13

52 12 4
                                    

Bir an için yaşadığıma şüphelendim. Çünkü şu an kalbim deli gibi çarpmaktaydı. Neden bu kadar hızlı çarpıyordu ki? Gözlerine tutsak kalmış gibi baktım. Dünya dönüyor muydu? İnsanlar yaşıyor muydu? Ben bunu bilmiyordum. 
Saatler dakikalara bürünmüş gibi durmuştu. Bana baktı, daha sonra çekilmem için gözleriyle işaret etti.

Bana çok kızdığı apaçıktı. Hata öyle bakışlar atıyordu ki sanki kızgınlığını bana anlatıyorcasınaydı.
Gözlerimi bükük ona yol verdim.
Ne için gelmişti? Bana kızgındı, bunun farkındaydım.
Kaldığı odaya doğru hızlı adım attı.
O sıra, yengem uvaş

“ah.. Kim gelmış. Oğan oğlum nasılsın?” deyiverdi yengem.

Okan, ondan o kadar uzundu ki ağacın dibine girmiş bir fare gibiydi yengem.
Bu kısa şiveli hali komik filimler anımsattırıyor bana.

“iyiyim teyze, siz nasılsınız?”

“çoğ şükür oğlum.. Dün şekha’yı bırağtın gitin. Eve niye gelmiyorsun?”

“misafirliğin kısası makbuldür.” Diyerek gözlerini bana çevirdi.
Bir an o gözleri içimde hissettim gibi. Öfke, nefret kısacası beni boğuyordu.
Hiç kendimi bu kadar kötü hissetmemiştim.
“bazı insanlar beni istemiyor..” dedi ve bana bir bakış attı. Ona kendimi ifade etmek istiyordum. Dudaklarımla değil, gözlerimle anlatmak istiyordum.
Başımı hafifçe büktüm ona yalvarır bir bakışım vardı. Ben daha önce kimseye bu kadar yakın davranmamıştım.
Gözlerimi acıyla kapattım.

“yok teyze benim işlerim uzun ve kendime bir yer buldum. Teşekkür ederim”

“aa ne teşekkürü.. Burası seninde evındır. Ne zaman istersen gelebilirsin”

Nesra’nın bağırmasıyla ona baktım.

“aa kim gelmiş..” diye bağırdı nesra.

Nesra, herkese bu kadar yakınlık duyması ve özellikle okan’a daha fazla yakın davranıyordu.
Nedense hiç hoşuma gitmemişti.
Onunla arsında bir sezgi hissediyordum ama nedense nesra’nın böyle davranması bana hiç hoş gelmemişti.
İyi yanı ise okan’nın ona hiç yüz vermemesiydi. Ben neden bunları düşünüyordum? Öz kuzenimi okan’dan bir şeyler olduğunu neden düşünüyordum.
Bu beni ilgilendirmez.

“nasılsın?” dedi nesra daha çok yakınlaşarak.

Okan bir sırıtmayla bana bir bakış attı.
“iyiydim ama bazıları karşıma çıkana kadar kötü olmaya başladım” dedi dişinin arasında.

Okan’da ona yaklaşmıştı. Bir an kalbime bir acı girdi. Uvaş teyze mutfağa doğru yürüdü.
Nesra ona yaklaşırken ben daha çok kötü olmuştum.
Uzun boyluydu ve nesra yanında çok kısa kalıyordu. Nesra çok süslü her şeyi salaş biriydi. Her ne kadar modalı,  modern giyinmiş olsa bile, Hayır ona yakışmıyor, olmaz!
Peki neden bunları düşünüyorum?
İki elimi başıma vurarak hızlı adımlarala odama gittim.
Kapıyı zank diye vurdum.
Odanın içinde dört döndüm.

“of... Ooofff” diye söylendim.

Gar dolabımın içine girerek içinden tohum çıkardım. Ben gidip çiçeklerimi eksem iyi olacak yoksa kafayı yiyecektim.
Bahçeye indiğimde baharın verdiği sıcak rüzgar saçlarımın dalgalanmasına sebep oluyordu. Elime bağladığım kırmızı kor deliye ile başıma bağladım. Küçük ahıra doğru giderek fazladan ayırdığım toprağı yere döktüm. Saksıları hepsini ortaya koyarak toprağı koymaya başladım. O kadar hızlı yapıyordum ki öfkeden bazen saksıları yere atıyordum.

Nesra’nın ona yakınlaştığını aklıma geldikçe çıldıracaktım.
Tüm saksıları eski yerlerine yerleştirip hepsini toparladım. Ayırdığım bazı gülleri ektim. İşim bitmişti. Ortalığı toparlamak beş dakikamı almıştı. Aslında geç yapardım ama bu sefer öfkeden ne yaptığımı bile bilmiyordum.
Onun odasına gitmek için koyuldum.
Neden gittiğimi soracaksınız.
O beni çağırıyor.. Az önce uvaş teyzem söyledi.
Onun odasına doğru yürüdüm, aynı zamanda kalbim deli gibi çarpmaktaydı.
Her adımım onun içindi. Ona doğru gidiyordum.
Her ne kadar bana öfke duysa bile umursamıyorum. Onunla hiç bir şey olmamış gibi konuşacaktım.
Böylelikle aramızda bir öfke kalmayacaktı.
Öfke olsa bile ne fark edecekti ki?
Odasına girdiğimde ona öylece baktım.
Gözlerinde öfke kalmamıştı. Sanki her şey normalmiş gibiydi.

“saatimi arıyorum nerde?” diye sordu.

Evet saatini görmüştüm. Gerçi odasını hep ben toparladığım için benden başka kimse bilmezdi.
İlk başta onun odasını toparlamak istemesem bile nesra ve diğer kuzenlerim onun odasını toparlayacaklar diye  birbirine girdi.
Hepsi bağırıp çağırdım “dışarıdan gelmiş bir serseri için kavga ediyorsunuz. Siz bunları yaparken onun umurunda bile değil.” Demiştim kızlara. Onlarda utancından hiç biri yapmaya kalkışmadı. En son uvaş yengem bana zorla odayı temizletirdi.
Bir kaç tişörtünü çöpe atmak dışında pek zarar vermemiştim. Allahtan daha farkına varmamış.

“şey... Orada olması gerek” diyerek yatağın kenarındaki çekmeceyi işaret ettim.
Oraya gidip çekmeceden çıkardı. Ben kapının pervasında öylece duruyordum.
Bana baktı.. Odanın içine girdim ve kapıyı kapattım.
Şu an ikimiz bir odanın içindeydik. Ben ne yapmacığımı bilmeden ortada öylece kala kaldım.

Bana baktı ve kaşlarını havaya kaldırdı.
“ne oldu?”

Gözlerimi kocaman açtım. Gözlerimin içine sürmem girdi ve gözlerimi yakıyordu.
“şey... Yok bir şey.. Sadece” anlım terlemişti. Bir an öylece baktım.
Bana yaklaştı ve ben o yaklaşınca geri adım attım.

“ben.. Geçen gün için teşekkür ederim.. Beni yani.. Yardım etiğin için..” diyerek yanaklarım kızardı. Neden bu kadar utanç ifadeler verdiğimi bile bilmiyorum ama gerçekten son zamanlarda içimdeki ben değilim.
Sanki biri beni içimden çıkartıp yerine salak birini koymuştu.

Bir an kalbimin atmadığımı düşündüm ama gözlerini fark edince derin nefes aldım.
Tam dibimdeydi ben korkmaya başlamıştım. Daha önce hiç bu kadar korkmamıştım.
Normal şartlarda böyle bir şeyle karşılaşsaydım, her türlü eylemi yapardım.
Şimdi ise durumlar çok farklıydı.

“teşekkür mü ediyorsun” dedi nefesini hissedebiliyordum. Başımı olumluca salladım.

“ben teşekkürünü kabul etmiyorum..” durdu ve arkasına döndü. “ Hoş çakal” diyerek valizini eline alıp çıktı.

Ben odada tek başıma öylece kaldım.
İçim bir an alev aldı. Kalbim hızlıca atmaya başladı ve gözlerim doldu. 
“çok ta umurumda senin kabul edip etmediğin” diye seslendim ama duymamıştı.
Dört duvara bakarak ağlamaya başladım.
Canımı yakıp gitmişti. Ne yapacaktım ki? Bana böyle söylemesi canımı çok acıtmıştı.
Bu tuhaf hislere kapılıp gidiyorum, nereye?  Ne için bilmiyorum.
Ben ona neden bu kadar ilgi duyuyordum. Beni sevmemesi umurumda değildi.
Duvarın bej rengi haline baktığımda boğazımda bir yumru oturtmuştu.
Ama bir daha asla onun yüzünü görmek istemiyorum. Pislik herif! Kendini ne zannediyorsun?
Sinirden ellerim titremeye başladı. Ben neden bu kadar üzülüp canımı yakıyordum.
Bizim bu halimize acıyıp ve zerre umursamayan adamdan hiç bir şey beklememeliydim. Sadece ileri geri düşünüp, kurgu yaparak değer ve ölçülerden asla anlamazdı.
Aslında o insanlığa dair her şeyi ezber ederek gidiyordu.

Hoşça kal dedi ve gitti, cehenneme kadar yolun var.
Hoşça kal demesine gerek yoktu, Çünkü o gittiğinde ilk gidenin o olmadığını hatırlamıştım.

                       ***
İki yol vardı bizi bir arada tutan ve biz yolardan çoktan ilerlerdik. Ama bir türlü bir yere varamadık.
Belki o beni anlamadı, belki de ben onu hiç bir zaman anlayamayacaktım.
En doğrusu buydu. Ben ona göre biri değildim.
Klas bir doğu kızıyla bir şey düşünemezdim. Kapıdan ilerlediğimde moralim alt üst oldu.
Koridorda yürüdüğümde onu gördüğüm ilk an gözlerimin önünde geçip durdu.

“dur.. Bekle..” diye bir ses geldi. Kalbim deli gibi çarparken şekha diye düşündüm.
Dönüp baktığımda hayal kırıklığına uğradım. Öfkeyle dişlerimi sıktım.
Zaten öyle bir şey bekleyemezdim. O salak kız benim yüzümü dahi görmek istemiyor. Neden hala onun beni göreceğini zannediyorum? Çok saçma.
Nesra, kısa kıvrak bedenini oraya buraya sallayarak bana doğru koştu.

“nereye gidiyorsun?”

“ben.. Benim işlerim var..”

“hmm.. O zaman numaranı alabilirim”

“bak nesra bu doğru değil..”

Nesra güzel ve saf bir kızdı. Beyaz tenli, kumral bir saçı vardı. Kısa olması onu daha şirin yapıyordu. Bazen güldüğünde gamzelerine rast geliyorum. Zaten her zaman gülen bir kızdır ve en önemlisi de o daha modern yapılıydı. En azından o şeytan kuzeninden daha sıcak biri.

“neresi yanlış acaba?” dedi nesra.

Hafifçe tebessüm ettim. Doğru ya neresi yanlış. Yoksa şekha’nın kuzeni diye mi!

“haklısın..” dedim ve cebimden kartımı ona uzatım.

“teşekkür ederim” diyerek kocaman tebessüm verdi yüzüne. Mutluluktan uçar gibi “bunun için beni çok mutlu ettin”

Hafifçe sırıttım ve valizimi sonunda dışarıya çıkarabilmiştim. Diğer kızlarla karşılaşmamak için şükrettim. Durmadan bana sorular ve bir şey anlatıp başımı şişiriyordu.
Dar sokakların, tarih taşıyan kahverengi evler ve doğayla tanışan rüzgar estikçe ben bu kente alışmak üzereydim. Bu, kültürü taşıyan bizi asırlara götüren ve oradan Halit bey’in yanına götüren dank telefon çalıyordu.
Neredesin, niye geç kaldın? Çabuk gel. Diye konuşup durdu.
Sete doğru ilerledim. Oraya varmam yarım saatimi almıştı. İstanbul gibi trafiği olmaması büyük bir şanstı. Bugün daha çok yerleşmişti ekip.
Namussuz Tural’da gelmişti.
Yine her zamanki gibi ekibin içinde bir tek o bağırıyordu. Bir insan bu kadar aşağılık olamaz.
Başını çevirdiğinde beni görmüştü. Yüzünün düştüğü bir kilometreden belli oluyordu.
Yine benimle sataşmak için, yanıma doğru adım attı.
Ben giydiğim ince gömleğimin düğümlerini açtım ve o adım atığında ona sert bakışlarla tehdit eder gibiydim.

“O kimler buradaymış hiç şaşırmadım geç gelmen, hiç bir zaman sorumluluk sahibi olmayacaksın”

Öfkeyle dişlerimi sıktığımda, ona belli etmemek için sırıttım.
“Bunun için size danışmadım” dedim ve duraksayıp ona doğru adım attım “danışmak ta istemem”

Keskin bakışlarıyla dişini sıktığını belli ettirmiyordu, tıpkı benim gibi. Oysa biraz olsun cesaret etsem onu iki elimin arasında boğarım. Genelde bizi ayıran Halit bey olur, olmadığında ise kızların “aa” diye çığlık atmasıyla birbirimizden uzak duruyorduk.
İkimizde yüksek okullarda okuyup eğitim almıştık ama ne yazık ki o medeni değildi. Medeni olamayan birine asla kibar  davranamazdım.
“Asla bir kademeye varamayacaksın”

Tam yumruğumu sıkıp ateş gibi fışkıracaktım ki, Halit beyin sesiyle başımı çevirdim.
Bu sefer elimden kaçmıştı.

“Ne yapıyorsunuz siz orada? Gelin bakayım”
İkimiz birbirimize tehdit bakışlar atarken Halit beye doğru gittik.

“Yine ne kavgası yapıyorsunuz? Sizin bu yaptığınızı lise ergenleri yapmaz. Hadi bakayım toparlanıp, şu okan’nın kiraladığı konağa gidiyoruz”

“Tamam ben konumu size atarım kendi arabamla orada olurum. Konağın sahibini de aramam gerekiyor”

“Yoksa kiralamadın mı?” Diyor Tural.

“ister kiralar, ister kiralamam senin için bir sorun mu olacak?”

“Oo hayır! Sadece pek becerebildiğin konumlara pek denk gelmedim”

İt, şerefsiz onu tutuğum gibi vurup öldüresiye dövmek istiyordum. Onu dövmemek için hiç bir sebep yoktu. Ondan uzun olmam onu ezmeme yarayacaktı.
Sesimi çıkarmadım çünkü bugün çok kişiye öfke duymuştum. Bir de bununla uğraşmayım diye dişimi sıktım.

“Tamam ben gidiyorum sizi orada bekleyeceğim”

“Tamam okkan, biz burada bir kaç işi hal eder halletmez geliyoruz” dedi Halit bey

Arabaya binmek için zor nefes aldım. O iti bugün görmesem daha iyi olacaktı benim için. Zaten bugün çok yorulmuştum.
Telefonu hoparlöre bağlamak için kabloyu bağlayacaktım ki radyo açılıverdi. Bir an aklıma onu götürdüğüm gün gelmişti. Radyo aynı bu şekilde açılıp müzik çalmıştı. Daha önce pek müzik dinlemezdim,  sadece ara sıra neşem yerinde olsaydı dinlerdim.

Mabel matiz ’in gözlerine
Şarkısı çalıyordu. Bana şekha’yı hatırlatmıştı.
Gözlerine hastayım, aşığım dillerine..
Gel sar beni saçlarına..

Bu şarkı çalınca bir an içimde bir karıncalanma hissi girmişti. Mutluluk muydu? Neydi bilmiyorum. Hiç yaşamadığım duyguları yaşıyordum.
O süt beyazı elbisenin içinde ne kadar hoş durduğunu anımsadım. Sanki bir gelinlik giymiş gibiydi.

Kiraladığım konağın önüne vardığımda telefonla sahibini aramıştım. Neyseki gelmesi uzun sürmedi.
Kapıyı açtı ve girmem için yol verdi. Geniş demir kapının arasında sıyrılarak kocaman avluya girmiştim. Girişte bulunan.
Akar şelale bulunmaktaydı. Çok havalı bir konaktı.
Tabi Yusuf abinin konağı kadar büyük ve güzel değildi. Bilmem ama Yusuf abinin konağı bana daha sıcak ve otoriter gelmişti.
Ben odaları dolaşırken konağın sahibi, bir şeyler gevelediğini fark ettim.
Biraz sonra Halit beyde gelmişti. Gereken işlemi onunla birlikte programlayacaktık.
Tural iti de gelmişti. Sanki dünyayı yönetiyormuş gibi bir bakış attı bana.
Senin ananı.... 

“Sen hala konağı kiralamadın mı?” diyor Tural.

“Seni bekliyordum”

“Kiralasana oğlum neyi bekliyorsun!”

“Bilmem belki istediğiniz gibi bir konak değildir... başka yerlerde var isterseniz göstereyim”

“Yok, burası çekim için tam ideal bir yer”

Konağın sahibini çağırdım ve ona bir sözleşme hazırlamasını istedim.
Ben Halit beyle konuşurken, konağın sahibi beni çağırdı.

“Oğan bey size bir şey diyecem kaç gün sürer sizin burada çekim yapmanız?”

Ben halit beye baktım. Halit bey ne oluyor?  Der gibi bir bakış attı.

“Üç ayda bitebilir ve belki daha fazla da sürebilir. Öyle değil mi halit bey?”

“Aynen bir ara adana’da çekim yapacaktık o çekim iptal oldu. Burada üç aydan fazla kalabiliriz”

“Vallahi” diyerek gözünü kocaman açtı. “Ben bir ayda tamamlar diye düşündüm”

“Yok ne bir ayı” dedim

Konak sahibi elini başına koyarak “vallahi bunu daha önce söyleseydiniz ben hayır derdim. Yoğ abi ben bir ay fazla kiralayamam”

“Ne!” Dedim şaşkınca.
Halit bey sert bir bakış attı bana. Ben ona baktığımda bir an, kaynar su döküldü üzerimde. Bir şeyde düzgün gitsin.. sik... bu işi..
O sıra g.. suratlı Tural’da keyiflice bana bakıyordu. Bu işe önce o keyif almıştı. Ben şimdi nerde konak bulacağım. Urfa’nın en otoriter konağı ve çekim için ideali buydu.

Halit bey bana baktı ve parmağıyla işret etti.
Beni bir köşeye çekti
“İki gün sonra filim çekimleri başlayacak bir konak ayarladın ayarladın.. yoksa bu işten sıyrılıp gidersin.. tepemin tasını artırma yoksa başına geleceklerden kork”

“Amaaaan bu ne işş.. offffff oooffffffff offfffffff “ demek geldi içimden yalnızca it Tural mutluluktan uçar gibi halini gördüm.
Ben yalnızca dişimi sıktım. Bu işi halletmem için koyulmam gerekiyordu

Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin