14

56 10 3
                                    

Yolun uzaklığında giderken, kendimi toz toprakların kamış gibi yolarında gidip geliyordum.
Yavaş yavaş yaz etkisi tüm köyü serip serpelemişti.
Ben bu yolarda çok acı çekmiştim. Şimdi son bir kez geliyordum..  ve yoların bu kadar uzun gelmesi bana anılarımı canlandırdı. Her gün bu toz toprağa karışıp acılarımıza tuz serpelerdim.
Karadağ dağlarıdır burası, gamsızdır. bu kadar yükü üzerime vermemeliydin. Yolarında giderken gözlerim yaşla dolup taşmıştı. Ben artık kendimi bu yoların acılarına vermiştim. Kaybedecek bir şeyim kalmamış gibiydi.  Bu aralar fazla üzülüyorum, bilmem artık yaşadıklarım mı daha üzerime yük veriyordu. Yoksa bu kuru topraklar mı çok kuru kalmıştı?
Ya da ben fazla mı üzülüyorum. Amcam etiğim şikayetten dolayı dokuz ay yaklaşmama cezası aldı. Bu yüzden korkmuyorum, zaten hiç bir zaman ondan korkmamıştım.
Her gün bu kâbus köyden kurtulmak için gece gündüz dua ederdim. Yoların izlerine baktım. Bu yolda çok göz yaşı dökmüştüm ama ne içindi? 
Okul yolu işte.
Herkes babasının arabasıyla veya paralı servis tutarken ben soğuk karların kurtlarıydım.
Okula gittiğimde ayaklarıma su dolarcasına ıslanıyordu. Okul çıkışında o ayaklarım kurumuyordu. Sınıfta ayakkabımı indirdiğimde herkes güler alay ederdi. Kaç gece ateşler içerisinde yanıp kül oldum. Ama şimdi her şey biti.
Neden kötü günleri düşünüyordum?
Çünkü canım çok yanıyordu. Eşyalarımızı bu köyden toplamak için gelmiştik. İnşallah amcamın çocukları ve akrabamla karşılaşmam. Daha fazla insan kaldıracak gücüm yoktu.

Köye vardığımda üzerimde utanç vardı. Neden bilmiyorum ama artık hayatım basitleşmeye devam edecekti.  Babam gelmeyecekti ve annem artık baban gelecek diye beni ikna edemeyecekti. Annem neden babamı bu kadar çok seviyor, ya da sevgi değil, bir saplantı haline getirmişti. Hep yola bakan camdan birini beklerdi annem.
Ben sadece kendime acıyorum, her insan gibi rahat bir hayat sürebilirdim.
Bu kadar yükü üzerime alarak rahat bir hayat yaşayalım diye hep çalışıp direndim. Tarlalarda kazma vurdum, üstüne rencide edildim. Hepsi  bu muydu...
Yani tüm emeğim karşılığı bir hiç miydi?
Okumak için çok direndim ama artık gücüm kalmadığı için bırakmak zorunda kaldım. Ben hayatımı hep acılarla avuttum. Belki de okkan’ın dediği gibi okumaktan uzak yaşadık. Cahil olarak kaldık.
Acılar ardı sıra geldi, hep Bu biter dedim, diğeri peşi sıra geldi.
Yolun uzun tozu toprağına karışmıştık. Otele uzak olan köy insanlıkta da uzaktı. Biz hiç bu ülke gibi yaşamadık, dışarıdan izleyerek kendimizi avuttuk.
Evimiz ev değildi, sadece adını ev koymuştuk. Eskiden harabe olan evimiz çalıştığımız emeklerle ev haline getirmiştik.
Amcam bu ev için bizimle kavga ediyordu. Sebebi ise metresi büyük olan evimizin altında sıcak su geliyordu. Bizim evle birlikte büyük bir otel yapacaktı. Tarihi bir köy olduğu için de turist gider gelir düşüncesiyle bizden alacaktı.
Bu planını kimseye söylememişti ama diğer Arapoğlu köyünden, almıştı bu kararı.
Artık onun aklını okuyabiliyordum. Aklında bir proje varsa gerekirse katliam çıkarırdı.
Evin içine girdiğimde daha on yıl öncesine kadar harabeydi. Ben ve annem çalışıp, direnip bir evden ötesine getirtmiştik. Babam bizi terk etiğinde bana

“Gidip sana bebek alacağım” demişti.

Sonra her gün kapının önünde harabe   merdivenlerde onu bekledim. Gelmedi... gelmeyecek.
Loş ışık evi aydınlattığında kendimi bir boşlukta hissettim. Öyleydim zaten.. insan değerini biçerseniz yüzde sekseni bir boşluktur.
Dudaklarımı dişlerime aldım ve her şey bir bir gözümün önünde canlanmıştı. Artık annem her kış pencereden dışarı seyreder gibi yapıp babamı beklemeyecekti.  Gelip giden arabalara bakıp heyecanlanmayacaktı.
Bende annemin pencerenin pervasında onu izler, sonra sigaramın dumanına eşlik ederdim.
Odama doğru yürüdüm. Kitaplarım.. beni büyüten yalnızlığımı gideren kitaplarım..
Orta okulu tek bitirmiştim. Okulun en çalışkan ve en başarılı öğrencisiydim. Günlerce öğretmenim bana yalvarıp okumamı istedi. Artık okumaktan bile umudum kalmamıştı. O zamanlar, harabe evin içinde zor geçinirken okul yolunda hastalanmaktan bıkmıştım. Bunca zorluğu çekmem hem annem, hem de kardeşlerime yazıktı. Onlara güzel bir hayat yaşatabilirdim. Koyun, inekler elimden gelen her işi yapmıştım.
Sonra bir gün öğretmenim gelip bana

“madem okul okumuyorsun sana kitaplar getireceğim onlarla kültürünü geliştireceksin.”

Kitap okumanın ne demek olduğunu bilmiyordum, çünkü kitap alacak bir param yoktu. Zaten öyle çevremizde okuyan kimse yoktu. Bende okudum.. okudum ufkum açıldı, zihnim açıldı. Okul okumadım diye üzülmüyordum çünkü her bir kitap bir öğretmenim olmuştu.
Her bir kitap dünyam, gezegenim olmuştu.
Böylelikle şehire gittiğimde kültürümü düzgün olduğunu kavrayabilmiştim.
Artık kitap okumadan yatmıyor, en az günde kırk elli sayfa bitiriyordum.
Şimdi okuduğum kitaplara bakıyorum da, ne kadar birikmiş.. hafifçe buruk bir sırıtmayla elimi hafifçe şeffaflığına dokundum.
Artık kendimize bir ev bulunmuştuk. Dayım kitaplarım için bile bir odayı fazla olan bir evi tutmuştu.
Yalnızlığımı gideren hep bu kitaplardı. Daha fazla bakmak istemiyordum balkona çıkarak sigaramı yaktım. Şimdi tüm köyün havasını içime çektim. Sanki yaz havası bile öyle kötüydü ki bir an köyde bunalmıştım. Sabrımın ufkuna doğru yolculuğa başlayacaktı. Her şey farklı olacaktı.

Bunun için mutlu olmam gerekirdi. Bahçemize bakınca bir an içimde bir kelebek uçuştu. Sürekli ektiğim lavantalar ve lale diye yetiştirmek istediğim en sonunda pes etiğim Laleler şimdi açılmıştı. Çok garipti. Burada saatlerce kitap okuyup, gökyüzündeki bulutların hangi hacimlere aldığını izlerdim. Ben o kadar gariptim ki dışarıda kırıp dökerken kendi içimde farklı bir dünya yaratmıştım.
Bazen o dünyamı gerçek dünyamada yansıtmak istiyordum. Maalesef ki ben bu dünyaya yaşamaya değil, acılara mahkum olmaya gelmişim.
Bazen arabeske bağlarken, bazen de içimde kıpır kıpır olan bir şey vardı.
Kaderin iç yüzü işte ne olduğuna bakmıyorsun, ne olacağına bakıyorsun.
İçtenlikle bir iç çekmiştim. Sıcak gülüşlerin yaz mevsimde verdiği otantik havaya bırakamıyordum.

Evi hepsini bir kamyonete koydular teyzemin çocukları. Akşama kadar her şey bir bir gözümün önünde akıp gitmişti. Bırakıp gitmek bu kadar basiti. Amcamla daha önce bu kavgayı etmeliydim.
Burada yıpranıp gitmektense, her gün boş sokakların kalabalığın içinde kaybolmayı tercih ederim.
Ben eşyaları koymaktan dalmışken
Ahmet bana seslendi.

“Nereye koyayım şekha abla?”

Ahmet’e nereye koyacağını gösterirken işler uzadıkça içimde alevler közleniyordu.

Sonunda evi hepsini kamyonete koyarak yol aldık. Ve her şey bitmişti. Ben bu köyden, köy de benden kurtulmuştu. Çok acayip değil mi! Kurtulmak çekip gitmekti.
Ne olacağını bilmeden yaşadığın toprağı elinin tersiyle itmekti... tüm öfkene yenik düşerek hiç teslim olmamaktı.
Her akşamın şafağında her günün saatinde beklemekten usanmamaktı. Ve sanki beklemiyormuş gibi yapmaktı.
Hayaller dolusu bir dünyanın içinde tek yaşamaktı. Kimse olmadan acılarını dindirmekti. Diner miydi? Dinmezdi.. dinmeyecekti.
Yüreğini içinden sökene kadar yanmaktı. Arkama baktım, evimizi dört duvar arasında sığdırdığım tüm sessizliğimi gömüp terk etmiştim.
Artık gitmiştim o bahçeden, o evden uzak diyarlara Belkide hiç mutlu olmayacağım bir yolda ilerleyecektim.
Ama umurumda değildi.. kalbimi söküp alsalar bile ben artık bir gün için yaşayacaktım. O gün ölüm günüm olsa bile..

                            ***
Herkse evine gitmişti. Yeni evimize yerleşmiştik. Zaten ev bizim değildi. Dayımın yedekte durduğu arka mahalledeki eviydi. Tarlamız gitmişti,  bir ev kalmıştı oda elimizden kayıp gitmiş. O ev bizim değildi ve hakkımız yoktu sahiplenmeye, zaten babam bile bize sahiplenmemişti.  Belki buralar da çalışır kira tutardım en azından şimdilik. Annem ve ben alışmak için belki de çok zorlanacaktık. Bu ev, huzur verecekti. Mutluluka kucak açmıştık.
Ben kitaplarımı, odamı her şeyi yerleşirken akşamın nasıl olduğunu uyduğumu anlamamıştım. Sabah kalktığımda her şey yerli yerindeydi. Canım annem, uyumamış.. evi taşıdığımızdan beri konuşmuyorduk  gerçi ben kimseyle konuşmuyordum. Oda içi içine yaralıydı. Zordu yıllarca beklediği adamı gelmeyeceğini ve yılarca beklemiyormuş gibi yapmak..
Ah annem.. çok zorsun seni anlamak..

Kapı zili çaldığında ikiz kardeşim ikisi kavga ederek

“Ben açmacam” diyordu serhat.

“Hayır ben açacağım” dedi berat.

En son onlara yaklaşarak
“Aa.. bu ne” diye bağırdım ve kapıyı açtım.
Yengem gelmişti. Dört odalı olan evde dolaşan annem bir anda Koridordan çıktı.

“Aa hoş geldin” dedi yengeme soluk çıkan sesi beni de üzmüştü.

“Ne yapısen yenı evın hayırlı olsın”

“Sağol”
Elinde bir kaç poşetle içeri girdi.

“Aa bağ hele ne temiz olmuş ev” dedi yengem.

“Daha pek yerleşemedik Sadece..”

“Yerleşırsen sen” dedi yengem ve  odaya girdi.
“Bağ hele şekha nesra senı çağırıyordu. Gelsın eve dedi bı işı varmış”

Nesra dayımın kızıydı. Rukiye onlar kadar olmasa onunla daha yakındık. Dayımı sevdiğim gibi nesra’da öyleydi.
Sadece kafası buyruk olması pek hoşuma gitmezdi. Okula gittiğimiz yıllarda oda köyde okurdu. Aynı şekilde mahsum’da bizimle gelirdi. Sonra köyden taşınınca okulu şehirde devam ettiler.
En azından daha otoriter bir hayata girmişlerdi. Dayım işleri büyütünce artık köye uğramaz oldu. Geldiği zamanlar, sadece bizim yanımıza gelirlerdi. Oda benim gibi pek köyü sevmezdi.
Zaten köy sevilecek gibi değildi.

“Tamam” diyerek dışarıya çıktım.

Güneşin sıcaklığı tüm bedenimde hissetmiştim. Gökyüzü bulutlarla çevrelenmişti. Akıp giden yılar için yapılmıştı bu bulutlar sanki..

Yıların bizden aldığı gibi. Dar sokaklardan ilerleyerek, demir kapının önünde durdum. Bir an o günü aklıma geldi. Amcam bana silah çektiği gün, şerit halinde gözümün önünde canlandı. Sonra okan’ın beni o kalabalığın, o kavganın içinde beni uzaklarda belki de yakındı. Bilmiyordum.. Tek bildiğim onun gibi her şeyi yapan, beceren bir adam ve benim gibi her şeyden yoksun bir kız. Yüzüm bir anda düşüverdi.
Benim kolumdan tutup dağ tepeleri aşan,
Harabe bir eve götürmüştü. Her ne kadar kötü bir ev olsa bile insanın içini açıyordu. Tüm şehri o dağ kayaların ardında görebilmiştim.
Sonra beni bıraktığı gün, çok canım yanmıştı.
Birden gözlerim doldu. Bugünlerde çok fazla duygusaldım. Ya da fazla takıntı haline getirtmiştim.
Her şeyden kopuk bir şekilde yaşarken, yoksunluk beni doyurmuştu.
Dünyada çok farklı şeyler oluyordu. Benim gibi cahil insanlar, yalnızca izlemekle yetiniyordu.  
Bazen ne olduğunu bile bilmiyordum.  Kendimi o duyguların içinde savaştığımı fark ettiğimde zaman çoktan beni avuçlarına almıştı.

Kapıyı çaldığım gibi açıldı. Nesra karşımda öylece durmuştu. Ben ise dalgınca ona bakıyordum.

“Girsene içeriye kız”

“Tamam” diye mırıldadım.

Ektiğim çiçeklere baktım.
“Bunları suladın mı?” Diye sordum nesra’ya

“He valahi suladım” dedi ve kolumdan tutup çekiştirdi. “Gel hele sana bır şey dıyeceğım” dedi türkçe aksanıyla.
Dayımlarda hata Urfa’nın her yerinde şive çok kullanırlardı. Ben sırf şiveli konuşmamak için sesli kitaplar okurdum.
Neden bilmiyordum ama şiveli konuşmayı hiç sevmezdim. Kendi kültürümü hiç sevmezdim. 
Kendilerini caminin avlusuna atıp Müslümanım diye bas bağırıp sonra, her türlü pisliğe karışan insanları sevmezdim. Adam diyerek kendilerine adamış lakapları takınırlardı.
Nesra’nın odasına yürüdüğümde evin içinde bir ruh gibiydim. Koridorun ilerisinde Okkan’nın Odası gözükmüştü.
Son bir haftadır  tamamen yoktu. Dediği gibiydi, bir daha beni görmek istemiyordu.
Onunda benden nefret etmesine hiç şaşırmadım. Zaten belliydi onunda sabrını zorlayacağımı. Odaya girdiğimde koltuğun üzerinde yayıldım.

“Gel hele sana bir şey göstereceğem” dedi ve telefonunu eline alarak yanıma yaklaştı. 

“Şu artist” dedi bir anda beynimde Şimşek çakmıştı. Evet o artist.. aramızda zıt kutupların olduğu bir uçurum olan artist..
“Bana numarasını verdi”

Gözlerim bir an açılıverdi. Bir sızı girdi hiç beklemediğim bir anda.. hiç şaşırmamalıydım. Benim kolumdan tutup bana hiç beklemediğim iyilikleri yaptı diye beni sevmesini beklememeliydim.
Çok saçma.. bunun için üzülmem bile çok saçma! O kim ki?

Zaten acılarım yetmezmiş gibi, bir de salak insanların muhabbetlerine dahil olacağım. Elimi başıma vurup
“Ah..” diye mırıldadım.  “Neden şu salağın numaranı veriyorsun? Sen batı insanları doğu gibi biliyorsun. Onlar sadece insanlarla eğlenmek için bunları yaptığını biliyor musun?”  dedim nesra’ya

“bana ne..  ben hayatımı yaşamak istiyorum” diyerek omzunu silkti.

“Tamam sen bu batılılarla hayatını yaşa.. sonra bir gün hayal kırıklığına uğradığında söylenip durma”

“Şekha senin hiç sevgilin olmadı. Hata hiç erkeklerle muhabbete bile girmezsin.. bırak erkekleri doğru dürüst arkadaşın bile yok.. uyarmak gereken biri varsa oda benim.. Çünkü benim daha fazla sosyal biri olduğumu biliyorsun. Bu konuda çok deneyim kazandım”

O bunları söylerken içimde bir derin bir yara tekrar gün yüzüne çıktı. Haklıydı. Benim hiç arkadaşım, sevgilim hiç çevrem olmadı. Ben ne biliyordum ki? Sadece kaybetmenin ne demek olduğunu biliyordum.
“Haklısın” dedim bir iç çekip “hayatını yaşa ben yasmamaya mahkumum” diyerek ayağa kalktım.

“Şekha.. ben öyle demek istemedim.. gerçekten. .”

“Hayır.. haklısın.. bunun için seni engel olmam. Tamam ben eve gidiyorum. İşlerim var”

“Ben böyle demek istemedim” diye arkamdan yürüdü.
Ben demir kapının önüne vardığımda dışarıda bir gürültü olduğunu fark ettim. Dönüp nesra’ya baktım.

“Dışarıda kim var?” Diye sordum

“Bilmiyorum”

Endişeyle kapıyı açtım. Bir yandan kalbim deli gibi çarpmaktaydı.  Elimi kapının tokmağına verdim aniden kapıyı açtım. Karşımdaydı.
Kim diye soracaksanız o!
Oydu.. okkan karşımda öylece duruyordu.
Neden gelmişti? Onu bir daha görmeyecektim. Şimdi neden karşımda?
Galiba ondan kurtulmayacaktım. Hiç bir zaman..

Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin