Bazen dokunduğun şeylerin gerçek olup olmadığına inanamazsın.
Bazen bir rüya gibi belki de bir hayal..
“Seni seviyorum” diye bağırdı.
Utancımdan başımı yerden kaldıramadım ve yüzüm bir domatesle aynı eşitlikte kızarmasını istemiyordum.
“Lütfen sus! Ne olur” diye yalvarsam da nafileydi.
“Başını kaldır insanlara beni sevdiğini söyle çünkü ben ölüyorum sende öylesin..” diye omzumu sarstı.
Karşımda duran adamın gözlerine baktığımda hardal sarısı gözlerine rastladım. Ben bu adama aşığım ve şimdiden beni bıktırmıştı.
Gözlerim onun gözlerine tutsak olmuştu.
Şairin dediği gibiydi.
Andırırsın beni bana, bana beni,
Dediklerinde, duyduklarında.
Yazdıklarımda seni bana, bana seni.
Söylemesem bile, saklamadıklarımda.
Ah hep aklımda, hep aklımda;
Andırırsın seni sana, sana seni,
Közlerinde, kulaklarında, dudaklarında.
Bunu sadece içimde haykırabiliyordum. Sibel hanıma bugün çok mahcup olmuş, ona bakamıyordum utancımdan.
Kızlara gözlerimi çevirdiğimde ağzı açık bakıyorlardı. Kendimi ondan geri çekip kızlara doğru yürüdüm. Sibel hanım arkasındaydı ve ben bugün işime son vermeye niyetliydim.
Çantamı alarak kapıya yönelip Sibel hanıma bakmaktan utanarak
“Sibel hanım ben çok özür dilerim böyle olmasını bende istemezdim” diyerek kapının tokmağını açtım.
“Nereye böyle daha saatin bitmesini var” diye bağırdı Sibel hanım.
Ona dönüp baktığında gözleri her zamankinden daha sıcaktı.
Yüzüm durgun ve içimde ateşler fışkırıyordu.
“Dur böyle çocukcağızı böyle yüz üstü bırakıp nereye? Daha ona karşılık vermeni bekliyorum” dedi Sibel hanım.
Ben ağzı açık okan’a baktım. Onun ise gözlerinde acı dökülüyor ve sanki bir umuda bağlamış gibiydi. Elindeki kamera, bilgisayarı salonun ortasına bırakmıştı.
Belkide ben haksızdım, belki de ben onu sevmek istemiyordum.
Neden sürekli onun beni kandırıp gideceğini düşünüyordum ki?
Ben aşktan korkuyordum. Annemin babama olan aşkı gibi büyüyerek saplantı haline gelmesinden korkuyordum.
İyi de babam bizi bırakıp gitmişti, ama okkan böyle yapan biri olmayacaktı. O sevdiği kadını bırakıp gitmezdi.
Bir insan sevmeseydi peşinden bu kadar koşar mıydı?
İş yerime kadar gelmesi çok acayipti. Beni sevmeyen bir insan bu kadar acı çeker miydi?
Ah şekha.. neden bu kadar katısın. Hep beni mutlu eden kişileri hayatımdan istemiyorum ama beni mutsuz yapan insanlarda hayatımda bulunduruyorum.
Adımlarımı ona atarak yorulmuş bedenin yanında dik bir şekilde durdum.
Ah okan, benim canım yanmıyor mu sanki? Demek geliyordu içimden ama söylediklerim yalnızca kursağımda kalıyordu.
Durgun gözlerinde bir kış baharın solgun çiçekleri gibi, solgun bir rüzgar gibiydi.
Estikçe içimdeki alev daha şiddetleniyordu.
“Bana söz verirsen senin olmaya adarım kendimi. Eğer beni seviyorsan” diyerek gözlerim doldu ve devam ettim. “Beni seviyorsan.. beni bırakmayacağına dair söz verirsen... seni asla bırakmayacağım” diyerek ağlamaya başladım.
Aniden beni kendine çekerek sarıldı. Beni kendine ve bende ona sardım kendimi.
Hıçkırıklar arasında boğuldum ve en güzeli de onun omuzlarında ağlamaktı.
Mesai saatim bitiğinde hala bugün yaşadığım olaylar gözümün önünde geçip durmuştu. Bana verdiği mutluluk için ona karşı minnettar hissediyordum.
En çokta beni mutlu eden buradaki kızların, gözünün önünde onların yaşamadığı şeyleri yaşamıştım.
Bir ara fısıldaşırken konuştuklarını duydum.
“Ay şu cahil kızın bile dalyan yakışıklı biri var.. ne kadar şanslı bizdeki şansa bak! Sanki şansımızın olanında o çırpıntıya vermiş. Ama yine de çok güzeller ya.. Gerçekten inanmazdım bu kızın böyle güzel bir ilişiklisi olacağını. Çok yakışıyorlar ya”
Diye söylediklerini duydum. Gerçekten bende inanamıyor, böyle bir ilişkimizin olacağını hiç bu kadar ilerleyeceğini bilmiyordum.
Onunla gerçekten çok yakışıyor muyduk?
Bunu daha önce hiç düşünmemiştim.
Hayal ederken gözümün önünde canlandırmıştım. Evet çok yakışıyorduk buna bende inanamıyorum.
Allah’ım bize nazar olmasın ‘maşlah maşallah’ diye mırıldadım.
Sibel hanım çıkmadan önce anahtarı bana uzattı ve yanıma yaklaşarak
“Şu çocuğu kaçırma kim buna cesaret edebilir ki? Hem de bu zamanda... kaçırma! Yakışıklı çocuk. Seni ne kadar sevdiği de çok açık”
Dudaklarıma istemsiz bir tebessüm geldi ve ben başımı eğip “tamam” dedim.
Sibel hanım, bana böyle demesinin tek bir anlam ifade etmiyordu. Çünkü bana mı öyleydi yoksa genel olarak mı öyle davranırdı bunu anlayamamıştım.
Onu buz gibi dik ve mükemmelliği seven katı bir kadın olarak hayal etmiştim.
Bugün beni fazladan şaşırtmıştı. Kendimi diyarları aşan hayallerde bırakmıştım. İş bitiminde hoplaya zıplaya kuaförden çıktığıma inanmıyordum. Gittikçe çocuklaştığımı ve her insan aşık olur benim aşık olmam beni niye çocuklaştırıyor. Hata bir ara yolda geçen bir arabanın müziği kulağıma gelince, omzumun kendiliğinden hareket etiğini fark ettim. Sonra birden elimdeki küçük çantayı havada salladığımı fark ettiğimde iş işten geçmişti bile.
Mahalledeki çocuklar ve yaşlı kadınlar bana acayipçe bakıyordu.
“Ah kahrolsun Urfa’da yaz vakitleri ikindide herkes kendini dışarıya atar. Çünkü o vakitler daha serin olur. Şu an tam vakti tüm herkes bana bakıyor.. ne komik biir durum’ diye söylenip mahallerden ilerledim.
Arada çocuklarla ip atlıyor ve bazen erkeklerle top oynuyordum. Bu halime inanmıyorum.. kesinlikle bu ben olamazdım. Ben böyle şeyler hiç yapmazdım ki?
Acaba hasta mıyım? Derken ip atlamanın eğlencesine daldım ve o anda tanıdık birine gözüm takıldı.
Lüks bir arabadan inip bana doğru adımlarını atıyordu.
Yaklaştıkça yüzünü fark ettim. Bu dayımın oğlu mahsumdu.
Neden buradaydı? Yoksa beni mi takip ediyordu?
Belki bir şizofrendir! Çocuğu deli yaptım, niye bu kadar saçmalıyorum.
Zaten onun bana bir zararı gelmez yani öyle düşünüyorum. Genelde Arap aşiretine göre bir kız bizden olmayan birini sever ve evlenmeye kalkışırsa dayı oğlu, amca oğlu araya girip onu sevdiğinden ayırır. Sonra da basar bir nikahı, ömür boyu başkasını seven bir kadına sahiplenmek ister ama o kadın ömür boyunca o adamı sevmez. Sonra adam bunu fark etiğinde şiddete başvurur. Sonra yığınca çocuklar dünyaya gelir ve çocuklar ters psikoloji olarak büyür. Erkek dışarıda ya serseri, ya da hırsız ve ya bir ailenin ırzına göz diker. Anne ise o acılara boğulur, zaten hayatında kendine ait olan bir şey kalmadığını düşünür. Ne bu hayattan fayda alır, ne de fayda verir. Kocası denen adam, da hayattan ümidini keser artık karısıyla da uğraşamaz.
Kim sevdiğini başka bir adam tarafından ayırmış ve zalimce şiddet görerek sever ki? Bu anlattığım hikaye masal değil gerçeklerin ardında saklanmış sırlar. Mem-u zin’in aşk hikayesi gibi. Aralarındaki şeytan yüzünden mezarda bile kavuşmayan aşıklar. İşte benim tüylerimi ürpertiyordu annem anlatırken. “aşk “ derdi annem “hiç bir zaman mutlu olarak bitmemişti, mutluluk içinde bitmişti sonra da mutsuz sonlar acı ile biter. Yarım kalmış aşklar ise her gün taze çay gibi demlenir, demlendikçe de koyulaşır”
Benim dayı oğlu da bana bu acıyı vermeyecekti. Ben dayım oğlunu tanırım kendisini sevmeyen bir kadınla evlenmeyi asla istemez.
Arabanın içinde Bana ifadesizce baktığında bende onun konuşmasını bekledim.
Birden yüzünde sıcak bir ifade belirlendi ve “mutlu olmak ne demek?” Dedi aniden.
Ben ona şaşkın ifadeyle bakarken güneş tam gözüme yansımıştı. Gözlerim kapatıp açtım “ne!” Diye cevap verdim.
“Yani demek istediğim sen böyle değildin... şimdi çok değişmişsin ve bu halin eskisinden daha parlak..”
“Öyle mi” dedim. “İnsanın parlaması için ışığın olmasına gerek yoktur... sadece bir mutluluk yeterlidir”
“Doğru” diye yanıtladı ve hiç davranmadığından daha sıcak davranmıştı. Birden dudaklarında bir sırıttma belirlendi “ seni evine bırakayım” dedi.
“Hayır ben yürüyerek eve giderim”
“Lütfen” dedi ısrarla nerden çıktı ya bu.
“Ha..yır ben yürümek istiyorum içerisi bunaltıcı olunca temiz hava alarak eve gitmek istiyorum”
“Peki.. bende seninle gelebilir miyim?” Dedi.
Hayret ilk defa kibar davranmıştı, yoksa bu fırtına öncesi sessizlik olmasın mı?
Aman ne zararı dokunur ki! Taciz edilecek değil ya..
Mahalleden yavaş adımlarla yürümeye başladık.
Ben hayallere dalarken bir anda onun sıkıcı sessi kulağıma ilişti.
“Ben Ankara’da okurken sen neler yaptın?”
“Ne yapmış olabilirim sence uzaya yolculuk yapacak değilim ya..”
Bir anda gülmeye başladı “doğru değil mi ne ayabilirim sence köyde kazma vurdum ektim piçtim hayvanlara baktım o kadar”
“Bilmem seni en son gördüğümde şimdiki arasında büyük fark var ondan söyledim”
“beş altı yıl oldu sen gideli ve altı yılda neler olmaz” diyerek sustum.
“Doğru” dedi ve devam etti “ama Nesra, büşra diğer kuzenlerim hepsi aynı kalmışlar.. Açıkçası onlara bakınca acıyorum.. Hayattı hiç ama hiç sorgulamayan insanlar olmuşlar” dedi ve o an gözlerindeki manayı anlayabilmişti.
“onlar hayatlarından hiç bir beklenti beklemeden düz olarak giderler. Hiç bir zaman ne olduğunu bilmediği bir hayatı yaşarlar, yaşlanınca da menopoza girerler.”
“oysa ben onlardan öyle bir şey beklemiyordum. Hepsi lise bitirmiş insanlar söyler misin şekha, bu şehirde kimse onlar kadar şanslı değildi. lise bitirmişler ama hiç bir şey öğrenmemişler. “
“öğrenmek” dedim “okulla olacak iş değil.. Okumak insana bilgi öğrenmişlik verseydi herkesten filozof çıkardı. Doğuda da cahil kavramı olmazdı”
“ben şimdi daha iyi anlıyorum, şu doğu insanından bir şey çıkmaz”
“sen şimdi mi anlıyorsun. Ben, doğduğumdan beridir bu cahil insanlardan bir şey çıkmayacağını biliyordum.”
“senin kadar zeki olamadım” diyerek gözlerimin içine baktı. Gözlerimizin rengi hemen hemen aynıydı. “eğer şekha sen okul okuyor olsaydın benden bile zeki olurdun.. Ben tıp da Türkiye birincisi oldum sen ise ulusal arası birincisi olurdun. Ben Ankara’da okudum sen Harvard’da okurdun.”
“bu söylediklerin çok hoş ama öyle bir şey asla olmazdı.”
“hadi ama inkar etme, sen de biliyorsun ki sen okula gitmeden okuma yazmayı öğrendin”
“o eskidendi. Şimdi böyle bir şey olamaz. Ve ben o zaman benimki sadece merak hevesti. Merak insana bir evren keşfettirir.”
“işte demek istediğim bu! Sen öğrenmeye meyillisin ama onlar öyle değil ve inan ki insanın zekası eskiden ne ise büyüdükçe daha güçlü olur.” Diyerek bir süre sustu. Yol kenarındaki kaldırımlardan yürüyerek gelip geçen arabalar sessizliği bozuyordu.
“üniversitede okurken, bende hayatımın en zor günlerini orada yaşadım.. her şey kolaydı ama zor olan neydi biliyor musun?” Diyerek birden gözlerimin içine baktı o an, bende gözlerine anlamsızca baktım.
On saniye böyle devam etmesi benim kalbimi acıtı ansızın.
Gözlerimi devirip ondan bir adım uzaklaştım.
“Yalnızlık” diye mırıldadı. “Çünkü herkes gözümde yok gibiydiler.. gece gündüz ders çalıştım geceleri kör olana kadar ders çalıştım.. gündüzleri kördüm zaten insanları göremiyordum tek gördüğüm koca bir karanlık... okul birincisi olmakta ülke birincisi olmakta umurumda değil..”
“Ben..” dedim onun gözüne korkuyla bakıp “neden mutlu değil misin doktor olduğuna”
“Başarmak güzel bir şey ama asıl istediğim bu değil”
Ben adımımı hızlandırıp arkadan onu dinledim.
“Peki istediğine ne?” Diye sordum ansızın.
“İstediğim adalet faşistlere karşı mücadele”
Aniden dönüp ona baktım şaşkınca “ne!” Dedim “faşist mi! Delirdin mi sen! Neden böyle düşünüyorsun ki? Tıpçılar siyasetle ilgilenmezler.. onlar yalnızca can kurtarırlar onunla bununla mücadele etmezler.. çünkü tıpçılar ırkçı değiller. Onlar hayatını bilim ve öğrenmeye adarlar ve asla hiç bir şeyden korkmazlar. ”
“Bende değilim..”
“Peki neden böyle düşünüyorsun?”
“Söyler misin şekha.. bizim doğu şehirlerinde ne kadar çok kan davaları var biz kan davası yüzünden sevdiklerimizi kaybetmedik mi? Söyler misin en çok açlığı çeken doğu şehirleri değil mi? En çok aile arasında ölüm olan şehir değil mi?
Okul yolunda nasıl hastalanırdık hatırlamaz mısın? Sonradan benim babam zengin oldu ama sen o okul yolunda harap olmadın mı? Kardeşlerin açlıktan ölmedi mi?”
“Yeter” dedim bağırarak o an kulağımı kapattım. “Kardeşlerimi söyleme” dedim hıçkırıklar arasında. O an kalbimin sıkıştığını fark ettim ve yere çöktüm.
Eskiyi hatırlamak hiç istemiyordum ama bugün bir daha geçmişle yüz göz oldum.
Mahsum’da yere çökerek omuzlarımdan tutup “özür dilerim sana hatırlatmak istememiştim. Ama ne kadar kaçmak istesen de elbet bir gün kabuslarına hayali gelir ve unutma dik durmak bir tek sana yakışır” diyerek çenemden tutup gözlerime baktı “bende kaybettim şekha üzülme bende senin gibiyim.. kan davası yüzünden erkek kardeşimi kaybetmedim mi? Babam biz üzülmeyelim diye araba çarptı diye avuttu bizi.. oysa kan davası yüzünden onun parmaklarını tek tek koparıp dehşet verici bir ölüm olduğunu söylememişti. Sonradan öğrendim bunu..”
O an göz yaşlarımın arasında boğuldum sanki.
bir kaç dakika sonra kendimi toparlayıp gözlerimi sildim. Güneş batmak üzereydi ve ben her şeyi unutmak istiyordum ama yakamı tutumu bırakmıyordu şu illet.
Mahsum kolumdan tutup ayağa kaldırdı “bunun için çok üzgünüm.. seni bu kadar üzeceğini bilmiyordum”
“Adaletin peşinde misin?” Dedim “çok geç artık her şey yıkıldı gitti artık onarması bile güç.. ne geçmiş geri dönüyor ne de biz geçmişi unutabiliyoruz.. çünkü dünyanın kanunu bu! Devlet kanunu gibi değil her yıl yasalar güncellenmiyor.. güncellense bile bize bi çare yok”
“Olacak..” dedi sıcak bir bakışı vardı beni ayakta tutmuştu sanki “eğer inanıyorsan bizden sonrası belki de bize bunları unutturacak bir değişim..”
“Ne değişimi!” Dedim kaşlarımı çatarak “neyi değiştireceksin bırak değiştirmeyi her şey olduğu gibi kalıyor ve dünya geliştikçe biz hiç yokmuşuz gibi.. boş versene” dediğimde evimizin bir mahalle ötesine varmıştık.
Uzunca mahalleye baktım ve sağımdaki mahsuna bakıp “hiç bir zaman sen nee istediğini bilmeyeceksin.. çünkü senin kalbin aklın gibi düz geçit.. “
“Şekha; ben bunu bir tek sana diyorum.. bana fikir vermeni istiyorum bu aralar kafam çok karışık”
“Kafan mı karışık!” Dedim imalı bir bakış atarak adımlarımı ona atıp işaret parmağımla kalbine vurdum. “Senin kafan bana da mı karışık.. dayım sana benden söz etiğinde ne düşündün? Acaba sen bunları söylerken: cahil bir kızı sevmiyorum dediğinde hiç kafan karıştı mı? Kime söylüyorum ki! İnsanın kalbide aklı kadar küçüktür” diyerek arkamı döndüm.
“Sen neyden bahsediyorsun? Neden böyle söylüyorsun?”
“Bunu benden daha çok sen iyi biliyorsun” dedim ve hızlı adımlarla yürüdüm. Arkamdan baka kaldığının farkındaydım.
Bundan altı yıl önce dayım bana çok değer verirdi ve bir gün yanıma gelip
***
“Kızım senı çok severim bilirsin” demişti ve bir kaç dakika sonra annemde geldi.
Avluda oturdu yanımıza imalı bakışlarla dayıma bakıyordu annem.
“Bız annenle qonuşup danıştığ eğer senınde rızan varsa bizim bu konuda onayını almak istedık.. bizim mahsun’la evlenmenı istyoruz” dedi aniden.
Ne diyeceğimi ve neler düşündüğümü bilmiyordum. Açtım ağzımı kapadım kulaklarımı
“Asla o benim kardeşim gibi... nasıl böyle bir şey düşünürsünüz? Aramızda asla böyle bir şey olmaz olamazda!” Diyerek bu konun burada kapanmasını istemiştim.
Ama dayım beni ikna etmeyi başarmıştı ve içimde bir tuhaf bir his girdi. İlk defa kendimi bu duygular içinde bulmuştum. Sevgiye açtım sanki.. Hani oluyor ya böyle sevildiğinizi hissedersiniz! İşte benim içime bir sevgi doğdu ve mahsun’un birinci dönem tatilini bekledim.
O gün gelip çakmıştı. Ona karşı bir aşk mı desem, yoksa sevgi besliyordum.
Belki hayallerim yıkıldığı için kendimi çok mutsuz hissediyordum, bilmiyorum.
Bana karşı çok ilgili davranmış ve bazen Üniversite’deki yaşadığı çok olayı bana anlatıyordu.
Buna inanamıyorum gerçekten oda bana karşı bir şeyler hissediyordu.
Bunu fark etiğimde ayaklarım yerden kesilmişti.
Bir gece avluya çıktığımda arkamdan gelip
“Bu gece güzel bir gece” demişti.
“Evet öyle” diye yanıtladım.
Bir şiir okumuştu ve o gittikten sonra şiir hafızamda yerleşmişti.
Yıldızlar çökerken şehire, bir tek seni ayırsamaya çalışırım. Gözlerinden bir nur süzülse takılır gözlerim gözlerine.
Elimde olan bir şey değil, sadece doğru dürüst sevmeyi bilmiyorum. Bazen ne kadar çok okusam da çözemediğim bir göz, bir sevgidir..
En önemli şeyleri unutuyoruz hayatımızda... Hiç farkında olmadan..
O an aşık olmuştum ama sonrası koca bir yalan, nefrete dönüşmüştü.
Bir daha asla sevmeyecektim yemin etmiştim.. yemin tutulacak bir yemin değildir, çünkü aşk ne zaman nerede çıkacağı belli değildir.
Sonra Üniversite’ye gittiğinde her şeyi yıkıp gitmişti ve ben o enkazın altında ölmüştüm.
“Sevme dememiştim ama beni bu kadar yıkıp gitmen çok ayıp oldu”
Bunu demek istemiştim oysa o hatır bile istememişti.
Ne demişti dayıma “ben bu şehirdeki cahil kızları karım olarak kabul etmem! Hele senin yiyenini asla! Siz benim hakkımda nasıl kararlar alabilirsiniz? Ne hakla! Sizin gibi bir aileyle asla görüşmek istemiyorum” diyerek bir daha memlekete gelmemişti.
Çok gurur yıkıcı değil mi? Her gün aynada kendime bakıp cahil demiştim.
Bir gün pişman olup dönerse asla demiştim.. asla ama asla konuşmayacaktım. Her şey unutulduğu gibi buda unutulmuştu.
İnsanlar yüzsüz olmayı adet edinmişler ve ben salak gibi onların yüzsüzlüklerine kanıyorum.
Neyse her şey biti gitti ve ben başkasına aşığım ondan başka kimse aklımdan çıkmaz.
Oysa herkes kendini düşünür, kimse kimsenin hayallerini yıktığının farkında değildir.
Öyle mahallenin yokuş aşağından bakan adama baktım. Uzaktan çokta küçük görünüyordu. Ben güneşin gölgeliğine saklanmış gibiydim.
Adımlarımı hızlı atarak eve girip, Pencereden baktığımda oda ağır adımlarla uzaklaşmıştı.
Gün yavaş yavaş ağrıyordu ben kendi dünyamda yaşayarak her şeyi unutmaya çalışıyordum
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI)
Ficção Adolescenteİki tutkunun bir araya geldiği, imkansızların olduğu, sınırların var olduğu bildiği halde aşkın tutsaklığına kapılan iki aşk.. Ölümün yakın olduğu, gökyüzünün ise derin olduğu, doğunun karşı konulmaz adetlerin var olduğu unutmuştu genç adam. Acılar...