradaki gavat yaptı”

“lütfen sende yapma hem gavata ne demek oluyor? Siz Urfalılar hep kendi kafanıza göre yaşarsınız.”

“heh beklemiyem bu adamdan, neyse güzel olmış” diyerek evin her yerini kontrol etti.

En son arka taraftaki odanın pencereden ayaklarının altında olan şehri izlemeye koyuldu.
Bende kapının pervasında onu izlemeye koyuldum.
Bu yaşlı adam harabe eve neden bu kadar bağlı ki? Diye düşündüm.
Gerçekten de evi yok muydu?

“yapma Allah aşkına şu yaşlı bunağın yanında” diyerek kulağıma fısıldadı okkan.

Gülmeye başladım, komik olan sürekli okkan’nın bu memlekette hiç sevilmemesiydi. Her defasında biri onun yakasından tutuştururdu.

“neden?” diye sordum “bu memlekette samimi bulunmuyorsunuz bay İstanbullu, yok yok bay Avrupalı”

“çünkü bayan Arap benim ve sizin aranızda çok fark var.. Burada medeniyet sıfırdayken bende yüzde yüzdür”

“öyle mi, yaşlı adamı nerdeyse dövecek gibi bakıyordun. Ben gelmeseydim yaşlı adamdan yiyecektin beşliyi”

“hmh öyle öyle”

Biraz sonra yaşlı adam yanımıza geldi. Okan’a sert bakışlar atarken “sen” diyerek işaret etti okan’ı “bu kızcağızı ne diye zorlisen”

“benim kimseyi zorladığım yok!”

“o zaman bu kızcağız neden gözleri sürmesı akmış”

“o benim sevgilim”

Yaşlı adam dönüp bana baktı “doğri mi söyli? “

Yaşlı adam bana bakarken ben okan’nın gözlerinin içine baktım. Beni kandırıyormuş gibiydi gözleri, her defasında kaçamak yapıyordu. Bir şekilde beni elde etmeyi beceriyordu.
“evet amca” diye yanıtladım ve tekrar gözlerine baktım oda benimkine.
Kaybolduk o yolculukta, öyle bir yolculuktu ki tren yolu gibi uzuyordu.
Tekrar yaşlı adama döndüm.

“siz ikiniz aşıksınız”

Dönüp okan’a baktım “bunu adama sormalı çünkü kadın sever her zaman, adam terk eder”

“seni terk etmeyeceğim”

“bağ buna sevındım” diyerek bana baktı ve eliyle saçlarımı okşadı. “seni görür görmez kanım ısındı belli ki birbirinizi sevisınız..” diyerek ters ters okan’a baktı “bu kızı üzecek olursan benı karşında görürsen.. Bakma yaşlı olduğuma kızdığımda adamı yerim”

“belli oluyor” diye mırıldadı okkan.

“neyse sizı böyle görmeğ benı sevındırdi. Adınızı soyleyin bağalım”

“benim adım şekha”

“benim ki okkan”

“eyı bakalım bende  Yusuf Züleyha’nın Yusuf’u”

“Züleyha’nın Yusuf mu!” dedi şaşkınca okkan. “oda kim? ”

“seni cahil” dedim

“he kimse bilmiyor züleyha’nın Yusuf’nu gel hele sana züleyha’nın Yusuf’nu anlatayım bu bildiğimiz peygamberin hayatları değil biliyoruz ki onların hayattını yaşayacak zeresi yok bizde. Ama.. Sizden benden önce bu evde züleyha Yusuf yaşardı. ”

“ne! ” dedim ”Züleyha Yusuf mu yaşardı!”

“evet” dedi “Züleyha Yusuf yaşardı. Hele gelın oturun size anlatayım”

O yerde oturdu ikimizde kulaklarımızı dört açıp onu dinledik.

“bir zamanlar iki süt kardeş vardı bunlar bilmezlerdı süt kardeş olduklarını.. Bir zaman gelir ikisi büyür birer genç olurlar, sonra ikisi hemide çoktan birbirilerine gönül verirler velhasıl bunlar şu diyara çıkar buluşurlarmış.. Kimsenin bilmelerinide istemezlermiş, birlikte saatlerce buluşur hayaller kurarlarmış.
Sonra ikisinin aklına bir fikir gelir, tam da şurada bir ev inşa etmeye niyetlenirler.
Yusuf bunun için para biriktirir ve çalışıp bu evi inşa etmeye kalkar.
Arada yemek yaparak ona yardımcı olur Züleyha’sı.. Akraba oldukları için aralarındaki bağ fazladır. Bir zaman gelir bunlar ikisi süt kardeş olduklarını anlarlar, tüm şehri hüzün basar.
Mesafe girer aralarına, oysa değil biri bin bir kişi girse bile aralarını açamazdı.
Ne yazık ki bunlar birbirinden kopup yabancılaştılar.
O kadar soğuktu ki araları sanki hiç yaşamamışlar bu aşkı..
Bir gün Yusuf gelir burayı inşa etmeye Yusuf’un hala umudu vardı, belki üzerindeki lanet kalkabilirdi.
Lanet onları sarıp sarmalamıştı.
Artık onlardaki aşk divaneye dönüştü ve artık herkesin diline düşüp divane aşıklar diye anıldı. Yazık ki bu hale getirenler.
Kızcağızın amcaları öğrenmesin dilden dile dolaşıp ta ki babası duyana kadar. dedikodu ona hemen ulaştı ölüm şart dediler. Züleyha bunu öğrenir öğrenmez Yusuf’una koştu. Öyle koştu öyle koştu ki buraya yetiştiğinde kanatları oluşmuştu. Tam Yusuf’una kavuşacaktı ki şuradaki uçurumdan uçup gitti..”

“nasıl uçup gitti”

“bir beyaz bir güvercin olup uçtı hem de öyle uçtı ki ne gören oldu ne de duyan oldi öylece uçtı”

“peki Yusuf” diye sordum.

“Yusuf öylece uçurumdan uçtuğunu gördü. Sonra yıllarca onlara ait bir bu eve geli ama ne fayda ki züleyha’sı yoğtu o zamandan beri hep züleyhasını bekler bende burayı o ölmeden önce keşfettim sonra ölmeden önce dedi kı burası yüzyılın aşkın mabetidir gelen gidene anlat anlat ki, züleyha’yı bilenler buraya ziyarete gelsin, aşıklar birbirinin kıymetini bilsin nerdee!  Bu zamanda aşk olmuş maşk”

“haklısınız” diye söyledim ve okkan sert bir ifadeyle bana baktı.

“aşkı maşk yapanlardadır hata oysa, büyük leke vurarak insanı aşktan soğutup onları korkuturlar. Aşk cesaret ister, yürek ister gurur dinleyip pat diye dalmaktır. Aşk onun ateşinde yanacağını bilerek içine dalmaktır..”

“bağ ilk defa doğru bir şey söylisen, aferim” dedi Yusuf amca.

Ben öylece Yusuf amcaya baktım, ona amca dememin sebebi dayımla aynı ismi takınmasıdır.
Ne güzel olurdu böyle bir amcamın olması nur yüzlü, temiz kalpli birinin amcam olması ne garip!

Ben babamın gidişine bile tahammül etmezken, amcama hiç tahammülüm yoktu.
Gözlerini dikip bana baktı, gözleri gizli bir yeşildi. Hiç ama hiç gözükmüyordu. Orta boylu tombul mu tombul hoş bir kilosu vardı.
Saçları ise kar beyazına bürünmüş, yıllar ondan çok şey koparmış gibiydi. Bir sırı vardı ve kendinden bile saklıyordu.
Sorun neydi acaba?
Neden merak ediyorum bilmiyorum.
Okan dönüp bana baktı “sende öyle düşünmüyor musun canım? ”

Canım demesi ne güzel bir hissti. Az önceki kızgınlığından hiç bir eser kalmamıştı. Anlayamıyorum aniden öfkeleniyor sonra kendi kendine yumuşuyor, gerçekten hiç bir zaman onu anlayamayacağım.

“evet öyle canım. ”

O sıra Yusuf amca bahçeye çıktı. Uzaktan onu izlemeye başladım, tüm çiçek ve gülleri elleriyle okşuyor kokusunu içine çekiyordu. Kendi elleriyle ekmiş gibi hepsini tek tek kontrol ediyordu.

“çok acayip bir adam değil mi?” diye sordu okkan.

Yavaşça gidip ona sokuldum, oda beni kendine çekti. Şu an ona çok ihtiyacım vardı, nedeni bilmediğim bir sıkıntım vardı. Bir türlü geçmiyor geçmeye niyeti yoktu.

“evet öyle” diye yanıtladım “Züleyha nasıl olur da güvercin olur?”

“bazı aşklar kutsaldır. ”

“bizim aşkımız gibi. ” dedim sırıtarak.

“bizim aşkımız kutsal değil, bizim aşkımız yeryüzünde en güzel kutsal aşktır. Kimisi severken sevgiye aşık olur,  kimisi aşka aşık olur. ”

Okkan’nın gözlerinin içine bakarak tebessüm ettim. Ona bakaraktan tüm acılarımı unutuyordum.

“gel güneş batmasına bir saat var dışarıya çıkalım. ”

Başımı aşağı yukarı salladığımda, bileğimden tutarak dışarıya çıkardı beni. Temiz havayı içime çekmek daha iyi gelmişti.
Gökyüzü masmavi günün ağrımasına daha çok vardı.
Şerit halinde altın gibi parıldayan kuşlar üzerimizde uçuşuyordu. Bu kuşların adı göçmen kuşlardı. Ellerimi havaya kaldırdım ve daha sonra elime boynuma bağladığım yeşil şalımla uçuşturmaya başladım. Çocuk gibi davranıyordum adeta, bu benim daha çok hoşuma gidiyordu.
Böyle yaptığımı gören okkan, elimdeki şalı alarak iki eliyle bir sağa bir sola savurdu.
Elinden almaya çalıştım ama inatçıydı. Peşinden koşuşturup durdum.
“ne kadar yakışıklıyım ya baksana peşimde sürünüp duruyorsun” diye alay etti.

Bende ona dil çıkartarak yüzümü çemkirdim. Yusuf amcanın bizi izlediğini fark ettim, bizi izlerken ne kadarda özenmiş gibi gözüküyordu. Belkide onunda yıllar öncesi kaybettiği bir aşkı veya uğruna savaştığı biri vardı. O an onun için üzüldüm.
Ne kadar şanslı olduğumu fark ettim, geç de olsa mutlu olmaya yakın bir çizgiye ulaşmıştım. Bundan sonra her şeyin daha güzel olacağından emindim.
İçimde kuşlar ötüşüyor tik tak kalbimin sesi kulağıma kadar geliyordu.
En azından şimdilik mutluydum. Umarım kısa sürmez!
Okan koşar adım belimden kavrayıp beni havaya kaldırdı, durmadan kıkırdıyordum.

“ne kadar çocukça davranıyorsun. ”

“öyle mi” diyerek peşimden koştu. Uzağa doğru koştum iki kayanın arasına girdim ve yere çöktüm. Nefes nefese kalmıştım. Siyah saçlarım tenime yapışmış silik bir ifadem vardı. Oda koşar adım yanımda oturdu, ikimizin nefesi soluksuzca birbirine karışıyordu.
Nefeslerimiz karıştıkça gökyüzünde gökkuşağı oluşuyordu sanki rengarenk.
Güneş tenimize değdikçe yakıcı sıcaklığı hissetmiyorduk, çünkü içimizdeki sıcaklık ondan daha kavurucuydu.
Okan birden elimi sıkıca kavradı. Kalbim en son derecede atıyor ve istemsizce titriyordum.
Dudaklarımda değişik bir şey oluyordu, sanki içinden bir şey çıkacak gibiydi.
Elimi kayaya dayadı ve yanıma sokuldu. Burnumun ucuna hafif bir öpücük kondurdu. Daha fazla dayanamamıştım hızlıca ondan uzaklaştım çünkü nedensiz bir korku vardı içimde ama bu korku hem heyecan, tutku bir o kadar mutlu vericiydi.

“geç oldu gitmem gerekiyor”

“korkuyorsun! “

“ne?”

“buna biz kaçamak diyoruz Arap kızı”

“hayır gerçekten gitmem gerekiyor. “ dedim yüzüm kızarırken.
“annem bu aralar hasta, bende bilmiyorum neyi var. Onun yanında olmam gerek yoksa daha kötü olabilir. ”

“anlıyorum” diyerek başını eğdi. Bir an oda utanır gibi oldu ve başını kaldırdı “özür dilerim, seni zor durumda bırakmak istemem, o yüzden seni ben bırakayım.”

“hayır. Özür dileyecek bir şey yapmadın. Ama ben kendim giderim eğer biri görürse bu kötü olur”

“yanından hiç ayrılmak istemiyorum, eğer benden uzaklaşırsan bir parçam kayıp gibi hissediyorum. Sensiz nefes almak bile istemiyorum, Seni ben bırakayım. ”

Gözlerinin içine bakıp yanına yaklaştım ve ellerini sıkıca tutum. “parçalar bizim bulabileceğimiz şeylerdir ne zaman bir şeyini kaybettiğinde ellerini kalbine ver, hala kalbin atıyorsa o içinde yaşıyorsa demek ki kayıp senin bilinçaltındadır. O yüzden gitmeme izin ver elini kalbine koy ben ordayım”

“ya orada olmazsan?”

Elimi başına vurdum “o zaman beni sevmiyorsun demektir. ”

“hayır seviyorum.. Sadece.. Orada seni hissetmesem.”

“o zaman aklını yokla eğer üç defa kalbin atıysa oradayım, oradan hiç ayrılmadım”

“tamam” diyerek uslu bir çocuk gibi gülümsedi.
Bende büyüklük taslar gibi elimle saçını sıvazladım. “afferim küçük çocuk” diyerek hızlıca koşar adım uzaklaştım. Beni kovalamak için kalkıştı ama uzaktan bir öpücük attı.

Bende güneşin yansıması ardında ona el sallayarak yüzlerce öpücük attım.
Geriye güneşin yansıması bir adam kalmıştı, dağlarda tepelerde uzanıp gidiyordu.
Sıcaklık şimdi başlamıştı. Ondan uzaklaştıkça korka korka mahallerden gerisin geri yürüdüm.
Korku gittikçe bedenimi sarıyor, içimde dehşet içinde sıkıntıya giriyordum.
Bir tuhaflık vardı sanki ve ben ne zaman bir tuhaflık olduğunu hissetsem genelde hep yanılırım.
Bu da bir yanılgı olabilirdi.
Yani bir annenin çocuğu eve geç gelmesiyle kurguladığı senaryolar gibi.
Acaba yirmi beş kere bıçaklandı mı?
Ya da bir kamyonetin altında mı kaldı?
İşte öyle tuhaf şeyler. Sallana sallana caddelerde boş mahalleden ilerleyerek bir yandan kendi kendime gülüyordum.
İçimde sevinç çığlıkları vardı ve bunun yüzde doksanını dışarıya yansıtıyorum.
Çabuk eve yetişip şöyle uzunca anneme sarılıp doya sıya onu öpmek istiyordum.
Son zamanlarda onu çok ihmal etmiştim, şimdi gidip onu teselli edecek bir sürü gırgır yapacaktım.
Mahalleye yetiştiğimde bir ışık yanıp sönüyordu. Güneş gözüme değdiği için pek göremiyordum.
Allah Allah komşulardan birine bir şey mi oldu? Diye düşündüm.
Yakınlaşarak şöyle uzunca baka kaldım.
Evimizin önündeydi ve bende aklım bir karış izleyip durdum. Koşar adım yaklaştığımda bizim evden birilerini alıyorlardı.
Bizim ikizlere mi bir şey oldu?

İçimde bir boşluk kendimi kaybolmuş hissediyordum. Gözlerim dolup taştı, kalbim bedenimden çıkacak gibiydi.
Kalbim aralıksız atıyordu, nefesim.. Galiba nefes alamıyorum. Derin nefes almaya çalıştım ambulans vardı evimizin önünde.
Yalpalayarak yürüdüm, aynı zamanda bayılırcasına yürüdüm.
Ambulansın açık kapısından izlemeye başladım.
Acaba ne oldu?
Bu kim?
Derken ölü gibi yatan annemin kablolarını bağlıyorlardı.
Bu kabloda neyin nesiydi?
Ne kablosuydu!
Solunum cihazına bağlanmıştı, galiba nefes alamıyordum.
Diye bağırmak istedim yalnızca yapabildiğim susup izlemek.
Dilimi yutmuştum, sevinçten deliye uçarken, kıkırdayıp gülerken o dil istemsizce oynuyordu şimdi neden yok?
Kimse neden bana bir şey demiyor. Şu yaşananlar sadece bir kaç dakika ama benim yüzyıllarımı alıyor.
Etrafımda her şey karmaşa, başımın içinde dönüyordu.
Bir hayal beni tutsak alıyor, kalbimi sökerken bıçak gibi sızıntılar giriyordu.
Ben ne düşünüyorum? Neden konuşamıyorum?
Kendimi o kadar zorladım ki nafileydi.
Nefesim yavaş yavaş kesiliyordu.
Gözlerim kararıp “anne..” dedim boğuk bir sesle ondan sonra hiç hatırlamıyorum.

Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin