Bugün her zamankinden sıcaktı. Bunalım ayı buna denirdi. Zaman öyle hızlı geçiyordu ki engel olmak imkansızdı. Her geçen gün parçalarımız eksiliyor, bizde kendimizce her şey yolundaymış gibi yapıp, yaşıyoruz gibi havalarındaymış gibiyiz.
Yolun ilerleyen bir köşede dönüş yaptı ve sabah erkenden uyanmak zorunda mıydım? Bir mağazanın önünde durduk.
“çık dışarı” dedi kabaca
Yüzümün verdiği ifadeyle soğuk tavrına takındım. Kaş arası bir bakış atarken
“ayılar alemine mi geldik?” diye söylendim.
Ağzını yamultarak “he.. Ayılar alemi”
Arabadan indiğim gibi sanki hiç görmemiş gibi etrafa bakındım. Karşımda bir mağaza ve onun yanında fotoğraf, uzayıp giden dükkânlar bulunmaktaydı.
“kazağın yırtılmış” dedi “bu şekilde olmaz”
“ne!” diyerek arkama baktım ve sonra hiç görmediğim bir yırtıklık vardı. Açıkçası berbatı.
“içeri girince görürsün”
Koşarak mağazanın içine girdim, bir müzik eşlik ediyordu. Koşar adım mağazada giyim bölümünden boy aynasından arkama baktım. Utancımdan yüzüm kızardı ve elimi yırtık olan yerleri kapatmaya çalıştım. Nasıl bunu fark etmemiştim, yoksa dündendir sırtıma mı bakıyordu. Öfkeyle arkama döndüm karşımdaydı.
Kalbim hızlıca atmaya başladı.
“sen dündendir sırtıma mı bakıyorsun? Seni pis sapık”
“hey laflarına dikkat et. Eğer hoşuma gitseydi seni mağazaya getirmezdim. Yine de sen öyle düşünüyorsan düşün, ama ben kendimi küçük düşürecek kadar ezik değilim. Senin bu söylediklerin inan ki benim umurumda olmayan şeyler ve sen böyle kötü düşündüğün müddetçe hep böyle kalacaksın. ” diyerek işaret parmağıyla göğsüne vurdu.
“ben sana asla bakmam aynada çirkinliğine bir bak.. Senden güzel kızlar peşimde kuyruk”
Öfkeyle önüme döndüm. Bana çirkin diyor, çok ta umurumda. Sen kimsin ki benim sana bakacağımı düşünüyorsun. Pis kaçık.. Raflara girerek kendime bir elbise seçtim. İnce bir kemerle kapatarak, terliğime baktım. Bununla bir yere gitmekten utanıyordum. Orda bir spor ayakkabı seçtim. Parasını o ödeyecek diye gurur da yapmıyordum, aksine daha fazla şey almak istedim.
Böyle bir mağazaya ilk defa geliyordum ve benim küresel olarak buraya gelmem için daha fazla para yığınına sahip olmama gerekirdi.
Ne de olsa hesabı o ödetecekti. Bu pahalı elbiselere ilk defa sahip olacaktım, giydiğim bir şey üzerimde pahalı olarak duracaktı. Ben bu kadar elbiseye meraklı değilim ama burada kendimi başka dünyaymışım gibiydi.
Televizyonda çıkan o mankenlere özenmiyordum, şimdi onların giydiği o elbiseleri üzerimde hayal etmek beni heyecanlandırmıştı.
Vitrindeki desenli Modalı açık saçık kıyafetlere baktığımda üzerimdeki eski, yırtık elbisenin içinde ne kadar yoksul olduğumu daha çok iyi anlıyorum. Dayımın evindeyken onlara her ne kadar ayak uydurmaya kalksam da, aslında ben yoksuldum.
Nesra’nın giydiği o Modalı elbiseler, kıyafetlere hep özenir ama belli etmezdim. Kim özenmezdi ki nesra’nın elbiselerine her ne kadar uvaş yengem bana yenilerini alsa bile içime sinmezdi.
Utana çekine aldığım o elbiseleri hiç bir zaman almakta istek duymazdım.
Kendime istediğim bir elbise seçmiştim. Nedense içimde zere utanma ve çekinme yoktu, aksine ayakkabıda seçmiştim.
Kabinde giyerek dışarı çıktığım gibi, gözleri benden ayırmamıştı. O bana baktıkça bende ona bakmıştı. Sahi daha önce ona hiç bakmamıştım. Benden yedi santim uzun ve iri yapılı biriydi. Boy aynasından öylece bana baktı.
Bende aynadan ona bakarak gözleri açık kahverengi hata elaya kaçıyordu belki de ilk defa gözlerine bakıyordum. Yüzündeki o heyecan, gözlerinin arkasında saklanmış gizli ifadeler belirlenmekteydi. Yanakları Güldüğünde gamze oluşan bir yapı vardı. Yüzü her ne kadar kötü ve serseri tipine benzemese de, aslında gayet iyiydi. Aslında ben, kimseyi samimi bulmadığımdan ve kişi olarak onunla tek kavgalı dahi olsa konuşuyordum.
Bizim kızların hep ondan bahsetmemesi hiçte şaşırılacak gibi değildi. Acaba oyuncu muydu? Hafifçe tebessüm ettim. Sahi ben en son ne zaman gülmüştüm.
Çünkü komik olan, benim neden bu adamı düşünüyor olmamdı.
Aynadan giydiğim uzun, süt beyazı ve dantele işlenmiş desenlere bakınıyordum. Esmer tenime yakışmış ince belimden sarkmıştı elbise.
Bu elbise saf temizliği ifade eder ama ben saf temiz değilim. Bu elbise hayattan zevk alanlar içindi, ben ise hayattan kopuk yaşıyordum.
Tekrar kabine döndüm, o sıra adını unuttuğum artiste döndüm ve o an adı aklıma gelmişti.
“okkan” diye seslendim
Ne istediğime bakındı “ne oldu bir sorun mu var?”
“ben bu elbiseleri giymem, sen bana ine iplik bul kendi elbisemi diker giyerim. “
“saçmalama” diyerek yüzünde yumuşak bir ifade vardı “hayatında giydiği ve sana en çok yakışan elbise bu.. Neden değiştirip o yırtık elbisene dönmek istiyorsun ki? Elinde bu fırsat varken değerlendir..”
“sen anlamazsın” dedim “kimi elbise vardır içinde ölüler bile duramaz.”
“kimi insanlar vardır elbise üzerinde durmaz” diye yanıtladı. “bak şekha, böyle bir durumda belki bu gibi şeyler giymek içinden gelmiyordur ama hayatta gülümseyerek tutunman gerekir”
O an şaşırmıştım. Bu adamın bana doğruyu yanlışı anlatıyordu ve ben hiç bir zaman böyle pahalı elbiseleri giymek içimden gelmemişti. Gözlerim o an dolmaya başladı. Tekrar boy aynasından kendime bakındım.
“dünü hiç hatırlamıyor gibi yaşa, hiç yarın düşünmeden hayatta devam et! Dün ve yarın her zaman insanda derin yaralar açar” diyerek bir müddet susutu.
İlk defa onunla düzgün konuşuyorduk. İnsanca, kavgasız birbirimize panzehri atar gibi konuşmamıştık. Dönüp ona bakmak için yeltendim ama bir hayalet gibi gitmişti.
Aynadan kendime baktığımda gerçekten de ben, bunu hak ediyorum ve kendime haksızlık yapmam gerekiyor.
Kendime bakmaya dalarken aklımda bin bir soru dönüp durdu.
Dayım.. Ne yapıyordur? Uvaş yenge ne yapıyordur? Neden onlara ulaşamıyorum? Düşünerek kasaya doğru yürüdüm, oda o sıra kendine bir ayakkabı almıştı.
Kendine bakmayı, onun olan her şeyi seven biriydi. Her ne kadar kendini beğenmiş biri olsa bile, onda şunu fark ettim. İnsan insanı sevmesi için önce kendinden başlamalı.
“işim biti.” Dedim ona.
“tamam sen git arabada bekle geliyorum.”
Ben arabaya doğru yürüyüp kapıyı açtım.
Bir kaç dakika sonra oda gelmişti yola çıkmıştık. Nereye gidiyor olmam umurumda değildi. Yolu izlemekten ve duvarlarda asılmış broşür, mağazalar, marketler, kafeleri izlemekle koyulmuştum. Aslında her ne kadar dışardan izleyip kendimi bu alemin içinde uzak tutmaya çalışsam bile, bende isterdim arkadaşımla o mağaza bu mağaza dolaşıp istediğimi almayı. Kafelerde yabancı kahveler almayı. Menüye bakmadan sevdiğim şeyleri sıralamayı. İşte ben bundan çok uzak yaşıyordum ve asla böyle şeylere sahip olamayacağım.
Önce oraya gitmeden kendimi iyi hissetmem gerekir ama ben hiç bir zaman kendimi iyi hissetmemiştim.
Sigaram bitmişti ve ben kimden sigara isteyecektim.
Araba yavaşça durdu. Şehir dışına çıkmıştık, boş bir alan ve koskocaman bir ambarda durduk. Ne yapacaktı burada?
“inebilirsin” dedi sesindeki soğuklukla.
Tek kaşımı havaya kaldırdım. Bir kaç saniye düşünerek, etrafıma baktım. Boş bir alan ve ambarda oraya buraya koşuşturan bir sürü insan. “burada neden ineceğim. Beni evime götür”
“inan ki bende seninle olmaktan çok mutlu değilim. Ama dayın öyle istedi.”
“nasıl!” dedim şaşkınca
“şöyle anlatayım majesteleri amacan denen kişi seni aramaktaymış.. Yanımda olman daha güvenliymiş.. Ortalık sakinleşene kadar buradasın. ”
“hayır ben burada kalmam” diye itiraz ettim.
“o zaman ölmek istiyorsan seni amcana teslim edebilirim. Benim için büyük zevk”
Hemen irkildim. Amcam hala benim peşimi bırakmadı mı? Ona köyü terk edeceğimi ve tarlayı satacağımı söyledim. Evi de satacaktım, satmak zorundaydım, çünkü şehirde kalacak ev almalıydım. Neden bu kadar öfkelendi ki? Daha önce gitmemizi iistiyordu. Şimdi ne oldu?
Bunun altında çıkacak bir şey.
“kapıyı açmayı bilmiyorsan öğretim” dedi sertçe bağırarak.
“gerek yok..” dedim ve tekrar ona döndüm “öküz gibi bağırmana”
Kapıyı açarak dışarı çıktım. Böyle bir yere ilk defa gelmiştim ve Çok garip bir yerdi. Ambarın içini merak ediyordum. Bir kaç dakika sonra elinde bir kaç dosyayla dışarı çıktı. Ambarı açtı gelmem için işaret etti. İçeriye girdiğimde ağzım açık baka kaldım.
O kadar büyük harikuladeydi ki gözüm fal taşı gibi açıldı. Her yer maketlerle ayrı bölüm oluşturmuştu. Yerler Urfa usulüne göre döşenmiş, en köşede afişler kapatılmıştı.
“birazdan patronum gelecek, içeri kalabalıklaşacak sende o fırsattan kaçmaya kalkışma.. Eğer bir sorun olursa beni ara”
Tersçe ona baktım “telefonum yanımda değil”
“niye yanına almıyorsun?”
“o kavganın içinde sen akıl etseydin. Bende faydalanmış olurdum” diye bağırdım.
Yanıma bir adım atarak gözlerini dört açtı.
Bir an gözlerimin içine bakar oldu. Bende onun tutkusuna kapıldım gibi, kirpiklerim birbirine kenetlendiğinde onu içimde hapseder gibiydim.
Bir an gözümü kaçırdım ve etrafa bakındım. İçeriye bir gürültü girmişti. Arkama baktığımda, orta yaşlı bir adamın
“okkan...” diye bağırdığını gördüm.
Ben gözümü okan’a kaydırdım. İsmi okkandı ve ben bunu yeni öğreniyor gibiydim.
“demek ambar bu” dedi okan’a yaklaşarak.
Herkes dışarıda, tüm malzemeleri yerleştirecez. Sende işin ucundan tut.
“halit bey, ben şimdilik bir kahvaltı yapsam”
“kahvaltının zamanı mı! Gevşek ben sana sabah erken kalk demedim mi?” dedi orta yaşlı kır saçlı adam. İlk defa okkan’a biri cüret edip bağırıyordu. Ben ondan korkmuyor gibi yapsam da, aslında o soğukkanlı havası beni ürkütürdü.
“ben yapacaktım yapmasına ama seninle yapmak istedim.” Dedi okkan “Malum uzun yoldan gelmişsiniz, yorgunsunuz böyle Urfa usulü bir kahvaltıya ihtiyacınız var”
“yok yorgun felan değilim derhal bu işleri halet o yeter bana. Çekimler için hazırlık yapmalıyız bir an önce toparlanmamız şart” dedi orta yaşlı adam.
Bende uzunca okan’a baktım. Ağır adımlarla dışarı çıktı ve bir kaç dakika sonra elinde bir kaç aletle geldi. Peşinden bir kaç kişi geldi, daha sonra bir kaç kişi daha sonra on kişi birden girdi. Herkes okan deyip duruyordu. Kameraların parçalarını birleştiren okkandı ve her şeyi yerli yerine koyan yine oydu.
Bu adam, o kadar üşengeçken burada herkesin yardımına koşuyordu.
Kimisi onunla şakalaşıyor, kimisi onu bir kurtarıcı olarak görüyordu. Bazı kızlar naz yaparak onu becerme gibi yanaşmalarına giriyordu. O bunun farkında değildi ama ben o kızları, gözündeki samimiyet ve şehveti görebilmiştim.
Normalde böyle bir şey olsa bile o tarafa bile bakmam, her nedense bakıyor izliyordum.
Bir süre sonra benim onları izleyecek takatim kalmamıştı. Bir sigaraya ihtiyacım vardı ve nerde nasıl bulacaktım. Hava almak için dışarı çıktım.
Arkamdan biri seslendi. Arkama dönüp baktığımda, orta yaşlı adamla göz göze geldik.
“kimsin sen? Yoksa bizim ekipten misin?” dedi sakince.
Başımı hayır anlamında salladım. Onların ekibinden benzer halim yoktu. Sıradan bir köylü kızı görünüm olduğunu düşünüyorum, bu adam galiba kaçık! “ekibinize benzer halim var mı?”
“yok bir benzerin sadece biraz tuhafsın bizim ekip de tuhaf. Her ne ise “dedi
“o zaman burada ne işin var?” diye sordu.
Güzel soru benim burada ne işim vardı? Ben ne için buradaydım?
Başımı yerden kaldıramadım, çünkü yaşadıklarım gözlerimin önünden geçip gidiyordu.
Hayatımda hep çaresiz olmaya yeltenmiş, bugünde öyle çaresizce susuyordum. İçimden haykırmak istesem de susuyordum. Çünkü susunca her şeyi gözlerimle ifade ettiğimi düşünüyor ve anlamayan zaten anlatsam da anlayamaz.
“ben.. Okan’ın.. Yani.. Arkadaşıyı..” dediğimde yaşlı adam anlamış gibi sözümü kesti.
“tamam anladım, bizim haylaz yine birini kandırmaca peşinde”
Ne dediğini anlamamıştım. Ama iyi bir adama benziyor ve ondan sigara isteyebilirdim.
“şey.. Sizin.. Sigaranız var mı?” bunu söylediğimde yanaklarım kızardı. Keşke söylemeseydim diye utanç duyuyordum.
Allah’ım ne kadar aptalım! Neden ondan istiyorum ki? Vücudumda utanç kızarıklığına belirginleşti. Arkamı dönerek gözlerimi kapattım.
“elbette var” dedi ani bir sesle.
Kaldırımın yanına yürüyerek sigarayı bana uzattı.
“gel seninle burada içelim” dedi.
Ben o an rahat nefes almıştım. Yanına rahatça oturdum ve bana bir paket sigarayı uzattı.
“teşekkür ederim çok cömertsiniz bir tane yeterlidir. ”
“rica ederim keyfinize bakın” dedi ve ben sigarayı içime çektim.
O an her şeyi unutmuştum belki unutamam gerekirdi. Ben acılarla yoğrulmuş hayatımı gözümün önünde geçip durdu. Sigaranın dumanı tüttü ve kokusu beni bambaşka bir dünyaya götürdü, istediğim bir dünya..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI)
Teenfikceİki tutkunun bir araya geldiği, imkansızların olduğu, sınırların var olduğu bildiği halde aşkın tutsaklığına kapılan iki aşk.. Ölümün yakın olduğu, gökyüzünün ise derin olduğu, doğunun karşı konulmaz adetlerin var olduğu unutmuştu genç adam. Acılar...