3

169 33 5
                                    

Dar sokaklarda rampaları zar zor aşarak onu takip etim. Arada arkasına bakıp durdu ve ben kedinin fareyi kapması gibi bir histeydim. Kimse beni tutamazdı, hata şu an halit bey bile gelse umurumda değildi. Bu kız benim başımı döndürdü. Hay aksi, ben daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştım. Esmer kız koşar adım yürüdü ve bende ayaklarım yerden kesilmiş gibi koşuşturdum. Yürüyüşü bile başımı döndürdü ve her yüzüne baktığımda uzun bukeleri gözlerine değiyordu. Açıkçası öyle bir tahrik ediciydi. Sonunda çıkmaz bir sokağa girdiğimde, aniden ayağıma bir ip takıldı. Bir sağa bir sola sendeleyip yüzükoyun yere düştüm. Kızda ortalıkta yoktu. Yoksa bu bir oyun muydu? O nerde? Ayağa hızlı bir şekilde kalkıp, Sağa sola bakındım. Yok buhar olmuştu. Beni bir oyuna getirmişti. Allah’ım resmen oyuna geldim. Nasıl olurda böyle saçma bir şeyin peşinden gittim. Ah şu doğu kızları kendilerini ne zannediyorlar? Bir cilveli yürüyüşler, kanmam kızım ben bunlara. Evet oyuna getirdim ama bu iş burada bitmedi. Elbette seni bir yerde mutlaka göreceğim. Öfkeyle ellerimi birbirine şaplattım. Cahil bir kızın, oyununa gelmek cidden gülünç bir durumdu.
Setteki kızlar benim böyle birinin peşinden koştuğumu görselerdi, beni artık sempati görmezler miydi? Çünkü çok ciddi bir yapım var benim.
Öyledir zaten. Kimseyle laf gevezeliği yapmam, Halit bey hariç. Aslında doğruyu söylemek gerekirse Halit Bey’i seviyordum. Her ne kadar beni koşuştursa, çileden çıkarsa babam gibi görürdüm.
Şu kız benim moralimi çok bozdu. Bir elime geçse dövmezdim ama ona haddini bildirirdim. Bu kadar fantezi yeter artık, işlerime koyulmam gerekiyor.
Tüm gün köşe bucak gezindim, ertesi gün kendim için bir plan yaparak göbekli tepeye gidecektim. Çok bahsi geçti şu ilet yerin. Yok roma, yok antik çağlar merak etmiyor değilim. Dar sokakları çok sevdi, nasıl bir konuklama varsa artık beni büyülemişti.
Akşam yorgunluktan yürümez hale geldiğimde Yusuf bey’in evinin önüne kapıyı çalmaktan yorgun hale düştüm. Neyseki kocaman bir zil düğmesine bastım. O zil sesi beni irkiltmişti. Kapıyı açan tombul yanaklı, kilolu, yaşlı bir kadın bana baka kaldı. Beni tanımadığı kesindi ama sıcak kanlıydı, bunu hissetim.
“Buyur oğlum ne istiysen” dedi şiveyle.
“Teyzecim, ben Yusuf abinin asker arkadaşının arkadaşıyım” dedim. Biraz uzun bir betimleme oldu fark ettim.
“He he hatırladım, bahsetiydi senden.”
“Öyle mi”
“Ğadi buyur içeri gir” dedi.
Ben, yorgun düşmüş bedenimi kendimle sürüklemiş halde içeriye girdim.
Bahçede oturan Yusuf bey beni görünce ayağa kalktı.
“Oo oğan bey siz mi geldiniz. Yolunu gözler oldum” diyerek sıcak bir şekilde güldü.
Ona karşı biraz mahcup kalmıştım. Sabah haber vermeden gitmek ayıp olduğunu düşündüm.
“Kusura bakamayınız sabah haber vermeden çıkı gittim. İşim acil olduğu için”
“Yoğ yoğ sorun değıl” dedi sözümü keserek.
“Teşekkür ederim”
“Ğadi gel otur şöyle, seninle bir konuşak” dediğinde yorgunluğumu kenara vermiştim. Meşe ağaçlarıyla yapımlı uzun koltuk tarzı, sedirle örtülmüştü. Usulca oturdum.
“Hele uvaş yemek hazırla oğaan açtır şimdi” dedi.
Ben şu tuhaf isme takıldım.
“Uvaş mı!” Diye mırıldadım. Dayanamayıp sordum.
“Yusuf abi uvaş ne?”
Yusuf bey gülümsedi.
“Biz Arap’ız bu isimde Arap kökeninde” dedi.
Ben şaşkınlıkla bakındım.
“Burada araplar var mı ki?”
“Olmaz olur mu! Hem en çok burada var”
“Ben daha çok ırak, Suriye, İran, Arabistan olduğunu zannetmiştim”
“Araplar çoğ fazla gözükmezler yani rahatlığına düşkündür.” Diyerek güldü.
“Güzel” diye mırıldadım.
Yemek geldiğinde aç olduğumu fark ettim. O kadar güzel yemeklerdi ki pahalı restoranlarda bile böyle bir şey yememiştim. Bol baharatlı acı ama tatlı bir acıydı. Acıyı pek fazla sevdiğimi söylemezdim. Bu acıyı sevdim.
“Ee oğaan bey çekime ne zaman başlayacaksınız?” Diye sordu Yusuf bey.
Şu çekim zorluğunu bilseydi, sözünü dahi etmezdi. Hele bu keyiften çıkıp o koşuşturma içine girseydi, oğaan ve okkan arasındaki farkı anlardı.
“Evet çekim.. o biraz geç başlayabilir. Ön hazırlık yapmamız gerekiyor Ve daha sonra malzeme işlerini bulmak vs çok iş”
“Şikayetçisiniz bu işte galiba?”
“Yani bazen şikayetçi oluyorum ama işimi her zaman sevmişimdir”
“Benım de sizin yaşınızda bir oğlum var”
“Öyle mi” dedim ağzımdaki lokmayı yutarken.
“He vallah Ankara’da okuyor”
“Okuyor mu? İyide ben okulu bitireli üç yıl olmuştu. Hangi bölüm”
“Hadi ya.  Neyse işte Doğdorluk okuyor”
“Güzelmiş. Yani zor bir meslek”
“He valla bende öyle dedim. Bizim oğlan çoğ seviyor doğdorluğu” dedi.
Bir saat sohbetten sonra odama geçtip derin bir nefes aldım. Yorgunluğumu yatağın üzerinde atarken düşününce  Yusuf bey’i hakikaten çok sevdim. Böyle sıcak yapısıyla ağır bir girişimciliği beni büyüledi. Zannettiğim gibi tuhaf değildi, aksine bilgili tecrübeli biriydi dışardan bakınca cahil birine benzerken hem siyasi, hem ekonomi açısından çok bilgiliydi. Belki zenginliği bu tecrübeden almıştı Yusuf bey. Odama geçtiğimde duşumu alıp yatağıma uzandım. Çantamdan laptopumu çıkartarak tüm fotoğraflarımı bilgisayara aktardım. Aklıma bir anda o gördüğüm genç kızın fotoğrafı geldi. Binlerce fotoğrafın arasında kolaylıkla bulabilmiştim.
İşte açtığımda yüreğimde bir cılızlaşma oldu. O gözler, esmer teni beni kendine çekiyordu. Bunu sayfamda paylaşmalıyım. Hemen wep sayfamı açtım tam ekleyecektim ki vazgeçtim. Onu bir sosyal hesabına katarak elime ne geçecekti? Bu güzel gözlerini başkaları görünce ne olacaktı. Benim gibi düşünen olacaktı buna izin vermem. Şu güzelliği benden başka kimsenin fark etmesini istemedim, hemen iptal tuşuna basarak geri çektim. Bu bulunmaz fotoğraf bana ait olmalı, sadece ben bakmalıydım. Bakarak ona doymalıydım. Benden başka kimse ondan etkilenmesini istemezdim. Tüm fotoğrafları arşivleyip sürgüne yolladım.
Yatağa uzandığımda, hala o kızın yüzü gözlerimin önünden geçip gitmişti. Bana ne oluyordu? Neden bu kadar etkilenmiştim anlayamadım. Benim için kızlar sadece bir gecelik ve bir kaç dakikaydı. Onunla sevişmek.. bu çok can yakıcıydı. Neyseki onun hayalini kurarak fantezi içinde uyumuştum. Sabah alarım adı olan halit bey, ya da kötü allarımın başı. Telefonu açarak
“A-lo” dedim istemsizce.
“Okkan çabuk yataktan kalk ve bana hazırladığın tüm senaryoyu mail adresinle gönder”
“Ne!” Dedim yüksek sesle. Ben daha onu hazırlamamıştım.
Evet kamerayla çekip hepsine rutin bir şekilde ayarladım ama çıktısını hazırlamadım. Elimi başıma vurarak
“Olamaz” dedim “hemen hazırlıyorum”
“Daha hazırlamadın mı sen onu?”
“Hayır” dedim çaresizce.
“Allah senin belanı versin.” Dedi bağıran ses tonuyla.
“Halit bey onu hazırlamıştım ama dün gece uyuyakaldım.”
“Her neyse çabuk hazırla ve bana gönder”
Rahat bir nefes aldım sonunda.
“Hemen hazırlıyorum” diyerek telefonu kapattım. İşimi hiç bir zaman aksatmam ama bazen sette çok sorun çıkar ve sorun olunca ben bile bıkkınlık haline gelirdim. Bu sefer ilk defa işimi aksatmıştım. Evet işe geç gidiyor olabilirim, öncelerde çok disiplinli davranır, işimi düzgün yapardım. Şimdi artık yorgun düşmüştüm. Aksatmamak elde değil. Böyle entrika dolu bir işte çalışmak çok yorucu bazen diyorum da ben neden bu işi bu kadar seviyorum?
Hadi maliyeti boş verelim de neden bu kadar sevmiştim? Sevilecek bir yanı yoktu aslında. Dışarıda izlediğimiz zaman basit, kolay gelebilir. Hata eğlencelide gelebilir. Açıkçası bu işi neden sevdiğimi bilmiyordum ama beni mutlu edebiliyordu. Yada öyle zannediyorum. Tek bildiğim, yalnız olup kendimi bu işin akıcılığına bırakmıştım.
Tüm her şeyi halledip mail adresine gönderdim. Fark ettim de sabah erken değildi. Güneş tepelere dahi yükselmişti. Bu bir ilk.. Halit bey bile işini aksatmıştı. Onun işi sürekli beni uyandırıp rahatsız etmek.
Üstünü giyerek odadan çıktım. Evin içinde büyük bir koşuşturma vardı. Düğün, Mevlut falan mı acaba? Diye düşündüm. Gerçi evde fazla kalmadığım için pek fazla kim seyide tanımıyorum. Odamda evden uzak bir bölümde. En üst kata kalıyorum. Çok büyük, eski yapımlı bir ev. Tabi restore edilmiş halini saymasak. Duvarlardaki bej renkli desenler, yelpazeli avizeler, evin kaliteli el yapımı halılar bunlar çok ilgimi çekmişti. Fotoğrafını dahi çekmek istedim, bu kadar ileri gitmek istemedim. Misafir adabını bilmeli düşüncesindeydim. Hole geçtiğimde Yusuf bey oturup nargile içiyordu. Kokusu burnuma geldiğimde başım döndü.
“Gelin oturun şöyle” dedi Yusuf bey.
“Günaydın”
“Sana da günaydın oğaan bey”
Oğaan değil okkandı benim adım. Bunu içimden geçirirken konuşmakta çok hassas davranırdım. Tabi bir aktör olmanın dezavantajları. İlk oyunculuk yılarımda berbat konuşurdum. Şimdi gayet normal diksiyonum tutarlı yani.
“Yusuf abi erkencisiniz”
“Biz hep bu saatlerde uyanırız oğaan oğlum. Sen buğun geç kalktın”
“Evet doğru” diye mırıldadım.
“Sorması ayıp olmasın Mevlut falan mı var? Kalabalık biraz ev”
Yusuf bey kahkaha atıp
“Yoğ oğlum bizde hep böyle.”
“Nasıl hep Mevlut mü?”
Tekrar gülerek cevap verdi.
“Yoğ yoğ bizim evin hali böyle bazen kardeşlerim, avradımın kardeşleri, yeğenlerim hepsi yanıma gelirler”
“Öyle mi” dedim şaşırarak.
“He bizim evde çok gelen giden olur. O yüzdendir kalabalığız”
“Açıkçası Yusuf abi çok güzel yani bizim bir yılda, iki yılda belki hiç bir arada bile olmayız.” Bunu dediğimde boğazımda bir düğüm yerleşti. Annemi çok özlediğimi fark ettim. Belki bu yüzdendir kendimi yalnız hissetmem. Belki durmadan görmek istediğim o kızın fotoğrafında.. neyse fazla hüzün sardı beni.
“Bugün nereye gideceksin?” Diye sordu Yusuf abi.
İki saniye düşünüp başımı kaşıdım.
“Bir kaç işim var, halledip göbekli tepeye gideceğim.”
“İstersen benim yeğenim seni bir Urfa turuna çıkartsın. Hem görmüş olursun”
“Yok teşekkür ederim rahatsız olmayın”
“Yoğ ne rahatsızlığı zevk duyar bizim velet”
“Yok efendim gerçekten rahatsız olmayın”
“Beni sinirlendirme oğlum senle gelecek dediysem gelecek” diye ısrar etti. Onu kırmadım. Ve birazdan içeriye bir kaç genç yaşlarında erkek gelmişti.
“Selam-u aleyküm” dediler.
“Ve aleyküm selam” dedik Yusuf abiyle.
“Amca dediğin işleri hallettik. Arabayıda galeriye gödürüğ”
Onlar iş faslını konuşurken ben telefonumdan FAX’larımı kontrol ettim. Nihayet Halit bey bir uyarı yapmamıştı. Gençler bana döndüğünde hayranlıkla bana baktılar. Acaba bende bir şey mi var? Diye düşündüm.
“Okaan abi sen miydin?” Dedi esmer siyah kaşlı çocuk.
“Evet” diye yanıtladım.
“Hele ahmet arabayı hazırla sen bugün oğaan oğlumuzu bir urfa’yı gösterde tüm güzeliği görsün” dedi.
Ahmet, on dokuzlu yaşlarında henüz yaşı küçük ama tavırları bir kırklık gösteriyordu. Buradaki tüm gençler bir çokları öyleydi. Belki de, erken sorumluluk sahibi oldukları içindir. Bunu onların gözlerinden okuyabilmiştim.
Yola çıkmak için koyulduk. Harika bir gezi ve harika resimler çektim. Göbekli tepenin görkemli büyüsünü kapıldım resmen. Yer altı şehri dedikleri bu olsa gerek. Ahmet’in sıcakkanlı tavrı benim buz gibi soğuk kişiliğimi sıcaklığıyla eritmişti. Esmer gencin bana karşı saygısına hayran kaldım. İstanbul’a böyle bir gence rastlamak duyarlığa aykırıydı. Batıda olmak ve doğuda olmak farklı bir şeydi. Belki bu yüzdendi, bir çok siyaset ve ideoloji bu gibi yerlerden çıkıyor olmasıydı. Bilgi kültürü bizden çok uzak, hata sanki ülke yediye bölünmüştü. Aynı ülkede kalmamız bir mucize gibiydi, çünkü ülkeyi bölmüşlerdi asırlar önce.
Arada şakayla beni güldürürdü bu samimi genç. Urfa’nın Eyüp peygamber kabrine geldiğimde kalbimde bir din siması belirlendi. Dindar biri değilim ama caminin devasa kubbeleri beni her zaman büyülemişti.

Zaten İstanbul’da ezan sesleri en çok sevdiğim bir şeydir. Kabri gezerken, geleneksel kıyafetleri ün kazanan bu şehirde fotoğraf çekmemek olanaksızdı. Yanımda bulunan gencin bendeki farklılığı hissedebiliyordum. Genç olmasına rağmen erken sorumluluk sahibi olurken, eğlenceden kültürden her zaman uzaktı. Ülkemiz bir olurken birbirimize yabancıydık. Çünkü onların katı adetleri onları erkenden hayatın akışına vermişti, biz ise kendimizi otuzu geçtikten sonra hayatın akışına veriyorduk.

İşte düşünürken, tuhaf olan kendimi o kızın fotoğrafını hala unutmamış olmamada. Sahi o kara gözlü kız neden aklımdan çıkmamıştı? Genelde çabuk unuturum kadınları, bu defa çok farklı bir hissti.
“Fotoğraf çekmeyi bende çok isterdim” dedi Ahmet ben fotoğraf çekerken.
Dönüp ona baktığımda onun hakkındaki düşüncemi tekrar düşündüm.
Daha çok gençti, ve ayakta sıkı durmayı başarmaya çalışırken kendini yavaştan yıkıyordu.
İfadesizce ona bakıp kaşlarımı çatım. O benim bu halime tedirgin oldu, omzuna hafifçe vurup
“Neden çekmiyorsun?”
“bizım burada peğ uygun değil”
“Neden uygun değil?”
“İş güç derken, ne fırsat oluyor bir de tepki olunca. Pek fazla içimden gelmiyor”
Onun çaresiz haline üzüldüm. Kamerayı ona uzatarak
“Ne zaman yanıma geldiğin zaman, benim yerime sen fotoğraf çekeceksin” dedim.
“Hakat mı”
“Hakat” dedim aynı şiveyi konuşarak.
Ona fotoğraf çekmenin bir kaç püf noktasını gösterdim.
“Şöyle gözlerini küçük deliğin içine bak ve manzarayı ayarlamaya çalış. Bak gör ne güzel fotoğraf çekersin.. Diyafram,  enstantane, İSO ” dedim ama anlamamıştı. Üzerinde pek durmadım.
Fotoğraf makinesi ona verdiğimde bile, çekmeyince pek fazla içim rahat olmamıştı. Hayatımın bir parçasıydı adeta. Hani Uğur için bir şey yanına alırsın ya işte fotoğraf makinem tıpkı bir uğur gibiydi. Nerden bilecektim ki onunda bir sonu olacağını.
Tüm gün gezerek gece geç saate eve gelmiş, Hava sıcaklığı ve yorgunluk beni yatağa sürüklemişti. Kendimi yatağa verdiğimde sabah umarım erkenden Halit bey beni uyandırmaz. Diye dua ettim.

Olan olmuştu, Halit bey yine sabahın köründe beni uyandırdı. Kendimi zor dışarıya attım. Bankadan biraz kredi çekerek, set için ön hazırlık yapmaya koyuldum. Ev kiralama, malzeme bulma ve tüm köşe bucakları öğrenme söz konusuydu. Burası hiç İstanbul gibi kolaylıkla malzeme bulmak gibi bir kavram yoktu. Saatlerce arayıp senetler, belgeler imzaladım. Arada arayan Halit bey tüm ayrıntıyı anlatıp durmuştu. Bende içimde sayıp sıralıyordum.
Siktiğimin işi sokarım lan ben bu işi diyen iç sesim beni kaba biri olmama sürüklüyordu.
Arabamda olmasa bu iş benim için işkence gibi gelecekti. Bugün Yusuf abinin evine erken gitmek istedim ve açıkçası Yusuf abiyi çok sevdim. Dürüst olmakla beraber, sıcak tavırları, bana saygı duyması hoşuma gitmişti. Gerçi iş hayatımda bile bana saygı duymuşlardı. Kişiliğim her zaman kendini belli ederdi. Gereksiz sorular sormaz, boş konuşmaz kimseyle içli dışlı olmazdım. Nedenini bilmiyorum ama bu hayatta ne kadar sinirimi bozsa da, beni rencide etse bile Halit bey benim için çok değerliydi. O yüzdendir onunla takılmam, şakalaşmam. Onunla her konu hakkında görüşlerimi söyleyebilirim ve o benim görüşlerimi hiç bir zaman umursamam azlık yapmamıştı. Her zaman beni dinler neler yapmam gerektiğini açıklardı. Baba gibi diyeceğim ama babalık çok farklıydı.
Evin önünde durduğumda kapı aralıklı bir şekilde açık olması beni şaşırtmamıştı. Böyle düğün gibi bir evde kapıda açık olurdu bacıda. Sağ elimle itip içeri girip Yüksek bir sese eşlik etmişti kulağım. Ritim sandığımız gibi rak, caz, pop gibi değildi. Arabesk desem kulağıma acı tonlar gelirdi ama bu çok farklı bir ritimdi

Bahçeden ağır adımlarla hole girdiğimde ses daha kabarık gelmişti. Bağırma sesleri ve hiç bilmediğim müzik. Bu müzik istemsizce beynimdeki hücreleri hareket haline getirtmişti. Hoş bir müzik ve eğlenceliydi. İkinci katın merdivenlerine çıktım. Ses gittikçe daha yakın ve yaklaşmıştım.
“Hadi şeh oyna bakalım” diye bir konuşma duydum. Kadın sesiydi.
“Hey sen oyunu bozuyorsun çık içinden”
Ne oyunu? Ne diyor bunlar? Tam yaklaştığımda pencerenin beyaz perdesinden onları izledim. Halay çekiyorlardı. Bu çok komikti, beni görmesinler diye kendimi geriye itim. Nedenin ne olduğunu bilmiyorum ama onları izlemek hoşuma gitti. Her çeşit halay çekmişlerdi. Bağırma sesleri, kızların çığlıkları sanki bardaymış gibi bir hiss veriyordu.
Oysa bu kızların oyunları çılgınlık, delilikti. Kızları bir arada böyle oynamalarını görmek beni her zaman güldürmüştü.
“Şekha oynasın” dedi kısa boylu bir kız.
Şekha’da kim?
Şekha’nın kim olduğuna bakındım. Arkada oturmuş bir kız. Tam yüzünü görmemiştim.
“Hadi şekha sabahtandır oynayacağım dedin, niye oynamıyorsun?”
“Tamam oynayacağım sessiz olun.” Diyerek ayağa kalktı. Şimdi yüzünü gördüm ve ağzım açık kaldı bu o kızdı. Fotoğraftaki kız. Ne işi vardı bunun burada. Dahası bu kız kimdi?
Yoksa Yusuf abinin. Diye düşündüğümde genç kız köşeye doğru yürüdü. Ve Arapça tarzı bir müzik çalınmıştı. Giydiği nar kırmızısı elbiseyle kalçaları benim başımı döndürdü. Sanki o kalçalar.. benim beynimde bir sürü görüntüler sergilemişti. Müziğin ritmine eşlik ederek kalçasını sağa sola çevirdi. Daha sonra göbeğini içine çekip bıraktı. Ağzım açık izlerken gözüm döndü bir anda. Daha sonra başındaki eşarbı elinden çektiği gibi saçları dalga dalga omuzlarına düştü. Başını aşağı indirip seri bir şekilde kaldırdı. Kıvrak bir haraketle tüm bedenini saladı. Ben o an kendimden geçtim. Müzikteki adam ses ritmini değiştirdiğinde o da ayak uydururcasına kalçasını sağa sola oynattı. Bu şahanelik beni yerimden oynattı. Esmer yüzü, dalgalı saçları hiç bir zaman rastlanmadığım kadındı. Sanki bana aitmiş gibi içimde ona sahiplenme duygusuna kapıldım.
Ve inanınki bu kadın benim olacaktı.
Yani öyle düşündüm, yinede bilemiyorum. Bu çok tuhaf beni gergin birine çevirmişti.


arkadaşlar vote ve yorumları unutmuyoruz hoşçakalın.

Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin