9

56 10 0
                                    


Koşarak bahçeye bakan avluya gittim. Orta boylu, kır saçlı bir adam şekha’nın kolundan tutup yere attı. Adamın gözüne kan bürümüştü. Öfkeyle, vahşice tekme attı. Buna engel olmam gerekiyordu. Neyse ki adam geri çekildi. Şekha’nın kalkmasını bekledi. Şekha bir şey olmamış gibi ayaklandı ama ayakları sendeliyordu. Adam elini beline atarak, kemerinden silahı çıkardı. Emniyeti açarak alnına dayadı. Avludan hızlıca koştum, bahçe altı adamla dolmuştu. Tetiğe basması için bir kaç saniye kala koşarak elinden silahı aldım. Nasıl aldığımı, silahın nasıl patladığını bile anlamamıştım. Acaba kurşun ona değmiş midir? Bilincim hala ondaydı. Ölmüş müydü?  Kahretsin ondan nefret ediyorum ama onun saçının teline zarar gelmesini asla istemezdim. Belki ölmemiştir, Ya da kurşun bana değmiş olabilir, hala emin değildim. Saniyeler saatlere bürünmüştü. Ben hala bilincim şekha’nın ne olduğundaydı. Bilincim yerine geldiğinde, ben adamı öldüresiye dövüyordum. Beş adam beni çekiştiriyordu. Onlar bana saldırmaya kalkışınca tekmeyle bir kaç kişiye giriştim. O sıra içeriye yirmi adam girmişti. Aralarında bazılarını tanıyordum. Yusuf abinin yiyenleri ve en son Yusuf abi içeriye girerek bana yaklaştı.

“oğaan oğlum” diye bağırdı.
Herkes birbiriyle kavga ediyor tekme tokat girişmişlerdi.

“sen şekha’yı buradan uzaklaştır” dedi.
O kavganın içinde sıyrılarak şekha’nın bulunduğu yere doğru koştum. Kolundan tutup bahçenin gizli kapısından çıktık. Böylece kimse bizi görmemişti. Elleri ellerimdeydi. Bunu fark edince içimde tuhaf bir his uyandı. Erkeksi duygularım gitmiş ona dair her şey gelmiş gibiydi. O ne dese oydu, nereye gidelim dese oraya doğru peşinden gidecektim. Ama şimdi onu peşimden ben sürüklemeliyim. Ve oda peşimden gelmek için her şeyi yapacak gibiydi. Arabama yaklaştığımda binmesi için kapıyı açtım ve bende koşarak koltuğa oturdum. Arabayı yüz seksen derce bir hızla dönüş yaptım. Arabayı öyle hızlı sürüyordum ki, onu uzaklara götürüp hiç getirmemek geliyordu içimden. Bakışlarında büyük bir umutsuzluk vardı, bende buna dahildim. Yol aldım şehirden çıktım dağlara, kadar yol gittim. En son boş kırık bir evin önünde durdum. Derin bir nefes almıştık. Siyah saçları omuzuna kadar dökülmüştü. Uzun kirpikleri ıslaktı. Yaşadığı şoktan mı bilinmez ama durgundu. Hiç bana bakmıyor, ne bir şey soruyor, ne de kımıldıyordu. Ona acımıyordum, çünkü benim canımda onunla birlikte yanıyordu. Onun şu durgun hali sinirli haline tercihim.
Sustu... Arabadan da inmedi. Bende arabadan çıktım, belki o çıkar diye bekledim yok öylece bekliyordu. Karşımda duran yıkık eve öylece seyre daldım. Gözlerim şehirden uzak tepelerin olduğu alanda gezindi. Sonunda içeri girdim. Bu sefer çıkmak için kımıldadı ve kapıyı açıp çıktı. Kırık dökük evin önündeki kaldırımda oturdu. Bir müddet bekledi ve eteğinin cebinden bir paket çıkardı. Kısa olan eteğini dizine çekti saçlarını bir lastikle topladı. Hızması burnundan düşmüştü. Avcuma baktım, evet bendeydi. Yerde adamı döverken cebime koymuştum. Onu döverken nasıl böyle bir şeye odaklandığımı bile inanamıyordum. Bir an başımı kaldırdığımda sigara içiyordu. Gözlerime inanmamıştım. Onun sigara içtiğinden habersizdim. Arabadan çıkıp kaldırımın kenarındaki boş alana ben oturdum. Bende paketimi açarak sigara yakmıştım. Hiç sesini etmedi. Daha bir kaç saat öncesi bile bana avlanmaktan bahsetmişti. Şimdi bana demesini isterdim ama konuşmuyordu. Elini havaya kaldırdığında ince kazağından yaralanmış kolu gözükmüştü. Acaba canı çok yandığı için mi suskundu? O adam neden vahşice ona saldırdı. Yoksa bu sabah konuştuğu kişi o muydu? Neden bunları düşünüyorum ki? Boş versene be okkan ne yapacaksın! Banan eki, beni neden ilgilendirsin. Hava gittikçe kararmıştı. Telefonu elime aldığımda Yusuf abiden bir mesaj gelmişti.

“şekha’yı bu gece eve getirme başına bir şey gelir. Korkmasını istemiyorum. Senden ricam Onu korumanı istiyorum. Bunu benim için yap”
Diye mesaj atmıştı. Olaylar birbirine girmişti ve ortada kalan şekha’dı. Elbette ki onu koruyacaktım. Bugün randevu aldığım otele götürmeliyim.

“hadi bakalım geç oldu gidelim”

Ayağa kalkıp soru sormadan ses çıkarmadan arabanın ön koltuğuna oturdu. Yolda giderken telefonu şarja bağlayım derken radyoyu açtım. O sıra aşık Veysel’in yazdığı genç bir adamın söylediği şarkı çalıyordu.

Uzun ince bir yoldayım..
Gidiyorum gündüz gece.. Bilmiyorum ne haldeyim gündüz gece..

“bu kalsın” dedi şekha
Telefonu olduğu gibi bıraktım ve bende şarkı dinlemeye koyuldum.

Dünyaya geldiğim anda, yürüdüm aynı zamanda..
İki kapı handa gidiyorum gündüz gece..
Gündüz gece...
İki kapı halde gidiyorum gündüz gece..

Radyoda şarkı çalarken şekha hıçkırarak ağlıyordu. Bende içten bir nefes aldım. İçim içime kızıyor, neden olduğunda bilmiyordum. Ağlıyordu.. Pencereye başını yasladı ve yolu izledi. Ben arabayı sürerken müzik buna eşlik etmişti.

Randevu aldığım otele doğru durdum. Otele baktım, bir de ona baktım. Hava kararmıştı. Ay hafifçe bulutların arasından sisli bir görüntüye yol açmıştı.

“inelim” dedim kibarca.

Bana baktı ve başını eğip kapıyı açtı. O hali bile canımı acıtmıştı.

Otele girip resepsiyonda bir kaç işi hallederek benimle gelmesi için yol verdim. Asansöre girip kapının önünde durdu. Tam da odamızın karşısındaydı. Elimdeki kartla kapıya okuttuğum gibi açıldı. Arkamdan gelen şekha’ya baktım.

“aç mısın?” diye sordum.

“hayır, değilim”

“ben açım” diyerek başımı kaşıdım. Telefonu elime alarak internetten yemek siparişi verdim.
Odanın ışıklarını yaktığımda çift bir yatak ve kenarında süslemeli kalpli çiçek tarzında vazolar bulunmaktaydı. Pencerenin büyüklüğü tüm şehri gösteriyordu. Tek oda olması hiçte güzel olmamıştı. Keşke çift odalı olarak ayarlasaydım. Nerden bilebilirdim ki böyle olacağını. Yanımdan geçerek pencerenin yanında bulunan ahşap sandalyeye oturdu. Tekrar sigara paketinden bir sigara yaktı. Dışarıdan bakınca kibar, aklı yerinde, zararlı şeylerden kaçınan biri gibi gözükse de hiç kimse göründüğü gibi değildir. Bazıların yarası derin olur, bazılarınsa yaradıkları çok olur.

Bilmem şekha yaradıkları mı, yoksa yaraları mı çok? Bu hep kafamda soru işareti olarak kalacak. Ne ben soracağım, ne de o anlatacak. Beni ilgilendirmiyor. En fazla bir gün veya iki gün birlikte oluruz, sonrası ömür boyu görmem onu. Bir anda aklıma şebnem geldi, nasıl unuturdum onu. Hemen arayıp

“alo ”dedim.

“oo okkan bey aramayı bilir miydiniz. Geleceğim dediniz. Aramadınız bile..”

“ya ben..”

“neyse sorun değil ben işleri haletim. Halit bey sana ulaşamıyormuş.”

“tamam ben onu ararım sağ ol” diyerek kapadım

Şekha’ya baktım, sigarası bitmiş uzaklara dalmıştı. Halit beyi aradım ama biriyle konuşmakla meşguldü.

Bir kaç dakika sonra bana döndü.

“niye cevap vermiyorsun, neredesin sen! İki gündür aramıyorum diye kendini özgür zannetme”

“yok efem, ne hadime... Sizi unutmak mümkün mü?”

“gevgereliği bırak, umarım geldiğimde bir hatayla karşılamam. Yoksa bilirsin sana ne yapacağımı!”

“yok efem şimdilik her şey tamam. Geldiğinizde eksikleri halledersiniz”

“senin asistanın ne yapıyor?”

“benim asistanım mı?” diye sordum şaşkınca, çünkü asistanım yoktu.

“hehey uyuyor musun! Şebnem sana söylemedi mi, ben onu sana asistanlık yapsın diye gönderdim.”

İnanmıyordum, şebnem bana neden bunu söylemedi. Şu an çok öfke duymaya başladım. Bir de ona minnet duyuyordum la ne minneti kız benle oynuyor. Hemen telefonu Halit beyin yüzüne kapatarak şebnemi aradım. Bir kaç saniye çaldı ve açtı.

“alo” diye bir ses geldi.

“şebnem benim asistanım olduğunu neden söylemedin?”

“en son bana yaptığın oyunu unutmadım”

Ona ne oynadığımı hatırladım. Ben onun asistanı olduğum günü ona neler çektirmiştim. İki gün yataktan çıkmamıştı ve Yeni asistanı olmamayım diye yalvarmıştı.

“sen hala orada mısın? Özür dilemiştim ya”

“maalesef o özür bende geçerli değil.. Alıp verme dünyası koçum.. Bu işler böyle.. ya alacaksın, ya da ezeceksin. Hadi goodbye” diyerek telefonu yüzüme kapattı.

Kendimce tebessüm ettim, artık yüküm ağır değil, çoğu işleri hata tüm işleri şebneme yaptıracağım.

Telefonu masanın üzerine verdim, sonra bileğimdeki saatime baktığımda sekizi geçiyordu. Yaban gülü manzaraya doyamamıştı. Konuşmuyordu da..

Giydiği lacivert ince badi arkadan yırtılmıştı. Eteğini kemeriyle beline çekmiş, saçını at kuyruğu yapmıştı. Esmer teni bir an kokusu burnuma gelmiş gibi hissine vardım. Kokusunu merak ediyordum. Onunla tanıştığımdan beri aramızda bir metre mesafe koyardı. Bugün olmaz, yapmamalıyım. Onunla konuşup herhangi bir diyalog kurmak istemiyorum. Elimden geleni yapıp uzak durmalıyım. Bir kaç dakika sonra kapı çalındı. Yaban gülü hemen irkildi ve arkasına baktı.

“sipariş etiğim yemekler gelmiş” diye yanıtladım. Hemen önüne döndü ilgilenmedi bile.

Genç bir adam karşımdaydı ve bana paket uzattı. Elime alarak kredi kartını çıkartıp hesabı ödedim. Ortada bulunan sehpanın üzerine koydum.

“hadi gel ye”

“aç değilim dedim ya sana”

“sen bilirsin” diyerek ısrar etmedim. Aç olup olmaması beni ilgilendirmiyor.
Bu sefer ayağa kalktı, büyük pencereyi açtı.
Tekrar bir sigara yakıp sigarayı pencereden dışarı dumanını verdi. Bende paketteki yemekleri açarak yemeğe koyuldum. Lahmacun harikaydı.  sigarası bitiğinde yağa kalktı ve pencereden bitmiş olan sigarasını attı. Dönüp bana şaşkınca baktı.

“ilk defa mı yemek yiyeni görüyorsun?”

“yo..” dedi şaşkınca “öküz gibi yiyeni ilk defa görüyorum”

“ha ha çok komik” diye alaycı bakış atım. Bu esperisine bende gülmüştüm. Ben güldüğümde o önüne dönmüştü bile.
Öküz gibi yiyeni ilk defa görüyorum.

Zaman geçmek bilse bile, yaban gülü pencere gülü olmuştu. İlk defa mı şehri bu şekilde görüyordu, yoksa anılarını mı tazeliyordu. Ben telefonda set ile ilgili problemlerimi çözerken, arda bilgisayarımı arasında fark etmem uzun zaman almamıştı. Şu an iki aşıkların birbiriyle kaçıp otele sığınak gibiydik. Neden böyle bir belayı başıma almıştım. Ben asla bu yaban gülüne aşık olmam, ki olacağını bile düşünmüyorum. İmkansız... Olmaz.. Yatağın üzerinde zıpladım ve ona yaklaştım. Uyup uyumadığına bakacaktım ki uyumuştu.
Elimi omzuna değdirerek

“şşşşş... Uyan yatakta uyu” iyice kendine sokulup uyumasına baktı.

“pşşt uyan” yok uyanacağı yoktu. Ne hali varsa görsün diye düşündüm ve yatakta uzandım. Bir sağa bir sola döndüm. Yok, içime sinmemişti. Ayağa heybetli bir şekilde kalktım ve yaban gülüne yaklaştım. Başını bükmüş canı acırcasına bir ifadesi vardı. Sağ Elimi başına geçirip, sol elimi dizlerine getirdim. Olduğu yerinden kaldırıp yatağın üzerine uzandırdım. Ona o kadar yaklaşmıştım ki, yüzündeki halkaları bile görüyordum.

Yavaşça yanından uzaklaşmaya koyuldum ama olmadı. Çünkü iki eliyle tişörtümün yakasını sıkıca tutmuştu. Elini hafifçe tutum ve o an korkmaya başladım. Narin elleri benim kaslı ellerime değmişti. Pamuk gibi yumuşak elini hafifçe indirdim. İki eli benim tek elimle kıyaslatılırdı. Sadece onun narin ellerine bile dokunmak bana acı vermişti. Onun uzandığı sandalyeye ben oturdum. Bende onun gibi öylece şehri izledim. Çok garip, bu şehir bu kadar küçükken beni ve onu sığdıramamıştı.

                        ***
Başımı yataktan kaldırdığımda çok ağrımıştı başım. Canım yanıyor, hata sırtımda bir sızı vardı. Nasıl uyuduğumu anlamadım ve yatağa nasıl geldiğimde. Sahi kim beni yatağa getirmişti. O artist, beni getirmişti. Ne hakla beni yatağa getirir. O pis sapık! Onun için bir bahane olmuştur. Ayağımı zemine bastığında vücudumda elektrikleme oluşmuştu. Tekrar oda büyüklüğündeki pencereye baktım. Sandalyenin üzerinde uyumuştu. Yanına yaklaşarak kafasının sandalyenin ucuna yaslamıştı ve muhtemelen kafasına batıyordu. Belkide uyandığında iz bile yapabilirdi. Elimle hafifçe başını düzeltim. Sana bir can borcum var artist. Sırtım tekrar sızlanmaya başladı, koşarak lavaboya gittim. Kapıyı üzerimde kilitleyerek üzerimdeki badiyi indirdim. Aynadan sırtıma baktığında kan gelmişti. Bu nasıl olur? Boşuna çok acımıyor değildi. Elimle yarama dokunduğumda, hafifçe bir çığlık atım. Bir kaç dakika sonra tuvaletin kapısı tıklandı.

“iyi misin?” dedi dışarıdaki ses.

Aman Allah’ım o artist çığlığımı duymuştu.

“evet iyiyim”

“bir şeye ihtiyacın var mı?”

“hayır” diye bağırdım.

Benim yaram bana yeter, bir şeye ihtiyacım yok. Acaba dayım ne yapıyordur? Benim yüzümden acı çekiyorlar. Dayım neden beni olaydan devre dışı yaptı. Niye bu artistle gönderdi? Sorunu kendimde halledebilirdim. Şimdi dayım ortalık sakinleşene kadar beni burada tutar.
Tuvaletin içinde cebimden bir sigara çıkartarak son sigaramı da yakmıştım.
Geçmişin verdiği o kaosla birlikte kendimi hala o etkiden atamamıştım. Bizi koruyacak kimsemiz yoktu ve öz amcam bizi ölümle tehdit ediyordu.
Kendimi o kadar yalnız hissediyorum ki, yol olsam kalabalık üzerimde eksik olmazdı. Gökyüzü olsam daha şanslı olurdum. Yıldızların semaya çöküşüne şahit olmuş olurdum.
Annem benim güneşim, dayım ise ay olurdu.

Acaba kaçsam, amcam ne yapabilir ki? Ama ya olay tekrar büyürse? Bunları düşünmem bile saçmalıktı. Gidip karakola can güvenliğimi alacağım. Evet, bunu daha önce neden akıl etmedim. Telefonum diye fısıldadım ama ben telefonu evde unutmuştum.
O artiste mi söyleseydim.
Ne olacak ki alt tarafı yaramın izlerini çekecektim. Sonra bunları posta adresime yollayarak karakola gideceğim.
Adı neydi artistin? Yok daha neler adını bilmiyordum.
Kazağımı önüme kapatarak kapıyı açtım.
Açtım ki karşımdaydı.
“neden burada bekliyorsun?” diye sordum

“bilemem bir sorun olduğunu düşündüm. “

“yok bir sorun yok, sadece bana telefonunu ver benimki evde kalmıştı.”

Şaşkınca bana baktı ve verip vermemekte karasızdı.
“telefonunu yemeye cem sadece bana lazım”

“tamam ama bir dakika”

“saniye tut sonra maazallah dakikayı geçerse faturası fazla gelir.”

Telefonu bana uzatarak pişmanlık varmış gibi ifadesi vardı. Kapıyı üzerimde kapattığım gibi kazağı yere attım sırtımın resmini çekmeye çalıştım birincisi çok kötüydü ve ikincisinde aniden kapı açıldı. Korkudan telefonu göğsümle kapattım. Neyseki yarım atletimle kapalıydı.

“neden içeri giriyorsun? Derdin ne senin”

“çok özür dilerim”

“çabuk çık” diyerek işaret ettim

“tamam hemen çıkıyorum” dedi ve aniden dışarıya çıktı. Kapıyı kapatarak bir kaç saniye sustu.

“neden sırtının fotoğrafını çekiyorsun?” dedi kapının arkasından.

“sana ne! “ diye yanıtladım

“yoksa sırtını çekiyorsun seni oyuncu yapmam için mi?”

“biliyorum benim oyuncu olmamı çok meraklısın.
ama ben eşek anıranlarla aynı mekanda olmayı sevmem”

“maalesef cahilliğin buna kısıtlı olduğu için eşekçe geliyor sana”

“haklısın salakça bilmediğim için cahil görüyorsun beni.. Kusura bakam senin gibi salakça bilmiyorum.” İnsanları her zaman susturmadan yanayım ve başarmışımda. Aynı şekilde bu artistinde kendilerini bir şey sanmasınlar, onlardan büyük Allah vardır.
Resmimi çekmeye meşgulken yine sesi duyuldu.

“çok konuşma Arap kızı senin gibilerini adam yaptım ben”

“ha çok komik, sen kendin daha adam olmamışsın..”

“sana ne anlatsam boş.. Sen bildiğini okursun” sesinde bir kadıdan baş edemediği için kızgınlık vardı.

“kendilerini büyüklük taslayanlara şu cevabı veririm. Kafanızı alçak tutun, çünkü içindeki boş olabilir rüzgar olmayan beyni savurabilir.”

“iyi yapıyorsun diyeceğim sana ama maalesef başına kötü şeyler gelecek bu sefer beni de kendinle yakarsın. Aman tövbe” diyerek elini kapıya tıkladı
“ben daha genç ve yakışıklıyım”

“yakışıklı mı! Ayılar kendilerini kedi zannedermiş. Sendede o kafa”

Tüm fotoğrafları çekmiştim ve posta adresime yolladım. Galeriye girerek fotoğrafları sildim. Derken gözüme çeşitli fotoğraflar değmişti. Hem de çok güzel fotoğraflar.
Şu artistin böyle yetenekleri var mıydı? Öyle hoş manzaralar, çocuk resimleri, Urfa usulleri, istanbul’a dair her şey vardı. Hepsine tek tek baktım.

“bunu ben demiyorum senin kuzenlerinde bana hayranlar”

“bende hayranım” diye yanıtladım.

“ne!” diye şaşırdı.

“ayıları kim sevmez ki.. Hele ki Urfa’ya gelen bir ayıyı... Burası kışlık bir yer değildir hiç ayılarla rastlanmaz, sen bir sürpriz oldun”

“çabuk telefonumu ver” dedi sinirle.

“tamam artist, bir kaç dakika işim kaldı.”

Bir anda fotoğraflara bakarken bir kızın fotoğrafına rastladım. Hemen bastım ve fotoğraf açılmıştı. Bu benim fotoğrafımdı. Nasıl olur? Benim fotoğrafımı ne zaman çekmişti. Hem de bir kaç defa.. Hepsi de farklı mekanlarda çekilmişti.

“inanmıyorum” diye mırıldadım. Bir an donuk bir şekilde kendimi o fotoğrafların içinde kaybolur gibi hissettim. Hiç bir zaman modernliğe ayak uydurmayan biz doğu kenti, hep bir şeylerde sırlar arayıp dururuz. Şu an sırlarla dolu o dünyada kendimizi yabancı olarak görüyordum.
Her ne kadar şu artiste kızıyor olsam da, aslında beni amcamın elinden kurtarmıştı.
Bir yabancı bu kadar duyarlıysa öz amcam, beni bir nefeste öldürecekti.
Demiri demire vurarak paslanır, insanı insana vurarak savaşlar meydana gelir.

Gelcek bölümde görüşürüz 🙋 okuyan herkesi seviyorum😍..
Beni destekleyen herkese teşekkür ederim 😘😘
Vote ⭐ yorum✏️ unutmuyoruz 🙏

Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin