19

59 6 3
                                    

Güneş tepelerden yükseliyor henüz batmamıştı. Arabanın vitesini boşa aldım ve gitmek için geri doğru hareket ettim.
Gökyüzünde turuncu ve kızıl bir renk vardı. Sanki içimdeki ateşi simgeliyor gibiydi.
Yüreğimde öyle bir yangın vardı ki, dokunsam elim yanacak gibiydi. Nefes almaktan zorluk çekiyordum, ne oluyor bana? Neden bu haldeydim?
Henüz bu soruya bir cevap bulamıyordum. Belki de ben aşk konusunda hiç bilgim yoktu ama aşk karşısında çok zayıf kalmıştım.
Güneş penceremden gözlerime yansıyordu ve dağları çevreleyen taşlara bakındım.
Arabayı hareket ettiğimde onu bir daha göreceğimden emindim. Bir umutla kendimi avutuyordum sanki.
Hayali hep gözlerimin önünde, ve şu an bile onu masmavi gökyüzünde hayal ediyordum.
Bu şehir ise onun adını kulağıma fısıldıyordu.
Öylece yavaşça sürdüm arabayı, dikiz aynasından bile onun hayalini görüyordum.
Neden sürekli karşıma çıkıyorsun! Her yerde sen!
Şimdi aynalarda hayal ediyorum seni.
Bu nasıl bir kanun?
Arabayı ani bir frenle durdurdum.
Öylece aynadan ona baktım, hayal olduğunu bile bile.
Gözlerim sanki kör olmuştu.
İçimden dışarı çıkıp ‘yeter Arap kızı, ne istiyorsun? Canım yandığı yetmiyor mu? Git artık, beni deli etmeyi bırak’ demek geliyordu içimden.
Kapıyı ani bir referansla açıp, uzaklardaki hayali izledim.
Gerçek miydi? Hayal miydi? Ya da uyanmak istemediğim bir rüya mı?

Yutkundum.. uzaklara dalarken, kendimi uçurumda atacakmış hissi vardı.
Adımlarımı ona doğru attım. Sanki ayaklarım yalpalıyordu. Kısık kısık yürüyordum. Taşlar ayaklarımda çarpa çarpa oraya buraya savruluyordu. Güneş tepelerden onun saçlarının arasından geçiyordu. Gözlerim dolu dolu olmuştu..
Sanki ona karşı bir uçurum arasındaymışım gibi. Ben elimi uzattıkça uçurumdan binlerce kez düşüyordum.  Bilmem düşüyor muydum, Öyle miydi?
Yüzüm solgundu ve artık yürüyecek takatim kalmamıştı.
Dik bir şekilde hiç yüzünde bir ifade yoktu. Yalnızca beni süzüyor, elini birbirine kenetlemişti.
Güneşin verdiği kızıllıkla gözleri ateş gibi parıldıyordu.
Sanki bana inat gibiydi her şey.
Ona yaklaştım ve içimde istemsiz fırtınalar gerçekleşmişti.
Ağlamamak için gözümü bir o yana bir bu yana kaçırdım. En son, gözlerim bulutlara dalar bir şekilde donuk kaldı. Ben bulutları seyre dalarken, gözlerim hazır bir şekilde yaşlar döküldü. Zaten göz torbalıklarım kaç gündür sebep arıyor gibi kırmızıya harmanlandı.
O buradaydı...
Tam karşımda ve ben onun yanında aciz duruyordum.
Hafifçe yutkundum, gözlerimi ondan ayırmaksızın baka durdum.
Sahi gözleri ne kadar güzeldi. Saçları omuzundan aşağıya sarkıyordu.
Kirpikleri hiç olmadığı kadar efsaneydi. Onun bu bakışlarını çok özlemiştim. Ona yalvarıp yakarmak geliyordu içimden.
Ağlamaklı gözlerimi yere bakarak durgun bir şekilde daldım. Dizlerim titremişti, daha sonra ellerim titredi.
O an düşecek gibi oldum, ayakta durmak için zor tutundum.

“İyi misin?” Diye sordu.

İyi mi! Nasıl iyi olabilirim. Beni adeta cehenneminde yakıyorsun ve farkında değilsin.
Her gün eriyorum senin için. Başımı havaya doğru kaldırıp, yüzüne baktım.
Endişeliydi ve yüzünde durgun bir masumiyet vardı. Başımı iki yana sallayıp ellerimi başımın arasında geçirdim.
Ellerimin titrediğini an ve an kalbimi acıtıyordu.
Şu an bu halde olduğuma inanmıyordum. İnanmak istemiyordum ve adeta kör olmuştum.
Bir adım daha ona yaklaştım. Kaşlarım çatık bir şekilde ona baktım.

“Sen bana ne yaptın?” Diye sordum ansızın.

Güneşin tüm parlaklığı ona yansımış ve esmer teninin narin dokusunu ellerimde hissediyor gibiydim.
Ah be Arap kızı diye söylendim içimden.. nafileydi, sağır kulağa hiç bir şeyi anlatamazsın.

“Ben ne yaptım ki?” Dedi masumca..

Hafifçe acı bir şekilde sırıtıp “hala anlamıyor musun?”

“Vallahi ben bir şey yapmadım.”

Ani bir referansla ona yaklaşıp, yavrusuna hasret bir anne gibi, vatanına hasret bir vatandaş gibi ona sarıldım.
Her şey sessizdi  o an. Şehir gürültüsü,  kuşların ötüşü, arabaların siren sesi hepsi bir an durmuştu. Bende sessiz ve çığlıklar arasında kör, sağır, dilsiz gibi öylece durdum. Sadece onun kokusunu ne kadar büyüleyici olduğunu fark ettim. Şifa gibisin kadın, her yerime ilaç oldun.

Sağ elimi saçlarına geçirdim. Uzun saçlarının arasından ellerim kaybolmuştu.
Elleri donuk kalmıştı. Benim ona sarılmam onu şaşırmıştı.
O geri çekilmeyene kadar ben ondan çekilmeyecektim.
Bir süre sonra ince ellerini belimden geçirdi, daha sonra omzuma sıkıca sarıldı.
Hala inanamıyordum. Bu rüya olmalıydı?
Bu kadarı fazla bence! Uyanmam gerekiyor.
Gözümü açıp kapatıyordum. Gerçekti.
Bir anda hıçkırdığını fark ettim ve bir adım geri çekildim. İki elimi yanaklarına geçirdim. Ellerimin arasında yüzü kaybolmuştu adeta.

“Şşş” dedim sonra bir anda “seni seviyorum” diye mırıldadım.

Bu kelimeyi ne zaman kullandığımı bile bilmiyordum. İlk değildi ama bu kelime bana çok yabancı geliyordu. Sanki hiç duymamış ve kullanmamıştım. Sevgiye dair hiç bir bilgim yoktu, sadece sahte yüzlerden sahte kelimelerden ibaretti. Tek gerçek ise şu karşımda duran genç kızdı.
Acaba benim olacak mıydı?
Gerçekleşmeyen bir hayalle dalmaktan korkuyordum.
Sol ellimi geri çekip, sağ ellerimi çenesine değdirdim.
Şu an tenine dokunduğuma inanamıyordum. Rüya olmasından korkmuştum. Başını hafifçe kaldırdım ve tekrardan “seni seviyorum” dedim. 

O an kalbimin ritimlerinin hızlandığı andı. Donuk kaldım söylediklerimin karşısında.
Gözlerimin kan çağına dönüşmüş gibi, öylece onun başı bükük haline baka kaldım.
Ben ona yanarken o öylece durgundu. Gözlerini tekrar havaya kaldırdı.

Bir bakışımız vardı saatleri alan.
Neler ifade ettiği bilmediğim bir ifadesi vardı. Aniden bir adım geri atıp arkasına döndü.
Ben ise ellerim havada öylece kala kaldım. Böyle olmamalıydı. Nasıl olur?
Gidecekti. Rüya kabusa dönüşecekti ve ben artık nefes almayacaktım.
Gittikçe nefesim daralıyordu. Bu bir kabusa bitsin artık. En çok kendime acıyordum, kurduğum hayaller hepsi uçup gidecekti.
Gitme, demek geliyordu içimden. Sanki boğazımda bir düğüm vardı ve ben o düğümü çözmek için çaba sarf ediyordum. Olmuyordu, yapamıyordum..
Avucumu sıkıp arkasında bağırdım.

“Böyle çekip gidemesin” dedim acı dolu bir sesle
Yüzünü bana doğru çevirdi. “Bunu bana yapamazsın bize yazık gitme lütfen. Sen biliyorsun” dedim ve yutkunup derin nefes aldım. Başımı eğip derin nefes almaya çalıştım.
Ne yapsam faydası yoktu. Birini durdurmak çok zordu, ben artık bitmesini istiyordum.
Çekip gitmesi ikimiz için çok iyi olacaktı ve o, yasaları çiğnemeyecekti.

Bir adım atığında gittiğini zannettim ve bana yaklaştığını fark ettiğimde ellerimi tutu.

“Bir yere gitmiyorum” dedi.

Buna inanmıyordum. Büyü bir bozuluyor, bir gerçek oluyordu. İnanmamak elde değildi.
Gözlerinin içine bakıp
Aşk fısıldadığını fark ettim. Bu sefer gerçekti. Hızlı bir hareketle ona sarıldım.

“Sende beni seviyorsun, inkar etme” dedim.

“Evet” diye yanıtladı.

Geri çekilerek iki ellerimi yüzüne geçirdim. Tenini ellerimin arasında hissetmek çok güzel bir duyguydu. İçimde kuşların uçtuğunu hissediyordum.
Aşkla, sevgiyle gözlerinin içine baktım. Bunca zaman senin için acı çekmiştim.
Kafamı onun kafasına yasladım ve “neler çektiğimi bir bilsen” diye mırıldadım.

“Bende” diye yanıtladı.

Tekrardan ona sarıldım. Şu an fark ettim ki ben boşuna yaşıyordum onsuz. Onun nefesine nefes katmak kadar güzel bir duygu yoktu. Ben gün batımına kadar onun gözlerimi  gözleriyle dans ettim. Aşk hiç yaşamayanlar için, eşsiz bir duyguydu.
Acının sonunda büyük zaferler gelir.
Ben hayatıma aşk katacak kadar sorumlu biri değildim, bakalım ne olacaktı.

                         
                        ***
Otelin, minaresinden dışarıyı izlemek kadar güzel bir şey yoktu. En güzeli ise şekha’yı düşünmekti. Baktığım her yerde onu görmek, onun varlığını hissetmek kadar güzel bir duygu yoktu. Hala inanamıyordum..
Sanki rüyaymış gibi geliyordu bana. Bazen acıyla efkarlanırken, bazen ise mutluluktan kanat çarpmaktaydım. Acıyı kenara verip sürekli dalgın dalgın onu düşünüyordum.

Bendeki duygu neydi?
Aşk olamazdı.
Sönük kalırdı.
Şehrin ışıkları gözlerimde yansırken, onu düşünmekten gözlerimdeki ışıkla çakışıyordu.
Bir anda Halit bey’in sesi arkamda yankılanmıştı. Başımı çevirdiğimde ayağa kalktım.
Ne kadar mutlu olduğumu ona belli etmemek için kıvrıldım. Tabi hiç bir şey Halit beyin gözünden kaçmazdı.

“Okan geçen güne göre bugün içinde kuşlar uçuyor.” Dedi ve minarede bulunan sandalyeyi kendine doğru çekti. Çift cepli pantolonuyla, giydiği markalı tişört tarzı gömleğiyle iki elliyle başını düzelti.
Tekrardan devam ederek
  “Kanatların eksik, bende hasta olduğunu düşündüğümden seni sete çağırmıyorum. Bakıyorum da toparlanmışsın. “ diyerek şehrin manzarasına daldı.
Bende köşede bulunan sandalyede oturdum.
Sağ eliyle pürüzsüz bıyığını sıvazladı.
“Beni mahcup ettin okkan” dedi imalı bir şekilde.

“Ben.. sizi mahçup etiysem bunun için özür dilerim “ dedim.

Başını bana çevirip “bunu senden beklemiyordum.. böyle dağılmamalıydın.. seni güçlü yönetmen, bir aktör olarak hayal etmiştim. “

“Halit bey ben.. “ diyerek sustum. Kelimeler boğazımda takılmıştı. “Bana ne olduğunu bilmiyorum ama kendime çeki düzen verdim ve artık daha dinç olmaya özen göstereceğim.” Diyerek aniden yutkundum. Daha düne kadar ne kadar acı çektiğimi bir ben bilirim.
Haklıydı. Ben böyle güçsüz bir şekilde insanlar içine çıkmamalıydım. Duygularım sadece bana, yalnızca benim bileceğim bir problem olmalıydı. Kimse bilmemeli ve gizli saklı olmalıydı.

“Herkes acı çeker evlat, kimse ne oldun diye sormaz. Herkes ne yaptın diye sorar. Duygular yalnızca bizim bir köşeye çeker ve biz o günü kendimizle hesaplaşırız. Sen sen ol, kendini sorgulamayı bırakma! Çünkü bu hayata senin bağımsızlığın sadece senin kendini sorgulamandan ibaret olsun. Çünkü ikinci şahıs girdi mi.. sen o zaman geri çekil, neden diye sorma kimsenin seni sorgulamasından izin verme. Sevdiklerin dışında. Beni anladın mı evlat” dedi Halit bey.

Ben başımı aşağı yukarı  sallayarak
“Evet” diye mırıldadım.

“Neyse kapatalım konuyu, bu hepimizin başına gelecek şeyler ve senin toparlanmanı bekliyordum. Toparlandığın gibi sana dediğim şeyi yapacaksın.” Dedi aniden.

Ben oyunculukta çok beceriksizdim ne olacaktı?
Aniden tüm her şeyi bırakıp gidesim gelmişti. Baş koyduğun yastıkta kopmak istemezsin ve bende kopamıyordum.
Zorlukların hepsi geride kalmıştı. Ben sadece gökyüzüne dala kalmıştım.

                  ***
Sabahın erken saatlerinde telefonumun sesiyle ayağa kalktım. Artık şikayet etmiyor, yalnızca işime koyuldum. Fark ettim de neyden şikayet edersem onun daha beteri başıma gelir.
Üstesinden gelirim diye düşünceye girerim ama hiç bir şeyin üstesinden gelemem. Çünkü yaptığım işlerin hepsini kıyaslayamam.
İstanbul’dan gelen tiyatro hocasıyla bazı bölümleri çalışırken zaman akıp gidiyordu.
En ufak boşluğumda onu düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum.
Sıkı bir çalışma içerisinde çalışırken, geceleri kendimi zor yatağa atıyordum.
Şekha’nın numarasından arda ‘günaydın’ mesajları atarken bana yalnızca ‘gülücük’   emojiyle dönüş yapması çok sinir bozucuydu.

Benim başımı kayşayacak zamanım olmasaydı onun gözlerinin içine bir sürü emojiyle doldururdum.
Telefondan gelen postalara bakarken, bir anda elimin onun numarasına kayıverdi.
Şu an
Aranıyor..
Görüntüsüyle karşı karşıyaydım. Neden bundan utanç duymuştum? Çünkü ilk aramamdı.

“Alo” dedi sert bir sesle

“Alo sizi rahatsız ettim hanımefendi bunun için affedin bizi”

Sırıttığını hissetmiştim ve bende o an sırıttım. “Komik mi”

“Yo”

“Neden konuşmuyorsun?” Diye sordum.

“Telefonla konuşmayı sevmiyorum. İşlerim var. ”

“Öyle mi” diye mırıldadım. “Bende seni şu telefon konuşma bağımlı teyzeler gibi zannettim.”

“Ne!” Dedi yüksek sesle “ne diyorsun sen” diye fısıldadı.

“Tamam madem konuşmuyorsun bende kapatıyorum” dedim.

“Sana telefonla konuşmayı sevmiyorum dedim”

“Tamam bende kapatıyorum dedim sana.. neredesin sen”

“Evdeyim, ne yapacaksın?”

“Hiç öyle sordum.” Dedim “tamam kapatıyorum görüşürüz” diyerek aniden kapattım.  Yataktan hızlı bir şekilde kalkıp, üstüme rahat bir şey giyip dışarı çıktım.
Arabayı hızlıca sürerek delilik yapmaya kalkıştığımı farkındaydım. Daha dün onu görmeme rağmen, hiç olmadığı kadar özlüyordum.
Dün gün batımı olmadan onu evine bırakmıştım.
Eve geç gitmekten korkmuştu. Neden korkuyordu?
Kimse ona bir şey demeyecekti.
Aynı semte varmıştım ve sokağın başındaki boş araziye arabamı park ettim.
Uzaktan evin ışıklarının sönüp sönmediğine baktım. Tek bir odanın ışığı açıktı ve ben telefonu elime alarak onu aradım.

“Yine ne var”

“Pencereden bak”

“Ne!” Diye mırıldayıp “yine ne yapıyorsun sen!” Diye söylenip pencereyi açtı.
“Açtım, ne var?”

“Boş araziye bak”

Boş araziye baktığında ben arabadan dışarıya çıktım. Sokaktan ilerleyip hardal rengindeki eve doğru yaklaştım. Elimde telefonla ona yaklaşıyordum ve o an gözlerim kamaşmıştı.
İnce eliyle pencerenin demirinden sıkıca kavramıştı. Şaşkınca ve donuk bir şekilde bana bakıyordu.  Tam karşısındaydım.
Apartmanın en alt kısmında oturduğu için, onu yakından görebilmiştim.
Gözlerini bir açıp bir kapattı.
“Buna inanamıyorum” dedi gözlerini kocaman açarak.
Omzumu silkip, tebessüm ederek gözlerinin içine baktım.
“İşte biz batılılar böyleyiz” dedim alaycı bir ifadeyle.

“Evet siz batılılar çok kurnazsınız” dedi tek kaşını kaldırarak.

“Telefonu kapatmayı düşünmüyor musun Arap kızı”

Aniden telefona şaşkınca bakıp kapattı. “Yarını bekleseydin bari iki günde bir o eve aynı saate geleceğiz diye sözleşmiştik”

“Evet öyle sözleştik ama ben çok çalışıyorum diye “

“Yoksa oraya gelmeyecek misin?”

“Hayır tabii ki geleceğim” dedim “işte oraya geldiğimde biri beni arar çabuk gelmemi ister.”

Arkasına bakıp “biraz sessiz konuş” dedi.

“Tamam. İşte pek fazla zaman geçirmezsek arada gecelerde buluşalım.” Diyerek telefonu gösterip “Malum telefonla konuşmayı sevmiyorsun” dedim.

“Siz batılılar var ya”

“Evet biz batılılar”

“Neyse” diyerek kaşlarını çatı.

“Niye böyle pencereden kalmışsın dışarıya çık da biraz oturalım”

“Tamam bekle bakayım kardeşlerim uyumuş mu?”

“Tamam bekliyorum” diyerek evin ötesinde bulunan taş blokların üzerinde oturup bekledim.
Eve baktığımda köyden taşınmaları iyi olmuş. Yoksa bir daha asla onu göremezdim. Belkide aşkımız yarım kalabilirdi ve bunu düşündükçe tüylerim ürperiyordu. 
Ondan uzak kalmak mı?
Düşüncesi bile kalbimi acıtıyordu.
Bazen bunun heves olması ve saçma bir aşka dönüşmesinden korkuyordum.
Kapının tokmağını sesiyle ayağa kalktım. Adımları bana doğru yaklaştığında donuk bir şekilde ona bakıyordum. Giydiği uzun elbisesiyle şık ve adeta ışıldıyordu. Saçları belinden sarkıyordu. Gözlerimi ondan alamıyor, sanki yıllarca bu an için yaşıyordum.
Nefes almak, ciğerlerinin her zerresine işlemek gibiydi.
Onun varlığını hücrelerimde hissediyordum.

“Hoş geldin”  dedi sesindeki incelikle uzun bir süreden sonra çok değiştiğini fark ettim. Hareketleri hiç eskisi gibi değildi.

“Hoş bulduk” dedi hanımefendi. 
Sanki ben onun yanına gelmemiş, o benim yanıma gelmişti.

Gözlerinin içine bakarak ışıltısına baka kaldım. Gece karanlık, benim tek parlak yıldızım olmuştu.

“Gece karanlık” dedim. İnce elini hafifçe kavrayıp daha çok yaklaştım gözlerine.
Kara gözlerine boğulup gidecek gibi oldum.
“Her yer karanlık ve sen benim yıldızımsın. Hiç bir zaman kararmayan yıldızımsın” diyerek yutkunup, İçimde bir korku girmişti o an. Sanki bir an kararıvermişti. Gözlerimi sıkıca kapatıp “yıldız olmanı istemiyorum, çünkü yıldız bir gün kayar. Çekip gider ama sen gitme..
Sana o kadar çabuk bağlandım ki, uzak durmak ölmek yanında hiç kalıyor. Sen sonsuz bir evren ol, kimsenin bilmediği teorik bir evren ol ve yalnızca ben bileyim o teoriyi.”
Dedim ve bir an bile gözlerimi onun gözlerinde ayırmamıştım.

“Okan” diye fısıldadı.

Onun bu kadar yumuşak görmek, inanılır gibi değildi. Hep bağırıp çağıran Arap kızı, yüzünden uysallık eksik olmamıştı. Tıpkı hayalimdeki gibiydi.
Onu böyle görmek ve kendime bağlamışım gibi hissetmek bile ayaklarımı yerden kesiyordu.

Sağ elimi ince beline kavrayıp kendime çektim. Gökyüzünde bir mavilik vardı, aşkı anlatan bir mavi...
Yıldızlar gökyüzünde kayıp durmuştu. Ben onu gökyüzünde hayal etmiyordum, gökyüzünün altında onun gözlerinin içine bakıyordum.

Hayaldi inanmadığım bir gerçek oldu.
Kulakları patlatan aşk şarkıları içimizde doğmuştu ve ben aşkın büyüsünde kayboldum. Dilerim sonunda yanan biz olmayalım.

Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin