Hayaller nedir? Diye sorarsanız. Şu yanıtı verdirirdim.
Gittiğimiz her yerde hayal emek verip toprağa ekim yapıp, sonra onu biçmektir. Yani neyi ektiyseniz onu biçersiniz.
Bunlar sadece zihnimde dört dönüyor ve karşımdaki kıza baktığımda, aslında çok şaşırdığımın farkına bile değildim. Bu şaşkınlığıma bir anlam vermesem bile aslında beni bütünlüyor gibiydi.
Şekha elinde benim kameramla içeri girdi. Artık kameramı önemsemiyordum. Yani şimdilik pek fazla önemsememiştim. Bu kız hangi akılla benim kamerama sahiplenmişti anlayamıyordum. Arkasına dönüp bakmasıyla deliye döndüm. Resmen meydan okurcasına, intikam alırcasına sırıttıp duruyordu. Evet her ne kadar belli olmasa bile, bunu anlamıştım. Kamerayı gözlerine yaklaştırıp bir fotoğraf çekti. Sonra döndü ve benim sinirli olan halimi çekti.
“Benim fotoğrafımı çekme!” Diyerek sert bir tepki verdim.
“Neden? Yoksa senden güzel çekmemden mi korkuyorsun?”
“Hayır! Fotoğraf çekmeyi bilmiyorsun. Güzelim yüzümü fotoğrafla çirkinleştirme”
Şekha yüzünü somurtup
“Ha ha çok komik. Senin yüzünü güzel yapabilmek için henüz o uygulama icat edilmedi. İcat olsa bile fayda etmez üzgünüm ”dedi.
“Ben kendimi güzel bulduktan sonra ha fotoğrafta güzel çıkmışım, ha uygulamalardan.”
“İnkar etme fotoğraf makinesi elime çok yakışmış değil mi?”
Öfkeyle ona bakarak derin bir nefes aldım. O ise çığlıklı bir şekilde gülmeye başladı. Sonra bir an için bu kahkaha bana hoş gelmişti. Gözünün önünde bulunan bukleleri, o efsane yaratan gülüşüyle istemsizce içime bir sevinç girmişti.
Daha sonra arkasına bile bakmadan koşar adım yürüdü.
Beni deli etmesi yetmiyor, o çirkin gülüşleri beni sinir etmişti. Bazen onun elini tutup Çin işkencesi yapasım geliyor, uygunsuz olduğu için kadına şiddete hayır tarafındaydım.
Bu, duygusuz kadın henüz dünyada ilk olmalı. Birde ben kendime duygusuz diyordum. Bahçeden ilerleyerek sokak rampanın üzerinde durup şöyle bir etrafıma baktım.
Tarihin izinden giden bu şehir, insanın içinde tuhaf bir hiss yaratırdı. Mesela seni Osmanlı, Selçuklu, moğalıların bu topraklarda ayak bastığını anımsardım. Kim bilir burada kimler gelmiş kimler gitmiş. Arabama öylece baktığımda
“İnşallah arabamı benden almaz bu deli kadın” diye söylendim.
Tek elimde arabam kalmıştı, eğer oda giderse artık işimi bırakma mecburiyetine girmem gerekir.
Aman Allah korusun.
Tüm gün boyunca depoya malzemeleri ayarlayıp yerleştirmiştim. Bazen orya buraya koşuşturmam beni yorgun düşürmüştü. Bu ara setten bir kaç kişi gelmişlerdi. Şimdilik otelde kalıyorlardı. Karavanlar yola çıkmak için hazırlığı başlamıştı. Ben bir an önce bu işi halederek, kendime bir tatil vermek hiç fena olmazdı. Evet tatil benim hakkımdı, bunu değerlendirecektim. Öyle güzel değerlendirecektim ki o tatil dibi olabilir. Kaç gündür hayalini kurduğum ama bir türlü fırsat bulmayarak, gitmediğim yer Halfeti’ydi. Şanlıurfa ilçesine bağlı inanılmaz güzellikte yeşillikle donatılmış, yeşil ırmaklarıyla akan nehirleriyle merak uyandırtmıştı. Bu ara kendime yeni fotoğraf makinesi almak şartı. Tabi eskisinin yerini tutmazdı ama en azından teselli ederdi. Aslında almasam da olurdu, hata alışmıştım bile.
Buna alışmam gerekirdi. Bazı şeylerin sınırı olması şarttır. Bir gün oyuncu veya yönetmen olursam alışkanlık yaptığı için dalga konusu bile olurdum.
Bu ara ben hayallerimi dile getirdiğimde kalbim hızlıca atıyor. Nasıl bir duygu? Pek anlayamadım. Tek bildiğim ise şu ana kadar ben, yönetmen olmak için doğduğumu şimdi anlamıştım.
Gittiğim ev bana yönetmen gözüyle bakması, bana sorular sorması gerçekten hoşuma gitmişti. Şu an kendimi yönetmen olarak görüyordum.
Tabi şekha delisi olmasa hayat şimdilik güzel gidiyordu. Derken işleri hallederek bizim çocukları otele götürdüm.
Kendim de Yusuf abinin evine ilerledim. Yusuf abinin evine çok alışmıştım ve bu hayra alamet değildi, Gazamız mübarek olsun.
Cidden, onların evi benim evimmiş gibi davranmam hiç normal değildi. Dahası oradaki insanları kendi dostlarımdan daha yakın görmem beni şaşırtmıştı açıkçası. Bazen şakalaştığım zamanlar bile olurdu. Kendime inanamıyorum. Ben şakadan uzak bir yaşam sürerken, onları güldürmek hiç normal görmüyordum. Evin önüne geldiğimde bir anda uvaş teyze açmıştı kapıyı.
“Uvaş teyze nasılsınız?” Diye sordum.
“Eyem oğlum. Bende çarşıya çıkacağtım”
“Sizi gideceğiniz yere bırakayım”
“Yo oğlum, sen zahmet etme”
“Yok ne zahmeti benim için bir zevk”
“Tamam” diye mırıldadı.
Arabanın ön kapısını ona açarak
“Allah razı olsun oğlum”
“Ne demek uvaş teyze” diyerek koşar adım arabayı sürdüm.
“Valla senıde rahatsız etığ Kusura bakma”
“Yok uvaş teyze ne kusuru”
Dar sokaklarda ilerlerken.
“Valla oğlum ev kalabalık olunca kendimize ayıracak vaktimiz olmıyor. Bazen kardaşlarım yardıma geli ama misafir evden eksık olmi. Allah rızkımızın fazlasını gönderiyor. Çok şükür misafir evın bereketidır. Ablamın çocukları, kardaşlarım hepsı gelir. Benım eşımın bir kardeşı var eşı onu bırakıp kaçmıştır. Kadın bir başına üç çocukla kala kaldı. Vallahi benım eşım hepsıne öz evladı gibi bağdı. Allah eşımın mekanını cennet etsin o da kız kardeşi ıçin çoğ üzgündü. Allah kardaşısına yardım etsın zor valla. Üç çocukla tek başına kalmak zordur” dedi uvaş.
Aslında anlattığı kişiyi tanımıyordum ama bu konu ilgimi çekti. Sanki anlatırken içinde alevler yanıyormuş gibiydi. Teselli bekler gibi düşündü. Bir süre yolu izlerken
“Aha burada dur” dedi.
Baharatlık olan dar bir sokakta kalabalıktan zor sıyrılıp
Bende istediği yerde istop etim.
“Allah senden razı olsun. Allah inşallah sevdiğin biriyle evlenırsen. Allah ne muradın varsa vere”
O an bir gülme tutu beni zor tutuyordum kendimi. O baharat kokuları burnuma kadar gelmişti. Başımı döndürdü adeta.
“Sen get oğlum”
“Yok uvaş teyze seni bekleyeceğim”
“Yoğ benım işim uzun sürebir”
“Yok uvaş teyze ben seni beklerim”
“İyi sen bilirsin oğlum”
Diyerek arabadan indi ve bende o sıra telefonumla meşgul oldum. Yine bir mesajla karşılaştığımda gözlerim dört döndü. Halit bey’in her zaman ki sıkıcı mesajlarını görmek beni baydırmıştı.
“Okkan yarın yola çıkacağız tüm hazırlıkları düzenli bir şekilde hallet hiç bir sorun çıkmasını istemiyorum.”
Bu mesaj beni baysa bile dar sokakların, ardından sıyrılıp gezmek istiyordum. Bu sokakların hararetli koşuşturan insanları bana taksim meydanındaki kalabalığı hatırlattı. Oysa İstanbul gibi nüfusu çok olan şehir ve Urfa’yı eşleştirdiğimiz zaman büyük ölçüde fark olduğunu anımsadım. Tabi İstanbul’daki açık kadınlar ve buradaki çarşaflı, geleneksel kaftanlar giyen kadınlar dikkat çekmiyor değildi. Aynı şekilde bende bir tuhaf onlara bakıyordum, onlarda bana.
Ülkemiz büyük bir millet, ama bu milletin yüzde ellisi toplumdan uzak yaşıyordu. Siyaset, iktidar kimin elinde olduğunu bile bilmiyorlardı. Hata o kadar uzak yaşarken, onlardan farklı birini gördüklerinde şaşı kalıp bakakalıyordu. Şu an bunu hissetmem ise bu kadınlar,
Neden baktığını bilmiyorum ama onlar gibi tuhaf olduğumu biliyordum. Tamam kabul sizin kıyafetleriniz bana tuhaf geliyor benim neyim tuhaf ki? İşte bunu anlamak zaman isteyecekti. Dar sokakların, kahverengi restore evler, esmer çocukları seyre izlerken hep bulurdum kendimi. Sanki beni ifade ediyorcasına..
Bu kadar yalnız olmak kime mahsustu? Dahası ne kadar yalnız kalabilirdim ki? Çıldırmak üzereyim. O kadar işin içerisinde, o kadar karmaşanın içinde kendimi çok yalnız hissediyor gibiyim. Bazen seyre dalarım şu esmer çocukların oynayışını, zıplayışını, gülüşünü her şey bana çok tuhaf gelir. Bazen onlara bakarken yalnız olduğumu hissediyorum. Çünkü onlar kadar sevinç çığlıklarıyla oynayacak bir dostum yoktu. Kendimi bu kente daha yalnız hissediyorum. Öncelerde bu his benden çok uzak bir kavramdı. Ama şimdi her şey gözümde çok farklı. Onları neden izlediğimi bilmiyorum. Öncelerde olsa vakit kaybı diye söylenirdim. Ah.. Gerçekten vakit kaybı.
Bir an önce buradan uzaklaşmam gerekir. O sıra mahallerde gezinirken şaşkınlıkla karşımdaki kişiye bakındım.
Şekha. Bu kız yine karşıma çıktı. Ne kadar tahlisiz biriyim Allah’ım. Elinde kamerasıyla beni deli etmeye meyilliydi. Çıldırmak üzereydim. Birde karşıma geçip sırıtması, beynimde öfke alarmları vermişti. Bazen bir kadın olmasa onu öldüresiye dövmek isterdim. Bu hareketleri beni deli ediyordu ya zaten.
“Gülümse bir fotoğrafını çekiyorum” dedi
“Fotoğrafımı çekme!” dedim sinirli ifademle
“Yapma öyle senden fotoğraf makinesi aldım diye hala kızgın mısın?” dedi naz yaparcasına.
Bana naz yapmak! Bence bu kız öldürmek. Böyle yaparak beni kendisine çekeceğini zannediyor.. Hem de zaafımdan faydalanmak istiyordu.
“Hadi gülümse çekeceğim” dedi ısrar edercesine.
Ben ise öfkeyle her an onu tutup boğarcasına bakıyordum. O bunun farkında değildi. Hareketlerine devam ediyordu.
“Neyse böyle yapmaya devam et böylece güzel senin yüz ifaden bu! Yapacak bir şey yok”
Diyerek fotoğraf çekti
“Çekme fotoğrafımı!” dedim öfkeyle ve o hala çekmeye devam ediyordu.
“Sana çekme diyorum” diye tekrarladım. Devam etmesi benim daha çok öfkelenmeme sebep oldu. İnce parmaklarından kamerayı kaptığım gibi yere atım. Şekha bir anda çekildiğini gördüm. Öyle sert atım ki, yer titredi sanki. Şaşırılacak bir durum değildi. Ben sinirlendiğimde böyle yaparak içimdeki öfkeyi atardım. Bir kaç küfürde saymıştım.
Şu an sinirden elim ayağım titriyor ama ben bunu umursamıyordum.
Şekha’nın yüzü sarı kesildi. Ağzı açık bir şekilde baka kalmıştı ve yerdeki üç parça olmuş kamera benim gözümde ölmüştü. Bunun böyle olacağı kesindi ve o, ısrarla bunu yapıyordu. Gözüm şu an hiç bir görmemişti, yalnızca öfeliydim. Dar sokaklarda kimse olmadığını fark ettiğimde bileklerini kavrayıp duvara yapıştırdım. Onun kokusunu burun deliklerimde hissedebiliyordum. Umurumda değildi onun kokusu, ya da umurumdaydı. Onun dudaklarının titrediğini fark ettim. Usulca başımı ona yaklaştırdım. Esmer tenini kendi tenimde hissetim.
“Bunu mu istiyorsun?” dedim fısıldayarak.
Kendini savunmak istercesine bana yaklaştı ve tekrar kendini iti. Gözlerine seyre daldım. İçinde kaybolduğumu bilmiyorum ama bir gün kaybolacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI)
Novela Juvenilİki tutkunun bir araya geldiği, imkansızların olduğu, sınırların var olduğu bildiği halde aşkın tutsaklığına kapılan iki aşk.. Ölümün yakın olduğu, gökyüzünün ise derin olduğu, doğunun karşı konulmaz adetlerin var olduğu unutmuştu genç adam. Acılar...